Top
05/04/2020

SALGIN HASTALIKLARLA KADİM MÜCADELEMİZ Kolonyadan koronaya…

Süleyman Faruk Göncüoğlu
 
Ne kadar ilginçtir ki, alkole bu kadar mesafeli olan Müslüman Türklerin geliştirdiği kolonya kültürü bugün korona salgını ile bir defa daha eski değerine kavuştu. Misafir geldiğinde ellere kolonya dökmek yakın zamanlara kadar eski moda âdet olarak görülürken bugün kolonya ile yıkanır hâle geldik...
 
Bugünkü nano filtre maskelerden önce kulak üstüne ve bileklere lavanta çiçeği takmak hastalıklara karşı ilk tedbir olarak uygulanmıştı.
 
 
Tarih boyunca yaşanan olaylar; beraberinde getirdiği yıkım, açlık, salgın hastalık ve demografik değişimlerle insanoğlunun pek çok yeni alışkanlıklar ve teknikler geliştirmesine vesile olmuştur. Dünyanın bir zamanlar korkulu rüyası olan veba, kolera ve tifüs gibi sari hastalıklar, Batı toplumlarının sosyal hayattaki samimi hâlini ortadan kaldırmıştır. Bugün cemiyette, mesafeli duruşlarının temelinde bunun yattığı bile unutulmuştur. Hastalıkların yanında Avrupa’da yüzyıllar boyunca süren din savaşları, evinin sınırları içerisinde yaşayan, bizlerin “yalnız” diye tanımladığı bir toplum yaşayışının ortaya çıkmasına da sebep olmuştur. Tabii ki, İtalyan ve Yunanlıları bunun dışında tutmak gerekir. Bugün İtalya’nın yaşadığı koronavirüs vakalarının en büyük sebebi -Akdeniz dünyasının parçası olarak- diğer Avrupa ülkelerinin sahip olmadığı sosyal hareketliliktir.
 
BULAŞICI HASTALIKLARIN KAYNAĞI KADİM ŞEHİRLERDİ
 
İslam dünyasında da dünyanın diğer bölgelerinde yaşanan ve etkili olan salgın hastalıklar ortaya çıkmış ve defalarca toplu ölümler yaşanmıştır. Bu yüzden bazı âdetler meydana gelmiştir. Mesela Mekkeli Arapların çocuklarını sütanneye vererek çöle göndermelerinin bir sebebi de onları veba gibi bulaşıcı hastalıklardan korumaktır. Zira bu tür hastalıkların en çok yayılma imkânı bulduğu yerler şehirlerdir. Bilhassa ticaretin hareketli olduğu şehirler ve dünyanın farklı bölgelerinden insanların kesiştiği bölgeler, her zaman salgın hastalıkların hızla belirip geliştiği yerlerdi. Bugün, koronavirüs salgını sebebiyle İstanbul’un yaşadıkları bir tesadüf ve ihmalden öte şehrin kendisinin handikaplarından biridir.
Günümüzde salgın hastalıklarda ilk tedbir olarak yapılan karantina yöntemi ise İslam tarihinde çok bilinen bir tatbikattır. Hazreti Ömer’in halifeliği döneminde Şam Valisi olan Hazreti Amr bin As, vebanın salgınında insanları gruplara ayırarak çevredeki dağlara yerleştirmiş ve birbirleriyle temas kurmamalarını sağlamıştır. Hastalığın bulaştığı grupta bulunanların hepsi ölürken, diğer gruplar hastalıklı grupla ilişkili olmamanın getirdiği korunmadan dolayı kurtulmuşlardır. Peygamberimizin bir yerde veba salgınının çıkması hâlinde oraya girilmemesini, oradakilerin de bulundukları yerden ayrılmamalarını ihtiva eden emri de bugün ancak anlaşılabilen bir kuraldır.
Osmanlı tarihinde de salgın hastalıklara karşı enteresan korunma tedbirleri vardır. Türk mutfağının ayrılmaz parçasından biri olan sirkenin, esasında antiseptik özelliğiyle başta insan sağlığı için kullanıldığını bugün hatırlayamıyoruz. Kervanların konakladığı yerlerde ikram edilen sirke bir dezenfeksiyon olarak değerlendirilmiş idi. Ateşi düşürmek için yaygın şekilde bilinen en eski tedavi şekli sirke ile yapılandı. Dezenfeksiyon ilaçlarının olmadığı tarihî dönemler, cilt ve saça zarar vermeyen bilhassa faydalı olan sirke ile korunma yöntemi uygulanmıştır.
Salgın hastalıklar demografik pek çok değişikliğe de sebep olmuştur ki, bizim tarihimizde bilhassa İstanbul tarihinde veba, tifüs ve koleradan çok çekmiş olan Eminönü liman bölgesinde yaşanmıştır. Bu hastalıkların ticari hayata verdiği zarardan korunmak için yapılan çalışmalardan biri de Eminönü Yeni Cami ve Mısır Çarşısı’nın inşa edilmesidir. Bunlar bölgeden iskânı kaldırmaya dayalı ciddi bir çalışmadır.
 
MASKEDEN EVVEL LAVANTA VARDI
 
Lavanta da şifa verici özelliği ile antiseptik nitelikleri ve de böcekleri uzaklaştırmadaki faydaları sebebiyle bitlenme ve pirelere karşı eskiden insanoğluna en büyük yardımcı idi. Bugünkü nano filtre maskelerden önce kulak üstü ve bileklere lavanta çiçeği takmak ilk tedbir olarak uygulanmıştı. Lavanta satıcısı çingene kadınları kendilerinde bulaşıcı hastalık olmadığına inanıldığı için evlere temizliğe gündelik olarak alınırdı. Dolaptaki çamaşırlarının arasına lavanta torbaları koymak İstanbulluluk göstergesi değil, eski korunma yöntemlerinden biriydi. Tıpkı eski evlerin pencere ve bahçelerinde hiç eksik olmayan fesleğen saksıları gibi…
Ne kadar ilginçtir ki, alkole bu kadar mesafeli olan Müslüman Türklerin geliştirdiği kolonya kültürü bugün korona salgını ile bir defa daha eski değerine kavuştu. Misafir geldiğinde ellere kolonya dökmek yakın zamanlara kadar eski moda âdet olarak görülürken bugün kolonya ile âdeta yıkanır hâle geldik!.. Güzel kokusu ve ferahlatıcı etkisiyle gündelik hayatımızın değişmeyen bir parçası olan kolonyanın uzun bir tarihi ve şaşırtacak kadar çok çeşidi bulunuyor. Yüzyıllardır şahsi bakımdan tıbba birçok maksatla kullanılan kolonyayı Avrupa’ya tanıtan Endülüs medeniyeti unutulup gitmiştir. Bir tür aromatik yağlarla ilk kullanılmaya başlanılan kolonya; kekik, lavanta, biberiye ve ada çayından oluşan ve sirke ile birleştirilmiş bir tür dezenfeksiyondu. Yüzyıllar boyunca Avrupa bu karışımı vebalara karşı kullanmıştır. Maalesef gündelik tarihimiz hâlen sağlıklı bir şekilde yazılamamış olması sebebiyle kolonya tarihini “Köln Suyu” olarak Avrupa’dan başlatmak zorunda kalıyoruz. Bu coğrafyada da o zamanki kurumsal anlayış içerisinde ilk seri üretim “kolonya” miladi 1882 yılında Ahmet Faruki tarafından başlatılmıştır. Tabii ki, kolonyayı hoş kokusu dışında yine dezenfektan olarak kullanan yine ilk milletin biz olduğunu unutmamak kaydıyla…
Eski İstanbullular için bir âdet olan en az haftada bir gün hane içerisinde tütsü yakıp evin bütün mekânlarında gezdirmek, yaşlıların hayatımızdan çıkması ve modernite ile sona ermişti. Yeniden başlayan bir tütsü modası bize sentetik çubuklara bulandırılmış duman altı kokusundan başka bir şey vermezken bu korona vesilesi ile belki tekrardan bu eski özellikleri hatırlayarak uygulamaya geçebiliriz. Tütsülerin haneleri dezenfekte etme özelliğini tekrardan bugün yaşayarak öğrendik.
Bilhassa İstanbul için söylemek gerekirse, bugün kullanılan veya tekrar keşfedilen sabunlar, tedavi ve korunma amaçlı yağlar, tütsüler ve hoş kokulu suların (kolonyanın ilk atasıdır) ilk satılmaya ve de üretilmeye başlandığı yer de İstanbul’daki Sabuncu Han’dır. 1894 depreminde yıkılmasına rağmen bugün hâlâ mevcut kapısı gerisinde eski geleneğini devam ettirmektedir. İlk çörekotu yağının üretildiği, ilk lavanta sabununun ve suyunun (kolonyasının) satıldığı, Bizanslıların bazı ürünlerle ilk defa tanıştığı yerdi burası…
Eminönü Mısır Çarşısı arkası, sosyal tarihimizin en derin izlerinin hâlen takip edilebildiği yerlerden biridir. Artık korona sonrası dünyada, 570 yıllık bir geleneğin hâlen devam ettiğini dünya gözümüzle görme gerektiğini bir tarafa not ederken, üç kuşaktır sadece kolonya işi yapan lale kolonyası dükkânına da bir göz atmak gerekir. Eğer kolonya kaldı ise!..
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp