Top
Zeynep Gürcanlı

Zeynep Gürcanlı

zgurcanli@sozcu.com.tr

01/02/2016

Türkiye, kendi eliyle PYD’yi meşrulaştırdı

Cenevre'deki Suriye barış görüşmeleri, Türk dış politikasında son dönemdeki yalpalamayı zirveye çıkardı.
Suriye politikası başından beri yanlıştı; ancak Cenevre görüşmeleri konusundaki PYD inadı, “yanlışların da şahikası” olarak kayıtlara geçti.
Şöyle ki;
* İlk yanlış, AKP hükümetinin “Beşar Esad bizi kandırdı” diyerek, Şam yönetimiyle ilişkiyi tümden kesmesiydi. O dönemde, Esad rejiminin “birkaç ay içinde yıkılacağı” tahmin ediliyordu. Ankara, Esad'la ilişkiyi keserek, “Esad sonrası” için ön alacağını hesapladı. Ancak Esad değil yıkılmak, son dönemde yeniden “meşru aktör” haline gelmeyi başardı. Cenevre'de barış masasının bir ucunda Esad rejiminin oturmasının tam olarak da anlamı bu; Ankara “tanımıyorum” dese de, Esad rejimi Suriye konusunda “meşru” bir aktördür.
* İkinci yanlış, AKP hükümetinin Esad yönetimini, Suriye'deki Sünni-selefi akım üzerinden yıkmaya çalışmasıydı. Ne Suriye'deki Şii gruplar, ne ülkenin kuzeyindeki Kürt nüfus, ne de laik hareketler AKP hükümeti tarafından görmezden gelindi.
* Üçüncü yanlış, AKP'nin sınırlarının hemen ötesini Kürtlerin değil, İslamcıların kontrol etmesini tercih etmesiydi. Ilımlı diye başlayan İslamcı hareket, giderek IŞİD'e dönüştü, en çok da Türkiye'nin başına bela olmaya aday hale geldi.
* Dördüncü yanlış, AKP'nin Kobani kuşatması sürecinde PYD'ye karşı izlediği politikada müthiş yalpalamasıydı. Kobani kuşatma altına alındığında AKP'nin ilk yaptığı “görmezden gelmek” oldu. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan “Kobani düştü düşüyor” diye, IŞİD'i destekler tavır da aldı. Ancak ABD'nin IŞİD'e karşı tavrı ağır bastı; Washington'un Ankara üzerindeki baskısı, AKP'yi Suriye'deki Kürtler ve PYD konusunda “adım atmak” zorunda bıraktı. Hiç hazedilmeyen PYD'nin lideri Salih Müslim Türkiye'de ağırlandı, Türkiye PYD'ye yardıma giden peşmergelere topraklarını açtı.
* Beşinci yanlış ise, Cenevre toplantısı öncesinde Türkiye'nin, “PYD katılırsa, boykot ederiz” çıkışıydı.
Peki sonuç ne oldu;
* Cenevre'ye PYD çağrılmadı ama, PYD'nin en büyük bileşeni olduğu Suriye Demokratik Meclisi davet edildi. PYD, “hülle yoluyla” Cenevre'ye dahil oldu.
* PYD'ye masaya oturmak için resmi davet gitmedi ama, Birleşmiş Milletler PYD Eş Başkanı Salih Müslim'i Cenevre'ye davet etti. BM, Müslim ve beraberindeki heyetin otel rezervasyonunu yaptı, konaklama paralarını ödedi. Müslim, resmen masaya oturamasa da, “danışman” adı altında “saha kenarında” tutuldu.
* PYD'nin tam olarak ne olduğunu bilmeyenler bile, Türkiye bu kadar yüksek perdeden itiraz edince, örgütü tanır hale geldi.
* Türkiye'nin kendisini ortaya koyarak, “boykot” tehdidi yaparak PYD'ye karşı çıkması, uluslararası camiada Türkiye ve PYD'yi imaj açısından “karşı karşıya” getirdi. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, PYD gibi yerel, meşruiyeti bile tartışmalı bir oluşumla birlikte anılır oldu.
En kötüsü de bu; Türkiye, kendi eliyle PYD'yi artık uluslararası alanda “meşru” bir aktör hale getirdi…

Türkiye'nin başına örülen çorap: IŞİD'in petrolü

Sınırda düşürülen uçaktan sonra ilk itham Rusya'dan geldi;
* Rus Savunma Bakanlığı Türkiye'yi açıkça, IŞİD'in yasadışı yollarla çıkardığı petrolü satın almakla suçladı. Moskova tarafından ortaya, “Türkiye'nin IŞİD petrolünün almasının kanıtı” olduğu iddia edilen uydu görüntüleri saçıldı.
* İkinci suçlama, hiç beklenmedik bir yerde ortaya çıktı; Türkiye'nin 5 yıllık bir gerilim döneminin ardından ilişkileri düzeltmek yolunda adımlar attığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “ihtiyacımız var” dediği İsrail de aynı suçlamayı gündeme taşıdı. İsrail Savunma Bakanı Moşe Yaalon, Türkiye'yi IŞİD'i petrol alarak “finanse etmekle” suçladı. Yaalon, “Bildiğiniz gibi, IŞİD petrol karşılığı Türkiye'den gelen paranın uzun süre keyfini sürdü” dedi.
İsrail Savunma Bakanı'nın bu açıklamayı kendi ülkesinde değil de, Yunanistan'a resmi ziyaret sırasında yapması ise ayrıca dikkat çekti.
* Ve son olarak; İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Fransa'ya yaptığı ziyaret sırasında konuştu.
Ruhani, Türkiye'nin adını hiç anmadı. Ancak IŞİD'in güçlenmesi konusunda, örgütle “petrol alış-verişi yapanları” suçladı. İran Cumhurbaşkanı, “Suriye'de bugün sorun şu ya da bu kişi değil, terörizmdir, IŞİD'dir ve bu terörist gruptan petrol alıp, ona silah satanlar, siyasi destek verenlerdir” dedi.
İran'ın son dönemde yaşadığı en büyük gerilim Suudi Arabistan'la oldu; Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükümeti de bu gerginlikte Suudilerin yanında durmayı tercih etmişti. Dolayısıyla, Tahran ile AKP hükümetinin ve Erdoğan arasında “adı konulmamış bir gerilim” yaşandığı sır değil.
Suudi Arabistan'ın IŞİD'in hakim olduğu Irak'la da, Suriye ile de sınırı yok. Oysa Türkiye'nin var.
İran'ın en büyük müttefiklerinden biri; Suriye'deki Esad rejimi. IŞİD'den petrolü alanın bizzat Esad rejimi olduğu ABD raporlarına bile girmişti. Ancak Tahran yönetiminin, IŞİD petrolü konusunda Esad'ı, “en büyük müttefikini” suçlaması mümkün görünmüyor. Dolayısıyla, isim vermede de Ruhani'nin işaret ettiği ülkenin Türkiye olduğunu anlamak hiç zor değil.
İran Cumhurbaşkanı'nın bu açıklamayı Paris'te, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ile ortak basın toplantısında yaptığını da ayrıca not etmek gerek.
Tüm bunları ardarda topladığınızda ortaya çıkan şu;
İran ve İsrail gibi iki “ezeli düşman” ülkenin ikisinin de IŞİD petrolü konusunda Türkiye'yi işaret etmeleri hiç hayra alamet değil. Bir de buna açık açık suçlamalarda bulunan dünyanın en etkin ülkelerinden Rusya'yı ekleyin.
Türkiye'nin başına feci bir “IŞİD çorabı örülüyor…”

Abadi'den “İbadi”ye, İmralı'dan “Terörist başı”na

AKP iktidarında bir çeşit gelenek haline geldi;
Mevcut hükümetle ters düşen biri oldu mu, ilk yapılan onun adının “değiştirilmesi” oluyor.
En belirgin örnek Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad konusunda yaşandı. AKP hükümetinin Esad'la arası iyiyken, o dönemlerde Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan kendisine “kardeşim Esad” diye hitabediyordu.
Ne zaman ki AKP'nin Esad'la arası açıldı, Suriye liderinin adı da bir anda “Esed” haline geliverdi.
Çok benzer bir vaka yine Suriye'den; 2014 yılında dönemin Dışişleri Bakanı olan Davutoğlu IŞİD için “öfkeli gençlerin ortaya koyduğu reaksiyon” benzetmesi yapmıştı. Ancak IŞİD yayılıp, Türkiye için de tehdit olmaya başlayınca, AKP'liler de IŞİD'e bu ismiyle bile hitap etmemeye başladı; Cumhurbaşkanı Erdoğan “DEAŞ” gibi bir kelime ortaya attı. Tüm yandaş medya, AKP'liler bunu kullanmaya başladı.
Son dönemde AKP hükümeti, Irak'taki merkezi hükümetle Başika üssündeki Türk askerleri nedeniyle ciddi bir kriz yaşadı. Ve Başika'daki Türk askerlerine karşı çıkan Irak Başbakanı Haydar El Abadi'nin adı da yandaş medyada ve AKP'lilerin ağzında birden bire “İbadi” oluverdi.
Ve son örnek;
Çözüm süreci boyunca Cumhurbaşkanı Erdoğan da, AKP'liler de PKK elebaşı Abdullah Öcalan'dan sürekli “İmralı” diye bahsediyorlardı.
Çözüm süreci bittikten sonra Cumhurbaşkanı bu hitabı da değiştiriverdi;
Erdoğan artık Öcalan'dan “İmralı” olarak değil, “terörist başı” olarak bahsetti.
Henüz Türkiye ile her alanda ters düşen Rusya lideri Putin konusunda yeni isim bulunamadı. Yandaş medyada aramalar sürüyor…

Biden'ın Türkiye gündemi yeni ortaya çıktı

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın ziyaretinde ifade özgürlüğünden, Twitter yasaklarına kadar her şeyi konuştuk.
Ne Davutoğlu, ne de Erdoğan'la temasları sırasında basın toplantısı olmayınca da, Biden “Türkiye'ye ayar vermeye gelmiş” gibi bir izlenim oldu.
Asıl gündem ise zaman geçtikçe, yavaş yavaş netleşiyor.
Son gelen açıklamalar, ziyaretin perde arkasında ABD'de bu yıl sonunda görevi bırakacak Obama-Biden yönetiminin dış politikada “olumlu miras bırakma” kaygısı olabileceğini gösteriyor.
Biden, Türkiye'den ayrıldıktan sonraki hafta iki kritik telefon görüşmesi yaptı;
Biri İsrail Başbakanı Netenyahu, diğeri Kıbrıslı Rum lider Anastasiyades ile.
Ve her iki görüşmede de Türkiye ana gündem maddesiydi.
ABD'nin son dönemde, başta Ortadoğu olmak üzere, tüm dünyada en önemli başağrısı Rusya'daki Putin yönetimi.
Rusya'nın yayılmacı politikasının önce Gürcistan, ardından Ukrayna'nın bir bölümünü yutması;
Ermenistan'ı tam anlamıyla “uydu devlet” haline getirmesi;
Orta Asya'nın Ruslara sorulmadan adım atılamaz hale gelmesi;
Ve şimdi de Suriye'deki Rus yayılmacılığı…
Tüm bunlara bir de Rus gazına müthiş ihtiyaç duyan Avrupa ülkelerinin, gerektiği anlardaki “mecburi sessizliğini” ekleyin.
Obama-Biden yönetiminin başının ne kadar ağrıdığını düşünmek zor değil.
ABD'de son bir yılını yaşayan yönetim, tüm ağırlığını Rusya'nın bu yayılmacılığına karşılık, “alternatif enerji koridoru” yaratmaya vermiş durumda.
İlk adım olarak, Washington İran'la barıştı; Yeni bir enerji kaynağı dünya piyasalarına girdi.
Ancak uzun vadede bu yeterli değil;
Sırada, Akdeniz'de yatan doğalgazın çıkarılması ve taşınması var. İşte burada da kritik ülke Türkiye.
Ancak Türkiye'nin önce İsrail'le barışması, ardından da Kıbrıs meselesinin çözülmesi gerekiyor.
Eğer Obama-Biden ikilisi kısa süre içinde planladıklarını başarabilirlerse;
Hem Rusya'nın Avrupa'daki enerji tekeli orta vadede kırılmış olacak; Hem de 50 yıllık Kıbrıs meselesi nihayete ulaşacak.
Önümüzdeki günlerin ana dış politika konusu Kıbrıs ve İsrail olacak gibi…

ANKARA FISILTISI: CANİKLİ NERELERDE?

Cumhurbaşkanı Erdoğan'a en yakın isimlerden Nurettin Canikli bir süredir ortalarda yok. Halen AKP'nin TBMM'deki grup başkanvekili görevini yürüten Canikli, son iki buçuk aydır TBMM'ye hemen hemen hiç uğramıyor.
Parlamento şefimiz Veli Toprak'a sorduğumda, “Sağlık problemleri olduğunu biliyoruz. Bir aydan fazla İstanbul'da tedavi gördü. Geçen ay Ankara'ya geldi” dedi. Ankara'ya gelmesine rağmen, Canikli'nin hemen hemen hiçbir programda görünmemesi ise tuhaf.
Özellikle geçtiğimiz salı günü AKP'nin grup başkanvekillerinin Saray ziyaretinde yer almaması iyice dikkat çekti. Ve Canikli'nin bu ortadan kayboluşu, siyasi kulisleri de hareketlendirdi; Seçimlerden önce Gümrük Bakanı olan Canikli'nin, seçim sonra bakanlık koltuğunu kaybetmekten dolayı kırgın olabileceği konuşuluyor. Saray'a gitmemesi ise, “Canikli, kendisini kabineye dahil ettirmek için ağırlığını koymayan Cumhurbaşkanı Erdoğan'a tavır olabilir” diye yorumlanıyor.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp