Kuzey Irak'taki Kürt bölgesinde birşeyler oluyor;
Kuzey Irak Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, ay başında Ankara'yı ziyaret etti; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu ile görüştü.
Erbil'e döner dönmez de çok önemli bir açıklama yaptı;
“Bağımsızlık için referandum” çağrısında bulundu. Liderliğini yaptığı Irak Kürdistan Demokrat Partisi'ne de “referandum hazırlıklarına başlayın” talimatını verdi.
Peki ne oldu da, Barzani uzun süredir hiç gündeme getirmediği “bağımsızlık” kartını yeniden açtı?
BARZANİ'NİN KUZEY IRAK'TAKİ “BAŞKANLIK” BİLMECESİ…
Bunun nedenini anlamak için Mesud Barzani'nin son dönemde Kuzey Irak'ta yaşadığı iç politika sıkıntılarına bir bakmak gerekiyor;
Kuzey Irak'taki Kürdistan özerk bölgesinde başkan, iki yıl süreyle seçiliyor.
Mesud Barzani 2005 yılında Kuzey Irak yerel parlamentosu tarafından, 2009'da ise halk oyuyla Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı seçilmişti.
İkişer yıldan dört yıllık başkanlık süresi, 2013 yılında sona erdi. Ancak IKBY Parlamentosu, Barzani'nin görev süresini 20 Ağustos 2015'e kadar uzattı.
20 Ağustos 2015'te Kuzey Irak'ta çok çetin pazarlıklar yaşandı ve sonuçta parlamentoda temsil edilen siyasi partiler, Barzani'nin başkanlık yetkilerinin biraz kısılması karşılığında, ona iki yıllık ikinci bir ek süre vermeyi kabul ettiler. Böylece Barzani'nin görev süresi 2017'ye kadar uzatıldı.
IKBY'de yürürlükteki yasalara göre, Bölge Başkanlığı ancak iki dönem olarak yapılabiliyor. Yani Barzani için başkanlık 2017'de kesin olarak sona erecek.
Ancak bunun önüne geçebilecek tek birşey var: Bir idari sistem değişikliği. Mesela “bağımsızlık”.
Eğer Kuzey Irak'ta, Barzani'nin 2017'ye kadar sürecek görev süresi içinde bir referandum yapılır ve “bağımsızlık” kararı çıkarsa, bölgedeki tüm yasal, ekonomik sistem, her şey yeniden şekillenecek.
Bağımsızlık, Barzani'nin de, bu kez “bağımsız Kürdistan”ın başkanı olmasının önünü
açacak.
ANKARA'DAN HİÇ SES ÇIKMADI
İlginçtir, Barzani “bağımsızlık” açıklamasını Ankara'dan dönüşünden hemen sonra yaptı.
Kendisi de bir referandum-başkanlık tartışmasını yaşayan Türkiye'den, Barzani'nin “bağımsızlık” açıklamasına hiç ses gelmedi.
Bırakın hükümet üyelerini, Cumhurbaşkanı'nı, Başbaka-
nı'nı; Dışişleri Bakanlığı bile herhangi bir açıklama ile tepki vermedi.
Oysa daha önceleri Kuzey Irak'tan “bağımsızlık” konusunda en ufak bir ses geldiğinde Ankara adeta yeri göğü inletir, Irak'ın toprak bütünlüğü ve birliğinin “en büyük savunucusu” olurdu.
BİR BARZANİ GİTTİ BİR BARZANİ GELDİ…
Bırakın ses çıkarmayı, Barzani'nin Başbakanı Neçirvan Barzani bu hafta sonu Ankara'ya davet edildi. Neçirvan Barzani de, “en üst düzeyde” ağırlandı. Programında hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hem de Başbakan Ahmet Davutoğlu vardı.
Kuzey Irak bağımsızlığa gidiyor; Barzani'ye yeniden başkanlık yolu açılıyor ve Ankara değil ses çıkarmak, Kuzey Irak'tan yeni isimleri ağırlıyor.
Tesadüf mü?
ANKARA FISILTISI: Ankara bugünlerde hep ODTÜ'yü konuşuyor…En çok merak edilen, ODTÜ'ye ya da rektörüne bir “operasyon” mu geliyor?
‘İslam İttifakı'na Pakistan bile karşı…
Suudilerin geçen hafta 35 ülkeyle kurulduğunu açıkladıkları “İslam İttifakı”, daha ilk toplantısını bile yapamadan dağılma aşamasına girdi.
Suudiler, Pakistan'ı İttifak'ın resmi üyeleri arasında saymışlardı. Ancak Pakistan, “evet üye olduk” açıklaması yapmak yerine, üye olup olmamayı kendi parlamentosunda tartışmaya açtı.
Bu tartışma sırasında da Pakistan hükümeti parlamentoya bir söz verdi;
“Eğer bu İttifak'a resmen katılırsak, kesinlikle Suriye'yi istikrarsızlaştıracak herhangi bir harekete dahil olmayacağız. İran'la Pakistan'ın ilişkilerini bozacak her türlü eylemin dışında kalacağız…”
Pakistan hükümetinin bu çıkışı çok önemli…
Çünkü Suudilerin kurduğu “İslam İttifakı”nın, İran'ın, Irak'ı, Suriye'yi dışlayarak aslında tam bir “Sünni ittifakı” olacağı kesin. Pakistan, daha şimdiden böyle bir cepheleşmede yer almayacağının mesajını, tüm dünyaya vermiş oldu.
Pakistan'ın, dahil olmak için meclisini çalıştırdığı, “Sünni İttifakı olursa, çıkacağım” mesajı verdiği “İslam İttifakı” konusunda, bir başka “üye”, Türkiye ne yaptı?
Konu Meclis'e hiç taşınmadı. Kimsenin görüşü alınmadı. Suudiler, “İttifak'ı kurduk” dediler, Başbakan Ahmet Davutoğlu hemen Ankara'nın “onayını” verdi; “İslam ülkeleri arasında yürütülen bu çabanın doğru yönde atılmış bir adım olduğunu değerlendiriyoruz” dedi.
Böylece, Pakistan'ın “dahil olalım mı” diye tartıştığı İttifak'a Türkiye, TBMM'ye hiç danışmadan, hiçbir belge imzalamadan, hatta konuyu Bakanlar Kurulu'nda bile tartışmadan dahil ediliverdi.
Şener'den önemli iddia: Halid Meşal İsrail'in uzantısı
AKP'nin kurucularından; iktidara geldiklerinde ekonomiyi emanet ettikleri Başbakan Yardımcısı;
Abdüllatif Şener.
Ancak daha sonra yollar ayrıldı. O kadar ki, 2007 seçimlerinde aday olmayarak AKP'den ayrılan Şener kendi partisini bile kurdu, AKP'nin karşısına siyasi rakip olarak çıktı.
Şener, uzun süredir süren sessizliğini ise Türkiye ile İsrail arasında varılan son anlaşma ile bozdu. Ve anlaşmaya çok ilginç bir bakış açısı getirdi.
Şener'e göre, AKP hükümetleri döneminde İsrail'le yaşanan gerginliklerin tümü, hatta Mavi Marmara olayı bile İsrail'in güçlenmesini sağlayacak oyunun bir parçası.
“Ben bir siyasetçi olarak, yaşananların sonucunda kimin bundan fayda sağladığına bakarım” diyen Şener, tüm yaşanananları 2004 yılında G-8 zirvesinde kararı alınan, kamuoyunda bilinen adıyla “Büyük Ortadoğu Projesi”, resmi adıyla “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi” çerçevesinde değerlendiriyor;
Kendisinin de Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde, o zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın projenin hayata geçirilme kararı alındığı G-8'e katıldığını hatırlatan Şener, zirve dönüşünde Erdoğan'ın pek çok fırsatta kendisinin “BOP Eş Başkanı” olduğunu söylediğini vurguladı.
Şener'e göre, BOP'un kurulmasının ardından başlayan “Arap Baharı”, aslında bir “Arap karakışı” oldu ve aslında İsrail'e yaradı.
İsrail'in Ortadoğu'daki en büyük düşmanları; Saddam yönetiminde Irak, Kaddafi yönetimindeki Libya ve Esad yönetimindeki Suriye iç savaşlara sürüklendi. Ve İsrail için tehdit olmaktan tamamen çıktı.
Yine Şener'e göre, tüm bu yaşananlarda Türkiye'nin oynadığı rol ise yaşamsal oldu.
Davos'taki “One minute” çıkışı ile Recep Tayyip Erdoğan Arap halkı gözünde Filistin davası açısından “kahramanlaştırıldı”.
Ardından, Mavi Marmara olayı ile söylemde Filistin davasına büyük destek veren ancak bunun için sıcak çatışmaya girmemiş Türkiye'nin “kanı aktı”. İsrail, Gazze'ye yardım için giden Mavi Marmara'da 9 Türk vatandaşını öldürerek, Türkiye'nin de Filistin davasına resmen şehit vermesini sağladı.
Böylece de, Erdoğan'ın prestiji Arap sokaklarında iyice yükseldi; Arap halkları Filistin davasına sahip çıkmayan kendi diktatörlerinin yerine, seçimle göreve gelecek Erdoğan benzeri yöneticiler için sokaklara çıktılar. Ve bu da, Arap ülkelerinde yaşanan iç karışıklığın işaret fişeği oldu.
Yaşananlar sonucunda İsrail'in Arap dünyası içinde hiç ciddi hasmı kalmadı. Ortam, İsrail'in coğrafi olarak olmasa da, etki alanı olarak genişlemesi açısından uygun hale getirildi.
Abdüllatif Şener tüm bu yaşananları açıklarken Hamas lideri Halid Meşal'e biçtiği rol ise son derece ilginç.
Şener, Meşal için “İsrail'in uzantısı” nitelemesini yaptı.
Meşal'in, Türkiye'deki AKP hükümetinin “Filistin davasının tek savunucusu” imajını Arap topraklarında iyice netleştirmek için en kritik dönemlerde Türkiye'ye ziyarette bulunduğunu, bu ziyaretlerin fotoğrafları ile imajın pekiştirildiğini anlattı. Bu anlamda, İsrail'in oyunun en önemli parçalarından biri olduğunun altını çizdi.
Tüm bu unsurlar alt alta yazılınca da, Şener'e göre İsrail-Türkiye anlaşmasına şaşırmak mümkün değil…
Türkiye'nin Gazze'ye yönelik ambargo şartından vazgeçişi anlamına gelen o anlaşma da, daha 2004 yılında kurulan oyunun “doğal sonucu”…