Top
Dr. C. Ahmet Akışık

Dr. C. Ahmet Akışık

c.ahmetakisik@gmail.com

13/03/2021

Materyalist İlahiyatçılar

Dr. C. Ahmet Akışık
 
Materyalist İlahiyatçılar, Ülkemizde ve diğer İslam ülkelerinde İslam dini alanında Üniversite’de ve Üniversite dışında çalışma yapanlarla ilgili bir kavramdır. Son zamanlarda İslam ülkelerindeki Sünnî İslam karşıtı olan Modernist İslamcılar, İslam dininin temel unsurları olan Vahiy, Kur’an, Peygamberlik ve Sünnet’e karşı -aynı Batı dünyasındaki Reformistler gibi- tepki ve itirazda bulunmaktadırlar.
Batılı Yahûdi ve Hristiyan İlahiyatçılara gelince, onlar, zaten mevcut dinlerinin gereği olarak maddeci ve “Materyalist”tirler. Tanrı kitabı olarak inandıkları İncil, din adamları tarafından değiştirilmiş ve çoğaltılarak dört adede çıkarılmıştır. Hatta dinin esası olan İlâh/Tanrı inancı, tamamen maddî ve beşerî hâle getirilmiştir. Her iki dinde de Tanrı’nın oğlu inancı vardır. Hazret-i Uzeyr, Yahûdilik’te; Hazret-i İsa da Hristiyanlık’ta Tanrı’nın oğlu kabul edilmiştir.
İslam’ın bütün dünyada yayılmakta ve yükselişte olduğunu gören Batı dünyası,  bu yükselişin önünü geçebilmek için, kendilerinde olduğu gibi, İslam’da da Reform yapmaya ve İslam’ın temel yapısını değiştirmeye karar verdiler. Bunun için Batı’da Oryantalizm Merkezleri kuruldu. Bu merkezlerden İslam dünyasına Islâhatçı, Çağdaş, Modernist din âlimi unvanıyla, ajanlar gönderilmeye başlandı.
İşte 18. yüzyılda kurulan, fakat 19. yüzyılın sonlarında İslam ülkelerine gönderdikleri ajanları vasıtasıyla irtibata geçen Misyoner Oryantalistler, bugün artık İslam ülkelerinde dini devlet kurumlarında, özellikle Üniversite ve etkili Vakıflarda bazen açıktan, çoğu zaman da -takıyye gereği- gizli olarak görevlerini sürdürmektedirler.
Oryantalizm bağlantılı Materyalist İlahiyatçılar’ın İslam dini üzerinde çalışma yapan etki ajanlarının hedef ve stratejileri ile bunlara verilen cevaplar, şu başlıklar altında ele alınabilir:
 
SÜNNİ DÖRT MEZHEP KARŞITLIĞI
 
Materyalist İlahiyatçılar, Modernist İslamcılar, Siyasal ve Çağdaş İslamcılar, İslam’da Reformist ve Islâhatçılar ile Seküler Dinciler kavramları, hemen hemen aynı manada kullanılır.
Bunların ortak özellikleri, şu başlıklar altında verilebilir:
1. Ehl-i Sünnet olan Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine karşıdırlar. 
Dört Mezhep İmamı ve bu mezheplere bağlı çalışma yapan âlimler, Müslümanların dinde birliğini sağlamaktadırlar. Misyonerlerin hedefi, bu birliği bozmak ve dağıtmaktır. Sonra Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhep imamları, her biri dinde bir “Mutlak Müctehid”dir. Sahâbe-i kiram ve Tâbiîn büyüklerinin naklettikleri İslam dinini, Kur’an-ı kerim ve Hadis külliyatı çerçevesinde ictihad hükümlerine bağlayarak bâtıl ve fâsit te’villerden korumuşlardır. 1400 küsur yıllık İslam Mirası, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat ismiyle Kur’an, Sünnet, İcma ve İctihad bütünlüğü içinde bugüne kadar gelmiştir.
Ancak buna rağmen Modernist Islâhatçılar, Mezhep imamlarına karşıdırlar. Sanki Mezhep imamları, fetvalarıyla İslam’dan, Kur’an’dan ve Hadislerden başka şeyler söylemişlerdir. Namazı, orucu, zekâtı, haccı, ezanı mı, değiştirmişlerdir?  Hayır, bunların hiçbirini yapmamışlardır. Müslümanların kolayca uygulayabilecekleri Farzları, Haramları, Sünnetleri, Mekruhları ve Müfsidleri, bir sistem dâhilinde açıklamışlardır. Müslüman, neye iman edecek, neyi reddedecek; kim Mü’min, kim kâfir; kim dost, kim düşman? Bunları, açıklamışlardır.
2. “Hazret-i Peygamber ve sahabe dönemlerinde mezhep mi, vardı?” derler.
Hazret-i Peygamber zamanında bütün hükümler, bizzat Peygamber aleyhisselâm tarafından veriliyor ve bunlar, dalga dalga Müslümanlara yayılıyordu. Bir Müslüman, dinî ve dünyevî bir zorlukla karşılaşınca, konuyu, Resûlüllah’a arzederek veya yakın bir sahâbî’ye danışarak halledebiliyordu.
Dört halife döneminde Dört Mezhep İmamı’nın da üstadları olan Halifeler, Fakîh Sahâbeler ve diğerleri, “Hazret-i Peygamber’den duydukları, gördükleri ve arkadaşlarından işittikleri ilm”e göre müşkillerini çözüyorlardı.
Şunu unutmamak gerekir ki, hadis ilmine göre sahâbe-i kiram’ın her biri, “sika”dır. Güvenilir ve âdildir. Onun için her sahâbî,  Resûlüllah ve arkadaşlarından edindiği bilgi ve kabiliyeti nispetinde ictihâda ehildir. Bu durumda mezhebe gerek olur mu?
3. İslamcı Modernistler, Yahûdi ve Hristiyan Oryantalistleri, Müslüman âlimlerine tercih ederler.
Sünnî İslam karşıtı olan bütün Modernistler, Kur’an ve Hadis eleştirisi olsa dahi,  Misyoner Oryantalistleri, Tefsir, Hadis, Akaid ve Fıkıh alanında Müslüman âlimlerine tercih ederler. Müsteşriklerin bâtıl ve fâsit olduğu çok açık olan görüşlerini esas alarak -sözde- bilimsel çalışmalarında Sünnî âlimlere karşı mesned gösterirler. Vahyin inişi, Kur’an’ın kitap/hitap oluşu, Hazret-i Mûsa ve Hızır karşılaşması, Mescid-i Aksa’nın göklerde oluşu (M. Hamidullah’ın hezeyanı), İsra ve Mi’raç mu’cizesi konularında hakikatin ters yüz edilmesi, bunlar arasında yer almaktadır.
Batı dünyasında 19. yüzyıla kadar İslam dinine karşı organize sistematik bir tehlike görülmemektedir. Ancak 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarından itibaren Misyoner Oryantalistler, planlı ve teşkilatlı bir şekilde Sünnî Müslümanların itikadlarını bozmaya ve parçalamaya başlamışlardır. Müslümanlardan Batı ile irtibatı olanlardan birçoğu -imanlarını tehlikeye atmak pahasına olsa da- unvan almak ya da dünyalık elde edebilmek için, bu cazip tuzaklara bilerek bizzat kendilerini teslim edebilmişlerdir.
 
MODERNİST SÖZDE İSLAM
 
1. Batılı gözünde İslam
Batı dünyası, Yahûdi ve Hristiyanlar, "İslam dini”ni ilâhî bir din olarak görmezler ve bundan dolayı da ona inanmazlar. Bu durumda Kur’an’ın Allah kelâm’ı olduğunu ve Peygamber Efendimiz’in hak bir Peygamber olduğunu kabul etmezler. İşin garip yönü, şu nasipsizliğe bakın ki, bu durum, çok açık olduğu hâlde, Müslüman etiketli bir İlahiyatçı eserlerinde: Bir Oryantalisti (İ. Goldziher, W.M. Watt gibi), bir Vatikan bağımlısını (Lovis Massignon gibi) ve bir Yahûdi Dönmesini (M. Esed gibi) İslam âlimlerine karşı “doğru kaynak (!)” olarak kullanabilmektedir.
2. Ahkâmsız Kur’an
Batı, kendi dinlerini reforme ettikleri, değiştirdikleri gibi, İslam’ı da değiştirmek istiyorlar. Plan ve hazırlıklarını bu yönde yapıyorlar. Sekülerizm’i -dinin yönetime, dünya işlerine karışmamasını- kabul ettiklerinden dolayı, İslam’ın Ahkâm/hükümler ihtiva etmesine bir türlü tahammül gösteremiyorlar. Onun için Batı’da doktora yapanlar, daha çok Kur’an Ahkâm’ını eleştirmeye (şahitlik konusunda Salih Akdemir gibi) ve Vahyi esas mecrasından çıkarabilmek için (Fazlurrahman gibi) Felsefe’ye yönlendirilmektedir. Ülkemizde Üniversitelerimizde verilen ve yapılan master/doktora tezlerine bakıldığında, bu durum çok açık olarak görülebilecektir. İslam alanında yazılan “Yüzleşme” ile ilgili kitaplara (bk. Ali Bardakoğlu) bir göz atıldığında İslam Mirası’nın ne denli sorgulandığı, imanî ve İslamî tehlikenin ne boyutlarda olduğu herhâlde anlaşılacaktır.
3. Peygambersiz İslam
İslam dininin temel unsurları olan Kur’an ve Hadis Külliyatı, Sünnî Müslümanlıkta, âdeta üzerlerine toz kondurulmadan muhafaza edilmiştir. Oryantalistler ve Seküler İslamcılar, Siyer, Fıkıh ve Mezheplerle ilgili şâibe uyandırma çalışmalarını belli bir noktaya getirdikten sonra, açıktan Hadisleri İnkâra kalkışmışlardır. Asıl hedefleri, insanlığın kurtuluşuna ışık tutan yüce Kur’an’dır. Ancak bunu kamufle edebilmek için Kur’an Müslümanlığı/Kur’an Bize Yeter hezeyanları ile Peygamber aleyhisselâm’ı dinden uzaklaştırmak ve devre dışı bırakmak gibi küfür ve dalâlet yoluna sapmışlardır. “Peygambersiz bir dinin Tefsiri, Akaidi ve Fıkhı nasıl olacaktır?” siz düşünün. Fakat Ülkemizdeki Hadis Münkirleri, Mısır, Arabistan ve Pakistan’ı -bu ülkelerdeki Reformistleri- geride bırakacak şekilde, hadis düşmanlığı yapabilmekte ve bu konuda kitaplar yayınlayabilmektedirler.
 
“GELENEKSEL İSLAM” KAVRAMI
 
Geleneksel İslam, Batılı Müsteşriklerin İslam’ı tenkit ve aşağılamak maksadıyla kullandıkları bir kavramdır. Bu kavramla genelde Dört Mezhep İmamı başta olmak üzere Seküler ve Oryantalist yaklaşımdan uzak bütün âlimlerin temsil ettikleri İslam Mirası kastedilmektedir. Mısır reformistlerinden (Kur’an’ı tenkit eden) Taha Hüseyin, (İslam’ın âdeta öldüğünü söyleyen) Ahmet Emin, (mason) Afganî, (öğrencisi) Abdüh ve (Osmanlı ve Türk düşmanı) Reşid Rıza gibi Modernistler, bu yaklaşım tarzına karşı çıkarak Seküler ve Oryantalist İslam anlayışının yanında yer almışlardır. Bu tür İslam yaklaşımı’nda hâkim olan sıbga/renk, Batı değerlerinin (!) başında yer alan Akılcılık ve Sekülerizm’dir (dini, toplum hayatından soyutlamaktır.)  Ülkemizde Geleneksel İslam karşıtlığını bir kadro/sistem dâhilinde organize edenlerin başında ise, yaklaşık 40-50 senelik bir süreçte Hayrettin Karaman -Marmara Okulu- bulunmaktadır. Sonra bu Geleneksel İslam karşıtlığı, Kur’an’ın eleştirisi ve Hadislerin inkârına kadar genişlik kazanmıştır. Ankara Okulu, bunlardan biridir.
 
AYASOFYA’NIN AÇILIŞI’NI HÂLÂ ANLAMAYANLAR
 
Ayasofya’nın müze yapılışı, Selçuklu ve Osmanlı’nın temsil ettiği Sünnî İslam’a verilen bir ceza idi. Onun için camiler kapatıldı, ahır ve depo yapıldı. Onun için Yahûdi ve Hristiyan mabet ve dini okullarına dokunulmazken Müslümanların eğitim ve öğretim yerlerine kilit vuruldu. Onun için Kur’an-ı kerim ve Elif-ba’lar yasaklandı ve yakıldı. Onun için Kur’an okutanlar, darağaçlarına ve hapishanelere gönderildi.
Elbette her zorluğun ve sıkıntının bir ferahlığı vardır. Elbette küfür, dalâlet ve işkencenin bir sonu gelecekti. Bilinmez, belki sahabî Eyüp Sultan hazretlerinin, Anadolu Fatihi Sultan Alparslan’ın, İstanbul Fatih’i Sultan Mehmet Han’ın, Evliya ve ulemâ’nın İslam’a yaptıkları hizmetlerinin bereketi ve Müslümanların dualarıyla, Ayasofya üzerine vurulan haçtan kilit kırıldı ve Fatih’in Camii, tekrar aslına kavuştu.
Bu basit bir olay değildir. Ayasofya’nın müze yapılması belli bir zihniyeti, açılması da farklı bir zihniyeti temsil etmektedir.
Bu farklılığı hâlâ anlamayan ve anlamak istemeyen Modernist İlahiyatçılar, acaba bundan sonra:
Ehl-i salîp’e kardeşlik ve diyalog ilan eden Abant Türü Toplantılar, yapabilecekler mi?
Atalarımız Selçuklu ve Osmanlının sahip olduğu Sünnî Müslümanlığı  tahkir, tezyif, tahrif ve tebdil içeren Sempozyum ve Çalıştaylar, düzenleyebilecekler mi?
Diyanet İşler Başkanlığı’nı yabancı ve Türk düşmanı bozuk dinî ideolojilere âlet edip eserler yayınlayabilecekler mi?
Üniversitelerdeki Öğretim elemanları, akademik yetkilerini FETÖ, Vehhabîlik/Selefîlik, Oryantalizm ve Vatikan’nın amaç ve hedefleri doğrultusunda kullanabilecekler mi? 
Ve son sorumuz:
Ülkemizde Ayasofya’nın açılış sevinci yaşanırken tam o günlerde hedef saptırarak kamuoyunun günlerce başka konulara yönelmesine sebep olan:
Bir FETÖ gitti, bin FETÖ geliyor” diyen İlahiyat Dekanı Ali Köse, acaba şu anda nerededir (makamında kalabilmiş midir)?
Unutulmamalıdır ki, Ehl-i Sünnet âlimlerinin Akaid, Fıkıh ve Fetva SİHA’ları, her an Atalarımızın temsil ettiği Sünnî İslam’ı karalamak, bozmak ve değiştirmek isteyenlerin üzerindedir!
Sevgi ve selâmımız:
Beşer katkısından uzak, tek kelimesi değişmemiş mukaddes Kur’an ile,
Âlemlere rahmet olarak gönderilen hidayet rehberi Peygamber’in gönüllere şifa veren Hadisleri ile,
Sahâbe-i Kiram’dan aldıkları İslam’ı, Kur’an ve Hadis çerçevesinde açıklayan Müctehidler ile,
Tefsir, Hadis, Akâid, Fıkıh, Siyer, Tarih, Tasavvuf ve Ahlak alanlarında dünyaya ışık tutan eserler bırakan âlimler ile,
Küfür, dalâlet ve bid’at’e geçit vermeyen Halife, Hakan, Hükümdar, Padişah ve Yöneticiler ile,
Temsil edilen Geleneksel Hak İslam’ı
Gönüllerine nakşeden salih Müslümanlar üzerine olsun!
 
Mahzun ve mükedder Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi'nin ibadete açılışı: 24 Temmuz 2020
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp