Top
27/09/2020

Bağdat ve Orta Doğu’da Şia kıskacının mazisi

Numan Aydoğan Ünal
    
 
“Dar-üs-selâm” ve “Medinet-üs-selâm’’ isimleriyle anılan bereketli Bağdat diyarının huzuru, İran’ın asırlardan beri devam edegelen Şiî-Fars emperyalist politikası yüzünden sık sık bozuldu. Bağdat her defasında İran’ın saldırı ve işgallerinden Türk sultanları ve devletleri tarafından kurtarıldı.
 
Kanuni Sultan Süleyman, Batıda Hristiyan Avrupa devletleriyle mücadele ederken İran’daki Şiî Safevi Devleti de Roma – Cermen devletleriyle ittifak kurup, Doğu Anadolu’da Sünni halka zulmediyordu.
 
Şiîlik, başta Irak olmak üzere bütün Orta Doğu’da yayılmaktadır.
 
 
 
Bugün Irak’ın başşehri olan Bağdat’ın, Türk-İslam tarihinde müstesna bir yeri vardır. Bağdat tarihte büyük bir ilim ve irfan merkezi idi. Başta evliyaların pîri Seyyid Abdulkadir Geylânî ve mezhep imamımız İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri olmak üzere pek çok âlim ve evliya Bağdat’ta yaşadı. Kültürümüzde “Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz’’, “Yanlış hesap Bağdat’tan döner” gibi atasözlerimiz vardır.
Birinci Dünya Harbi’ne kadar bir Osmanlı şehri olan Bağdat, 1917’de İngiliz kuvvetlerince işgal edildi. “Dar-üs-selâm” ve “Medinet-üs-selâm’’ isimleriyle anılan huzurlu ve bereketli Bağdat diyarının düzeni, İran’ın asırlardan beri devam edegelen Şiî-Fars emperyalist politikası yüzünden sık sık bozuldu. Bağdat her defasında İran’ın saldırı ve işgallerinden Türk sultanları ve devletleri tarafından kurtarıldı. Şimdi bunlardan bahsedelim.
 
GAZNELİLER VE GAZNELİ SULTAN MAHMUD
 
Gazneli Devleti’nin en büyük hükümdarı olan Sultan Mahmud, Hindistan fatihidir. Her yıl İslamiyeti yaymak için Hindistan’a seferler yapardı. Bu maksatla 17 sefer yapmıştır. Şiîliğin Irak topraklarında yayıldığını öğrenen Gazneli Sultan Mahmud, Kirman Valisi Ebu Ali’ye gönderdiği mektupta şöyle diyordu: “Benim maksadım Irak’a gelip vilâyeti almak değildi. Hindistan’da her gün ortaya çıkan yeni hadiseler mevcut olduğundan, onlarla meşgul oluyordum. Irak’ta yaşayan Müslümanların çoğu bana mektup göndererek, Deylemlilerin halka açıktan açığa pek çok zulüm yaptıklarını yazdılar. Nerede güzel bir kadın, temiz bir çocuk görseler onları zorla götürüp, fesat çıkarıyorlar. Onlarla kadınlar gibi birlikte yaşıyorlar. Resulullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dostlarına açıktan lanet okuyorlar. Hazreti Aişe (radıyallahü anha) hakkında çok kötü sözler söylüyorlar. Şehirlerde ve nahiyelerde Rafizîlik mezhebini açıkça methediyorlar. Yaratıcının var olmadığı hakkında açıkça sohbet ediyorlar. Namaz, oruç, zekât ve haccın tamamını inkâr etmektedirler. Bu haberin doğruluğu anlaşılınca, ben de bu mühim işi Hindistan’a gazâya tercih ettim.
Bu sebeple Irak’a yönelerek, hepsi Hanefî mezhebinden, temiz inançlı, dinlerine sadık Türk askerlerini, Deylemîler, Rafizîler ve Batınîler üzerine gönderdim. Neticede köklerini yeryüzünden kazıdılar. Bir kısmını kılıçtan geçirdiler, kimisini hapsettiler, bir kısmını da zincire vurup esir ettiler. Bir kısmı da dünyanın şurasında burasında âvâre oldu. Horasan ulemasını, hepsini Hanefî veya Şâfiî yapmaları için görevlendirdim. Her iki mezhep; Rafizî, Haricî ve Batınîlerin düşmanı ve Türklerin tabiatına uygundurlar.
Hepsinin Rafizî olduğunu anladığım ve işleri güçleri Türkler arasında karışıklık çıkarmak olan Iraklı kâtiplerin, ellerine kalem almalarını yasakladım. Allahü tealanın yardımıyla çok kısa zamanda Irak ülkesini onlardan temizledim. Belki Allah beni, kötülük yapanları yeryüzünden kaldırayım, doğruları koruyayım, adaletle yeryüzünü imar edeyim diye yaratarak insanlara emir tayin etmiştir.” (Prof. Dr. Ahmet Kartal-Nizamülmülk 2003: 81-82).
 
SELÇUKLULAR VE TUĞRUL BEY
 
10. asrın sonunda Bağdat’taki Abbasî halifesi, bütün siyasi güç ve kuvvetini kaybetmiş, hilafet merkezi Bağdat da dâhil olmak üzere İran ve Horasan’ın büyük bir kısmı ise Şiî inancının güçlü bir temsilcisi olan Büveyhi hanedanının hâkimiyeti altına girmişti. Sünnî İslam dünyası sosyal, siyasi ve dinî bakımdan tam bir çaresizlik içindeydi. Artık, Sünnî Müslümanlar hilafet müessesesini ve merkezini kurtaracağına inandıkları “sahib-i zaman”ın çıkmasını bekliyorlardı. Kurtarıcı olarak beklenen; Selçuklu Türklerinin üstün kabiliyetli, sabırlı, dirayetli ve cesaretli hükümdarı Tuğrul Bey’den başkası değildi…
Bağdat’taki devrin Abbasi halifesi El-Kaîm bi-Emrillâh da, gerek Sünni İslam dünyasını, gerekse kendi şahsında temsil edilen hilafet müessesesini, içine düştüğü bu buhrandan ancak Selçuklu Türklerinin kurtaracağına inanıyordu. Bunun için halife, devrin büyük şahsiyetlerini, âlim ve kadılarını Tuğrul Bey’e elçi olarak göndererek, onu Bağdat’a davet etti. Tuğrul Bey’in Oğuz Türklerinden oluşan 120.000 kişilik muhteşem bir orduyla hilafet merkezi Bağdat’a girmesi neticesinde âdeta yer yerinden oynadı. Şehirde büyük bir sevinç ve heyecan vardı. Ümit ve sabırla beklenen Allah’ın halis ordusu, İslam’ın kurtarıcıları Selçuklu Türkleri, Bağdat’a gelmişti.
Bağdat hilafet sarayında yapılması kararlaştıran tören için her şey çok önceden, bütün incelikleriyle planlandı. Başta halife olmak üzere şehrin bütün ileri gelenleri bu aziz misafirlerini ağırlamak için hiçbir fedakârlıktan çekinmediler. 25 Ocak 1058 Cumartesi günü Halife, Tuğrul Bey’e has olarak hazırlanan bir küheylan at gönderdi. Selçuklu Sultanı bu ata bindi, yanında sivil, asker ve Selçuklu beyleri olduğu hâlde merasimin yapılacağı saraya geldi. Abbasi halifesi El-Kaim bi- Emrillah sırtında Hazreti Peygamberin Bürde-i şerîfi (hırkası) elinde asası olduğu hâlde 3 metre yüksekliğindeki ulu saltanat tahtında oturarak Tuğrul Bey’i karşıladı ve önceden hazırlanmış, kıymetli taşlarla süslü, altından yapılmış heybetli bu tahta oturmasını işaret etti.
İslam halifesi, Selçuklu devlet ricali ve hilafet erkânı, asker ve sivillerden oluşan çok büyük bir kalabalık önünde Türk sultanına hitaben şu konuşmayı yaptı: “Müslümanların Emîri, senin hizmetlerine teşekkür etmekte ve başardığın işlerle iftihar etmektedir. Allahü teâlâ sana lütfettiği ülkelerin hepsinin idaresini senin uhdene vermiştir. Öyleyse insanlar arasında adaleti yay. Zulümden sakın! Sana uyanların iyiliği için her şeyi yap!…” 
Bu konuşmalardan sonra sıra karşılıklı hediyelerin verilmesine geldi. İslam halifesi, Türk sultanına hil’at ve taç giydirdi ve bir de altın kılıç kuşattı. Kendisine gösterilen bütün bu izzet ve ikramlardan son derece memnun olan mütevazı Türk sultanı Tuğrul Bey, İslam halifesinin elini öptü.
 
DOĞU’NUN VE BATI’NIN HÜKÜMDARI
 
Bu muhteşem merasimden sonra Tuğrul Bey, İslam imparatorluğunun nâibi ilan edilerek kendisine bir de ahitname verildi. Halife onu, bütün İslam dünyası nâmına “Doğu’nun ve Batı’nın Hükümdarı” olarak selamladı.  (Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı)
10 Ocak 1058 tarihinde yapılan bu merasimden sonra İslam âleminin siyasi liderliği, Türk devlet ve sultanlarına geçti. 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır Abbasilerinden halifeliği teslim almasıyla, İslam âleminin hem dinî hem de siyasi hâkimiyeti Osmanlılarda birleşmiş oldu. Bu da 1924 tarihinde Osmanlı hilafetinin kaldırılmasına kadar devam etti. Böylece Türkler siyasi ve dinî olarak 860 sene İslam âleminin liderliğini yaptı. (Prof. Dr. Ergin Ayan)
 
OSMANLILAR, KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN VE SULTAN 4. MURAD HAN
 
Kanunî Sultan Süleyman Batı’da Hristiyan Avrupa devletleriyle mücadele ederken İran’daki Şiî Safevi Devleti de Roma – Cermen devletleriyle Osmanlılara karşı ittifak kurup, Doğu Anadolu’da hudut tecavüzleri yaptıkları gibi Sünnî halka da zulmediyordu. Safevilerin ajanları Osmanlı ülkesinde faaliyet gösterip Celaliler vasıtasıyla iç isyanlar çıkartıyorlardı. Kanunî Sultan Süleyman 11 Haziran 1534’te İstanbul’dan hareket etti. 27 Eylül’de Tebriz’e girdi. Safevilerin zulmünden bunalan şehir halkı, Sultan Kanunî ve Osmanlı ordusunu sevinçle, bir kurtarıcı olarak karşıladı.
Kanunî Sultan Süleyman, 30 Kasım 1534’de Bağdat’a girdi. Şehrin ahali, âlim, kumandan ve devlet adamlarının bulunduğu bir sırada, şükür nişanesi olarak bir dinî merasim yaptırdı, çeşitli ihsanlarda bulundu. Daha sonra Bağdat’ta Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Azam hazretlerinin kabirlerini, Kerbela’da Hazreti Ali ve Hazreti Hüseyin’in makamlarını ziyaret etti. Abdülkadir Geylânî hazretlerinin kabrine türbe ve yanına imaret yaptırdı.
 
SON FETİH
 
Doksan yıldır Osmanlı hâkimiyetinde bulunan Bağdat’ın, Safevilerin eline düşmesi bütün Sünnî İslam dünyasında büyük üzüntüye sebep oldu. 4. Murad Han daha genç yaşta olduğu hâlde Bağdat’ı geri alabilmek için derhâl harekete geçti. Sivaslı Abdülmecid Şeyhî Efendi’nin elinden Hazreti Ömer’in kılıcını kuşandıktan sonra 8 Mayıs 1638 tarihinde Bağdat’ı fethetmek niyetiyle Üsküdar’dan hareket etti.
Osmanlı ordusu İstanbul’dan hareketinden 197 gün sonra Bağdat önlerine ulaştı. İmam-ı Azam türbesinin bulunduğu yer, surların dışında olduğundan, daha önce ele geçirilmişti. Padişaha evvela İmam-ı Azam hazretlerinin türbesini ziyaret etmesinin iyi olacağı söylenince genç sultan ağlamaklı şekilde: “Bağdat şehri sapıkların pis ayakları ile kirlenirken İmamımızın kabrini ziyarete gitmekten hayâ ederim” cevabını verdi.
Kuşatma esnasında 18-20 okka gülle atan Osmanlı topları kaleyi şiddetle dövüyordu. Padişah da devamlı olarak siperleri gezip askerlere moral veriyordu. İranlılar ise Osmanlı mevzilerine karşı şiddetli taarruz ve baskınlarda bulunuyorlardı. Muhasaranın kırkıncı günü İranlılar teslim olmayı kabul ettiler. Böylece Bağdat tekrar Osmanlı Türklerinin hâkimiyetine girdi. (Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil)
Sultan Murad, kuşatma esnasında surda delik açarak askerlerin şehre girmesini sağlayan en büyük topu, Bağdat’ın savunması için orada bıraktı. Bağdat halkı daha önce böyle büyük bir top görmemişti. Bu top hâlen Bağdat’ta bir parkta bulunmaktadır. Halk, bu Osmanlı topunu sık sık ziyaret etmektedir.
Bağdat 1917’de İngiliz kuvvetlerince işgal edildi. 1921’de Irak devleti kuruldu. Bu tarihten sonra yine İran’ın emperyalist Şiî-Fars politikası neticesinde Şiîlik, başta Irak olmak üzere bütün Orta Doğu’da yayılmakta ve yerleşmektedir.
Son asrın büyük âlimlerinden Hüseyin Hilmi Işık hazretleri, “Faideli Bilgiler” kitabında diyor ki:  “Bugün, Müslüman denilen üç büyük İslam fırkası vardır. Şiîliği Yahudiler kurdu. Vehhabîliği İngilizler kurdurdu. Ehl-i sünneti Türkler korumaktadır.”
Bugün Orta Doğu’da Sünnî İslamiyet’in yaşaması, huzur ve sükûnun sağlanması ancak sosyal, siyasî ve ekonomik bakımdan güçlü bir Türkiye’nin sayesinde olacaktır.
 
***********************
RESİMALTLARI
Osmanlı döneminde Bağdat…
Günümüzde Bağdat…
 
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp