Top
Zeynep Gürcanlı

Zeynep Gürcanlı

zgurcanli@sozcu.com.tr

18/01/2016

Başkan eşittir devlet midir?

Başkanlık sistemini konuşurken, bunları da konuşmak lazım.
“Devlet eşittir başkan/Cumhurbaşkanı” mıdır?
ABD Başkanı Barack Obama geleneksel “Birliğin durumu” konuşmasını yaptı. Salonda, vekiller ve senatörlerin dışında, ABD Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları ile Yüksek Mahkeme yargıçları da vardı.
Obama konuştukça, zaman zaman salon heyecanlandı; vekiller ayağa kalkıp alkışladı.
Ancak ABD Başkanı'nın konuşması sırasında ne askerlerin, ne de yargıçların kılı kıpırdamadı. Alkışlamadılar, onaylamadılar. Adeta taş gibi durdular.
Bunun nedeni var; başkan siyasi bir figür. Oysa askerler devleti, yargıçlar ise adaleti temsil ediyor o salonda… Siyasi figürün konuşmasına verecekleri tepki, ya devleti ya da hukuku bağlayacağından çok dikkatliler. Çünkü onlar tarafsızlar. Siyasetten değil devletten yanalar.
Ve ABD gibi güçlü bir demokraside “devlet eşittir başkan” gibi bir denklem yok.
Oysa Türkiye'de mevcut durum çok farklı.
Bırakın “Cumhurbaşkanı eşittir devlet” denklemini -ki halkoyuyla gelen cumhurbaşkanının da artık siyasi bir figür olduğunu söylemek gerekir- Türkiye'de hükümetin her politikası, her fikri, her doğrusu/yanlışı, “devletin eylemi” olarak görülüyor.
En güzel örnek, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın Sultanahmet saldırısından sonra yaptığı konuşma… Bozdağ, muhalefete yüklendi, muhalefeti hükümetin dış politikada attığı her adım ve karşılaştığı her sorunda, “karşı tarafın yanında” durmakla eleştirdi.
Oysa soru şu:
Dış politikada adımlar atılırken; mesela Suriye'nin içişlerine karışılırken, İsrail'e önce “one minute” denilip, sonra “ihtiyacımız var” söylemine sığınılırken, Rusya'yla ballı börekli/nükleer santralli ilişkilerden düşmanlık boyutuna geçerken, içerde önce terör örgütü PKK ile müzakere yürütüp, ardından Güneydoğu'da tanklarla şehir merkezlerinde operasyon yapmaya savrulurken, hangi aşamada muhalefete danışıldı?
İşler iyi giderken “hükümet eşittir AKP”, işler sarpa sarınca “hükümet eşittir devlet”…
Demokrasi böyle bir şey değil. Bu ancak “ileri demokrasi”…

Suriye'de terör örgütleri listesine CIA ve diğer istihbarat örgütleri de girecek mi?

Suriye konusundaki kritik tarih 25 Ocak…
Esad rejimi, ülkedeki muhalif gruplarla masaya oturacak; BM gözetiminde yapılacak görüşmelerde, “geçiş süreci” ele alınacak.
Ama daha “barış görüşmeleri” başlamadan, “kavga” çıktı bile…
Yer; New York'ta Lotte New York Palace Otel. Pek çok ülkenin temsil edildiği, basına kapalı bir toplantı.
Toplantının konusu, Cenevre'de 25 Ocak'ta gerçekleşecek toplantıya hangi muhalif örgütün katılıp, hangisinin katılmayacağı. Bu konuda “toplantıya katılamayacak” örgütleri belirlemesi için Ürdün'e görev verilmişti.
Ürdün Dışişleri Bakanı Nasser Judeh, toplantıya katılanlara bir “taslak liste” dağıttı.
Ve kızılca kıyamet de bundan sonra koptu.
Çünkü Ürdün'ün listesinde İran Devrim Muhafızları da vardı. Toplantıda hazır bulunan İran Dışişleri Bakanı Zarif, çok sert tepki gösterdi.
“Suriye terörist gruplar listesi, İran'a saldırı çalışmasına dönüştü” diyen Zarif, herkesi şok eden bir çıkış yaptı:
“O zaman biz de Suriye'deki terör grupları konusunda kendi listemizi hazırlayalım. Listenin en başına da CIA'yı koyalım…”
Zarif'in bu çıkışının ardından Ürdün Dışişleri Bakanı taslak listeyi geri topladı. Ve toplantı, katılımcıların ağızlarında bir parça acı tat bırakarak, dağıldı.

HANGİSİ TERÖRİST, HANGİSİ DEĞİL?

Peki, “terörist örgütler listesi” konusunda 25 Ocak'a kadar bir sonuç alınabilir mi?
Çok zor.
Cenevre'de yapılacak Suriye barış görüşmelerinin hazırlığı 17 ülkenin temsil edildiği Suriye Destek Grubu tarafından yürütülüyor. Ve aralarında İran, Türkiye, Rusya, ABD'nin de olduğu bu 17 ülke, toplamda 167 muhalif grubun “hangisinin terörist, hangisinin devrim savaşçısı” olduğunu belirlemeye çalışıyor.
Bir ülkenin terörist saydığı gruba, diğeri lojistik/askeri destek verdiğinden de bir türlü uzlaşmaya varılamıyor.
“Terörist” oldukları konusunda herkesin üzerinde anlaştığı sadece iki grup var: IŞİD ve El Nusra.
Ama diğer gruplar söz konusu olduğunda, çıkar çatışmaları da devreye giriyor.
Mesela; Türkiye'nin, Katar ve Suudi Arabistan'la birlikte mutlaka “Suriye muhalif heyetinde yer alması gerektiğini” savunduğu Ahrar el Şam ve Cayş El İslam, Rusya tarafından “terörist” olarak nitelendiriliyor. İran da aynı kanıda.
Türkiye'nin terör örgütü PKK'nın uzantısı olarak gördüğü YPG ise ne ABD'nin, ne de Rusya'nın “terörist” listesinde yer almıyor.
Lübnan ise Lübnan Meclis Başkanı Nabil Behri'nin bağlantılı olduğu siyasi partilerin, Ürdün'ün “terör listesinde” yer almasına kızgın.
Dahası da var; masanın diğer tarafında oturacak Esad rejiminin de, bazı grupların “muhalefet heyetine” dahil edilmesine karşı…
Şimdilik bulunan çözüm, Suriye'de siyasi çözümden sorumlu olarak atanan BM Temsilcisi De Mistura'nın, Cenevre'de “mekik diplomasisi” yoluyla görüşmeleri yürütmesi.
Bu iş daha epey su götürür…

Tüm referanslar Hitlerden…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlık sistemi örneği olarak Hitler Almanya'sını kullanması çok tartışıldı.
“Üniter sistemli başkanlık baktığımızda var. Hitler Almanya'sına baktığımızda bunu görürsünüz” diyen Erdoğan, gelen tepkiler üzerine Hitler örneği vermesinin “çarpıtıldığını” şu sözlerle açıkladı:
“Almanya parlamenter sistemle yönetiliyordu, buna rağmen Hitler gibi bir diktatör ülkenin başına musallat oldu, bunu söyledim…”
Erdoğan, bu tartışmadan hemen sonra yine Hitler Almanyası'yla özdeşleşmiş bir başka deyim kullandı.
“Barış için akademisyenler” bildirisine imza koyan üniversite öğretim üyeleri için “beşinci kol” nitelemesini yaptı.
İlginçtir; “Beşinci kol” da, geçmişi daha eski olmasına rağmen, Hitler Almanya'sı ile özdeşlemiş terimlerden biri. Almanya, Hitler yönetiminde Polonya, Norveç, Hollanda, Danimarka gibi ülkelere, işgal öncesinde “beşinci kol” adıyla anılan istihbarat elemanları aracılığıyla sızmış, bu ülkelerin halklarının NAZİ prensiplerine göre yönlendirilmesini sağlamıştı.
Sanırım Cumhurbaşkanı Erdoğan bugünlerde Hitler Almanya'sını çok yakından inceliyor.

CHP Kürt açılımına hazır

Siyasi partilerin kurultaylarında en heyecanlı an, genel başkanın konuşma anıdır.
Parti tabanı, liderin mesajları doğrultusunda, heyecanlanır, düşünür, harekete geçer.
CHP kurultayında da beklenti buydu. Ancak Kılıçdaroğlu'nun konuşması, bu beklentilerin hiçbirini gerçekleştirmedi.
Delegeyi heyecanlandırmadı; ortaya düşünecek bir öneri ya da vizyon koymadı. Salonu hareketlendiremedi.
Kılıçdaroğlu sadece CHP'ye yönelik eleştirileri tek tek sayıp, bunları yanıtlamakla yetindi. Bir nevi, “savunma” yaptı.
Kılıçdaroğlu'nun konuşması ile CHP'de mevcut lidere yönelik umutlar, eğer hâlâ vardıysa, hüsranla sonuçlandı.
Ancak iş, partililerin serbestçe konuştukları bölümde değişti; CHP'yi o hep bahsedilen “yüzde 25 kapanından” çıkarabilecek mesajlar, genel başkanın değil parti delegelerinin, örgütün konuşmalarından geldi.
Hemen hemen her konuşmada Kürt sorununa atıf yapıldı. Ve son dönemde yaşananlar için Kürt halkıyla “dayanışma” mesajları verildi.
Uludere'de ölenlerin aileleri de, Suruç'ta ölenlerin aileleri de CHP kongresindeydi. Katledilen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi'nin eşi Türkan Elçi'nin mesajı, alkışlarla karşılandı.
Ve ortaya çıktı ki; CHP bir “Kürt açılımına” hazır.
Bu açılım, AKP'nin yaptığı gibi “sağ” bakışla, “milliyetçilik” üzerinden yapılacak bir açılım değil.
“Sol bakışla”, insan hakları, gelir dağılımı, ezilmişlik üzerinden yapılacak bir açılım. Murat Karayalçın'ın “ötekileştirilenlerin, dışlanmışların partisi olacağız” sözü de, İstanbul İl Başkanı Cemal Canpolat'ın açıkladığı, CHP'nin kalabalık bir heyetle yapacağı “ezilen Güneydoğu'daki Kürt halkı ile dayanışma” ziyareti de bu açılımın ilk ayak sesleri.

Ankara  FISILTISI: 

AKP hükümeti bu ara İsrail'le barışmaya pek istekli. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, AKP'li bakanlardan birbiri ardına İsrail'e sıcak mesajlar gönderiliyor.
Ancak bu mesajlar pek karşılık bulmuyor gibi.
Sultanahmet saldırısından sonra İsrail Cumhurbaşkanı Rubi Rivlin, Alman Cumhurbaşkanı'nı arayıp, başsağlığı dileklerini iletti.
Diplomatik kulislere göre, saldırının Türkiye topraklarında gerçekleşmiş olması nedeniyle Ankara'da da acaba İsrail tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bir “başsağlığı-geçmiş olsun mesajı” gelir mi diye ciddi beklenti oluştu.
Ama o telefon gelmedi.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp