Top
Dr. C. Ahmet Akışık

Dr. C. Ahmet Akışık

c.ahmetakisik@gmail.com

10/10/2020

Siz hâlâ anlamadınız mı? Fatih’in torunları Türkler geliyor! İslam’da Cihad ve Savaş Stratejisi

 
İslam dini, bütün insanlığa dünya ve Ahiret mutluluğunu sunan bir dindir. Temelinde “barış” vardır. Aklını ve iradesini doğru şekilde kullananlar, ondaki ilahî sır ve hakikati hemen görebilmektedirler. Çünkü yüce Allah’ın sonsuz ilim, kudret ve hâkimiyetini taşıyan “vahy”e dayanmaktadır. Bu vahyi gönderen, âlemlerin Rabbi Rahman ve Rahim olan Allah’tır. O, bir “Nur”dur (Nûr,35). Bütün yeri ve gökleri aydınlatan güneş ve ayın yaratıcısıdır.
Peygamberler aleyhimü’s-selam, Allahü teâlâ’dan aldıkları “vahy”i insanlara tebliğ etmek, onlara haram ve helâli, ibadet şekillerini, kul haklarını, yüce Allah’ın râzı olduğu ve olmadığı hususları açıklamakla mükellef tutulmuşlardır. Bu görevlerine tebliğ ve cihad denir. Peygamber efendimiz ve ümmeti de aynı şekilde görevlendirilmiştir.  Başta güzide Eshâb’ı, âlimler  ve diğer Mü’minler, Kur’an-ı kerim ve hadislerce öngörülen tebliğ ve cihad konusundaki emir ve tavsiyeleri yapmakla sorumlu kılınmışlardır. Müctehid âlimler; Kitap, Sünnet, İcmâ’ ve İctihad çerçevesinde bu görev ve sorumluluklarının “esas ve usûl”ünü/yöntemini belirleyerek kitaplarında açıklamışlardır. Bu esas ve yöntemler, bir Strateji oluşturmaktadır.
İslam’da Tebliğ ve Cihad Stratejisi, şu başlıklar altında ele alınabilir:
 
İslam’da Tebliğ   
 
1. İslam’da da’vet metni. Son Peygamber Muhammed aleyhisselâm’ın tebliğ ettiği din, İslam’dır. Bu din, Yahûdilik, Hristiyanlık başta olmak üzere, bütün dinleri yürürlükten kaldırmıştır. Hak din, ancak İslam’dır. İnsanın, evrenin ve evren içindeki bütün varlıkların yaratıcısı, tek Allah’tır. Eşi, benzeri, oğlu ve kızı yoktur. Allah’tan başka ilâhlar, batıldır. Kulluk ve ibadet, ancak O’na yapılır. Allah’tan başka ilahlar/putlar edinmek ve onlara tapmak, en büyük zulüm ve fesattır. Hazret-i Muhammed’i, son Resûl/Peygamber kabul eden; tebliğ ettiği Kur’an’ı ve içindeki bütün hüküm ve haberlerle birlikte vahyettiklerinin hepsine  tereddütsüz iman eden kişi Mü’min ve Müslümandır.         
2. İslam’a en güzel şekilde  da’vet etmelidir. (Ey Re­sû­lüm! İn­san­la­rı) Rab­bi­nin yo­lu­na hik­met ve gü­zel öğüt­le dâvet et ve (lü­zû­mu hâ­lin­de) on­lar­la en gü­zel bir üs­lûp­la mü­câ­de­le et. (Nahl,125)
(Ey Resûlüm!) Allah’tan (sana gelen) bir rahmet sebebiyle, onlara (Eshâbına) yumuşak davrandın! Eğer sert, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz onlar (Mü’minler), etrafından dağılıp giderlerdi. (Âl-i İmrân,159)
3. İyiliği emretmeli ve kötülükten uzaklaştırmadır. Siz (Mü’minler)den hayra (İslam’a) çağıran, (o dininin öngördüğü) iyiliği emreden ve (o dinin bildirdiği) kötülükten men’eden (uzaklaştıran) bir cemâat/topluluk bulunsun. (Âl-i İmrân,104)
Siz (Mü’minler), insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men’edersiniz. (Âl-i İmrân,110)
Bu âyetlerde İslam toplumunun, âlimler ile adaleti sağlayacak yöneticiler yetiştirmesi belirtilmektedir.
4. Tebliğden kadınlar da sorumludur. Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, (koruyup gözetme bakımından) birbirlerinin velisidirler. İyiliği emreder, kötülükten de nehyederler. (Tevbe,71)
5. Kötülüğü ve fesadı önlemelidir. Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle (onu kötü bilsin ve asla tasvip etmesin) ki, bu imanın en zayıf derecesidir. (Müslim, Îmân 22.) 
Ancak, bu konuyu İslam âlimleri şöyle açıklamışlardır: “Elle mâni olma”yı, güç kullanarak devlet organları; “dille değiştirme”yi, ilim adamları; “kalp ile buğz etmeyi”/kötü görmeyi de halk yapar. Yoksa herkes, hâkim ve savcı olmaya kalkarsa, İslam toplumu, fesada uğrar. Bu durumda her yeri, anarşi ve terör kaplar ki, İslam buna karşıdır. İslam, sulhu/barışı öngören bir dindir.
6. Tebliğde büyük mükâfat vardır. Hidayete davet eden kimseye, kendisine tâbî olanların sevabı kadar sevap verilir. Bu onların sevaplarından da bir şey eksiltmez. (Müslim, İlim 6)
Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder ve kötülükten nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azap gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz, ama, duanız kabul edilmez. (Tirmizî, Fiten 9)
İslam’ın ortaya koyduğu ma’rufu/iyiliği yayma ve kötülükten alıkoyma, hiç şüphe yok ki, cihad rûhuna sahip olma ile mümkündür.
 
İslam’da Cihad
 
İslam’da cihad: Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde; dini öğrenmek, öğretmek, tebliğ etmek, onun emir ve yasaklarına uymak, haram ve günahlara karşı nefsi ile mücadele etmek; İslam’ın bilinmesi, tanınması, yaşanması ve yücelmesi için çalışmak olduğu gibi; farklı dinlerden olup zulme uğrayan insanları saadete kavuşturmak, ilâhî hakikatle buluşturmak veya Müslümanlara saldıran İslam düşmanlarını cezalandırmak için “Allah yolunda savaş” anlamına da gelmektedir. Görüldüğü gibi cihad, bünyesinde birçok çeşidi barındırmaktadır.
İslam’da fert ve toplum olarak yapılan cihadın anahtar kavramı, “fî sebilillâh”/Allah yolunda, olmasıdır. Onun için İslam’da savaşın gaye ve hedefinde, diğer din ve toplumlarda olan istilâ, sömürü, baskı ve zulüm, kesinlikle yoktur. Tarih, bunun şahididir. Burada Hazret-i Ömer’in Kudüs’e ve Sultan Fatih’in İstanbul’a girişlerindeki “sivillere dokunulmazlık” ile Haçlı seferlerindeki “sivil katliamlar”, örnek olarak hatırlanabilir.
İslâmî cihadın çeşitleri, şu şekilde verilebilir:
1. Nefse karşı cihad. Kim (Allah yolunda tâatlara sabrederek nefsi ile veya düşmana karşı) mücâhede ederse, kendisi için cihad etmiştir (sevabı onadır). Çünkü Allah, bütün âlemlerden müstağnidir (kullarının cihadına ihtiyacı yoktur). (Ankebût, 6)
Muhakkak nefis, daima kötülüğe sevk eder (Yusuf,53). Mücâhid, nefsine karşı (onun İslam’a aykırı istekleriyle) cihad edendir. (Tirmizi, Fedâilü’l-cihad 2)
2. Şeytana karşı cihad. Şeytan, sizin için bir düşmandır. Siz de onu düşman edininiz. Şüphesiz o, kendine uyanları cehennem eshâbından olmaya çağırır. (Fatır,6)
Şeytanın adımlarına tâbi olmayın. Muhakkak o, sizin için apaçık bir düşmandır. (Bakara,208)
3. Söz ve ilimle cihâd. Ey Resûl(üm)! Kâfirlerle (savaşla) ve münâfıklarla (delil getirerek sözle) cihad et. (Tevbe, 73)
Kâfirlere boyun eğme ve onlara karşı onunla (Kur’ân ile) büyük bir cihad et. (Furkan,52)
4. Mal ve canla yapılan cihad. Ey iman edenler! Sizleri acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi? Allah ve Resûlüne iman edip, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. (Saff,10-11)
Allah, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından oturan (savaşa katılmayan)lardan üstün kılmıştır. (Nisa,95)
Müşriklere karşı mallarınız, nefisleriniz ve dilleriniz (söz ve ilminiz)le cihad edin. (Ebû Dâvûd, Cihâd 17)
 
İslam’da Savaş
 
Kur’an-ı kerim’de harb ve kıtal kelimeleriyle ifade edilen savaş; İslam dışı toplumlarda küfür, fitne ve fesadın hâkim olması, İslam düşmanlarının Müslümanlara ve vatanlarına saldırması, batıl inançlara sahip fertlere ilâhî hakikat olan vahyin/İslam’ın ulaştırma mükellefiyeti gibi sebeplerle meşru kılınmıştır.
Savaş, ancak Müslümanların  Emir’i (halife, hükümdar, hakan, padişah) tarafından verilen karar ile yapılır. Müslüman fertler, Emir’in izni ve talimatı olmadan savaş kararı alamazlar.
Konu ile ilgili bazı âyet-i kerimeler, şöyledir:
Sizinle savaşanlara karşı Allah’ın yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin! Elbette Allah, aşırı gidenleri sevmez! (Bakara, 190)
Fitne (şirk) kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar, onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir. (Enfâl, 39)
Savaş, hoşunuza gitmediği halde savaş üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz bir şey de sizin için bir şerdir. Allah her şeyi bilir, siz bilemezsiniz. (Bakara, 216)
Allah yolunda savaşın ve bilin ki, şüphesiz Allah, her şeyi işitendir, her şeyi bilendir. (Bakara, 244)
 
Tebliğ ve Cihadda Fıkhî Hükümler
 
İslam’da Müctehid âlimler, Kur’an-ı hâkim ve hadislerde geçen tebliğ ve cihad ile ilgili “emir ve yasaklar”ı, farz, vacip, haram ve mubah gibi derecelendirerek hükme bağlamışlardır. Çünkü içtihada ehil, ancak Müctehidlerdir. Zaten 72 “dalâlet ve bid’at fırkaları”nın ortaya çıkışı, Kur’an’a yanlış mana vermeleri sebebiyledir. Cumhûr ulemaya göre Ehl-i sünnet dışı hiçbir âlim, Müctehid kabul edilmemiştir.
Buna göre Müctehid fukaha, tebliğ, cihad ve harb/savaş hukuku ile ilgili konuları, şu hükümlerle derecelendirmişlerdir:
Kudûrî, Siyer bölümü:
Cihad, farzı kifâyedir. Müslümanlardan bir grup yaparsa, diğerlerden düşer.
Hiçbir kimse yapmazsa, terkinden dolayı bütün Müslümanlar, günahkâr olur.
Müslümanlara hücum edip savaş açmasalar bile, (halkına zulmeden, fitne çıkaran ve fesat/terör eylemlerinde bulunan) kâfirlerle harp etmek vaciptir.
Çocuğa, köleye, kadına, âmâya, kötürüme ve eli kesik olana cihâd etmek vacip değildir.
Düşman, Müslüman bir memlekete hücum ederse, o memleketi müdafaa etmek yeryüzündeki bütün Müslümanlara vacip olur.
Bu durumda kadın kocasının, köle mevlâsının izni olmaksızın savaşa iştirak eder. (Türkiye’de İstiklâl Savaşında kadınlar da savaşa katılmışlardı.)
Müslümanlar, savaşta düşmana ait bir şehri veya bir kaleyi kuşattıklarında oranın ahalisini/halkını önce İslâm dinine davet ederler, Müslümanlığı kabullenirlerse, derhal savaştan vazgeçilir. Müslüman olmayı reddederlerse, haraç vermeye davet edilirler, haraç verdikleri takdirde Müslümanların kazandıkları hakları onlar da kazanır. Müslümanlara uygulanan kanunlar, onlara da uygulanır.
İslâm dinini işitmemiş bir milletle ancak İslam’ı duyurduktan sonra harp edilir.
İslâm ordusu büyük bir ordu ise, beraberlerinde Kur'an-ı Kerim ve kadınların bulunmasında hiç bir sakınca yoktur. Çünkü emniyet vardır.
Savaşta kadınlar, çocuklar, deliler, yaşlı olanlar, âmâlar, topallar, kötürümler, bunamışlar, insanlara karışmayan rahipler ve kilise hademesi öldürülmez. Ancak bunlardan biri kral yahut savaşabilir yahut savaşta rey sahibi olur yahut mal sahibi olup malıyla savaşa yardım ederse, (etmişse) elbette cezalandırılır.
Kadın, çocuk, topal, iki gözü âmâ, çalışamaz fakir ve halka karışmayan rahiplerden haraç alınmaz. 
 
Sonuç
 
İslam tarihinde tebliğ ve cihad, fert ve toplum olarak yüce İslam dininin kuralları çerçevesinde mazlum durumunda olan insanlara ilâhî hakikati ulaştırmak veya saldırıya geçen İslam düşmanlarına hak ettikleri cezayı vermek maksadıyla yapılmıştır.
Ayrıca İslam toplumu içinde Haricî ve Batınîler gibi Kur’an’ı yanlış yorumlayan ve salih Müslümanlara çok zarar veren mütecaviz gruplar da ortaya çıkmıştır. Bunlarla Ehl-i Sünnet âlimleri, verdikleri vaazlarla ve yayınladıkları kitaplarla halkı uyarma yönünde mücadele etmişlerdir. İslam devlet idarecileri de ordu çıkararak bu mütecavizlerle savaşmışlardır.
Zamanımızda demokrasi, teknoloji ve iletişim sayesinde tebliğ ve savaş stratejisi tamamen değişmiştir. İslam düşmanları ve Misyoner Oryantalistler, İslam ülkelerinde Üniversitelerde, kamu kurumlarında, vakıflarda ve salih Müslümanlar arasında gazeteci, yazar, öğretim üyesi, âlim, yönetici ve danışman olarak İslam’ı tahrif ve tahrip etme çalışmaları yapabilmektedir. DEAŞ’ın altyapısını oluşturan Selefiye/Selefîlik, şu anda Diyanet’in ve Diyanet Vakfı’nın eserlerinde yer almakta ve övülmektedir.
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp