Top
Fuat Uğur

Fuat Uğur

Fugur1864@gmail.com

22/07/2021

Ailenin adı yok mu? Bayramın hatırlattıkları ve çarpıcı bir eser

Şu günlerde Kurban Bayramı’nı milletçe kutluyoruz. Geçmişten günümüze epey değişiklik oldu ve artık bayramlardaki tatil günlerini yaz tatili niyetine değerlendiriyoruz.
Ama yine de her Kurban Bayramı’nda, sabah erkenden camiye giden ve bayram namazlarını eda edip cami cemaatiyle bayramlaştıktan sonra evine dönen babalar ve oğullarını kendi geleneklerine göre kahvaltı hazırlamış hâlde bekleyen hanelerimizin değişmez fertleri, temel direği kadınlar var. O kahvaltıları neşe ve huzurla yapıldıktan sonra aile içinde bayramlaşıp kestikleri kurbanların etlerini yoksullara dağıtarak dinî vecibelerini tek tek yerine getiren milyonlarca insandan söz ediyorum.
Şimdi daha steril ortamlarda yürütülüyor kurban kesme işlemleri. Sistematik ve çevreyi kirletmeden.
Küçüklüğümde bahçemizde kesilirdi kurban. Kimilerinin saçmaladığı gibi çocuk kalbimde travmaya filan sebep olmadı bu. Çünkü kurban kesmenin amaçları anlatılmış ve bunun dinimizin gereği olduğu bana öğretilmişti zaten. Gerek Ramazan, gerekse Kurban Bayramlarındaki bu törensellik, canlılık, huzur ve neşe aklımda öylesine kalıcı bir yer etti ki bireyselliğin peşine takılıp farklı dünyalara uçmaya başladığımda ve giderek aile kavramından uzaklaştığımda bile hep hissettim. Beni serüvenlere sürükleyen o savrukluk yine yel gibi geçip gittiğinde bir de baktım ki o his orada ve duruyor. Ama göçmen kuşlar misali birbirinden kopup giden ailemin ne kadar önemli olduğunu, benim onun kıymetini ne denli az bildiğimi anladığımda iş işten geçmişti. Aile yerine arkadaş ve dost ikame etmenin, birini diğerinden üstün tutmanın, aile yerine bireyin kendi normlarını öne çıkarmanın marifet olduğunu sanarak ne halt ettiğinizi o vakit anlıyorsunuz ve pişmanlıklarınız ne yazık ki artık o kaybettiğiniz aileyi size geri getirmiyor.
Sosyolog ve Gazeteci-Yazar Hilâl Kaplan’ın gönderdiği “AİLENİN ADI YOK ya da neden feminist değilim” adlı yeni kitabını okurken kafamda yukarıdaki düşünceler dans etti durdu.
Çok cesurca ve bilimsel istatistiklere dayalı olarak yazılmış, akıcı bir araştırma kitap öncelikle. Açıkçası elime alırken “Ben bunu şimdi zar zor okurum” düşüncesine sahiptim ama bir günde bitirmeme kendim de şaştım. Bunda sanırım Hilal Kaplan’ın gazeteciliğinin ve dolayısıyla “bilimsellik dili”nin tuzaklarına düşmeden yazmasının büyük etkisi var.
 
Hilâl Kaplan hem aile hem de kadın-erkek ilişkileri bağlamında ele aldığı kitabında istatistiklerle, aile yapılarındaki son durumunu ortaya koyuyor ama en çok da “Aile bir ihtiyaç mıdır?” sorusuna cevap ararken bize unuttuğumuz ya da unutmaya meyyal olduğumuz değerleri tek tek hatırlatıyor. Tıpkı bana hatırlattığı gibi. Bu değerlerimizin yerine ikame etmemiz için bize ve çocuklarımıza dayatılan feminizm, eş cinsellik, akışkan cinsellik ve bireysellik gibi olguları masaya yatırıyor, parçalarına ayırıyor ve yine bilimsel kanıtlarla, hiç duymadığımız araştırmalarla çürütüyor.
Feminizm ve eş cinsellikle ilgili âdeta sansür edilip yok sayılan pek çok makalenin varlığından bu kitap sayesinde haberdar olduğumu söylersem yanlış olmaz.
Bu arada kitabın üç önemli konusu daha var:
1-Kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüzler.
2-Erken yaşta evlilik kâbusu ve bu konudaki kanunların yol açtığı trajediler.
3-Süresiz nafaka problemi.
Belgelere ve tanıklıklara dayalı olarak yer alan bölümlerde fark ettiğim bir diğer önemli özellik ise Hilâl Kaplan’ın sorunlara yaklaşımındaki nesnellik.
Bir kadın yazar olarak Kadın-erkek ilişkilerinin ele alınmasında bile bu mesafeli bakışı görebiliyorsunuz.  
Misal, kitabının bir bölümünde yazar “Kadın ve erkeğin eşit ilişki içinde olması ne demektir?” diye başlayan pek çok soru soruyor ve hepsi demirden leblebi feministler için.
Günümüzde aileyi tehdit eden öylesine faktör var ki. Bu parçalanmayı bir de küresel ideolojinin desteklediği dikkate alınırsa, yaşananları “parçala-yönet” diye toplumlar için kullanılan nitelemenin son halkası olarak kabul etmemiz gerek.
Çünkü Kaplan’ın dediği gibi AİLE dış dünya denilen o büyük kollektiviteye karşı bireyi tek başına koymayan en küçük kollektivite biçimi. Bu özelliğiyle yeri doldurulamaz bir işleve sahip. Aile kurumunun bireye sağladığı ekonomik ve sosyal refahın, bir baskı ve bağımlılık aracı olduğu iddiasıyla bu korumanın önemsiz olduğunu savunanlar, merkeze bireyi koyarak ailenin farklı biçimlerde kurulabileceğini ileri sürmekte, bu yolla zaten çekirdek aileye indirgenmiş olan aile kurumunu tümüyle yok etmeyi hedeflemekte. Birey odaklı yaklaşımlar, kişiyi yalnızlığa doğru itmekte. Bunu da “Kendine yetebilmek, kendi ayakları üzerinde durmak” sloganları üzerinden inşa ederek bireyi kontrol edilebilir hâle getirmeyi mümkün kılmakta. Oysa aile bireyi kimsesizlikten alan en yetkin kurum.
Peki, neden çocuğun ihtiyaç duyup talep ettiği hizmetleri ve sosyo ekonomik refahını sağlayan aile, sistem dışında bırakılmak istenmekte?
Bu sorunun cevapları ve yapılması gerekenleri kitapta bulacaksınız.
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp