Top
Yılmaz Özdil

Yılmaz Özdil

yozdil@hurriyet.com.tr

13/02/2020

Feto’nun siyasi ayağı

Samsunlu mermer ustası, dükkanının reklamını yapmak için tabela asmak yerine, dükkanına bitişik olan inşaat halindeki binayı kullanmak istedi, üç katlı inşaatın çatısına mermer mezar koydu.

Yatır oldu!

Gelen geçen el açıp dua etmeye başladı.

Hiç kimse çıkıp “kardeşim inşaatın çatısında yatır ne arar” demedi…

Başka şehirlerden otobüslerle ziyarete gelenler bile oldu.

İstanbul Kasımpaşa'da bir vatandaş, babasından miras kalan evini satışa çıkardı.

Telefon edenlere adresi veriyor, gidin gezin, evde kiracı var diyordu.

Ancak, görmeye gidenlerden ne ses çıkıyordu, ne seda…

Meğer, kirada oturan arkadaş, banyodaki küvete tabut yerleştirip, üstünü yeşil çuhayla örtmüştü, her gelene “burası türbe” diyordu!

Üstelik, türbe olarak tescillenmesi için belediyeye başvurmuştu iyi mi!

Kültür varlıkları kurulu inceledi, banyonun altında bodrum kat vardı, türbe zaten yoktu da, toprakla teması bile yoktu.

Kimseye anlatamadılar tabii… Piyasa değerinin beşte birine zor satılabildi.

Marmaris'te yıllardır din alimi Çağbaba'nın türbesi olarak bilinen piramit şeklindeki mezar, Karyalı gladyatör Diagoras'ın anıt mezarı çıktı!

Sayın ahalimizin yıllardır gladyatöre hatim indirdiği anlaşıldı.

İstanbul Kartal'da bahçe duvarına işeyenlerden bıkıp usanan bir vatandaş, bahçedeki ağacın dibine sağdan soldan topladığı taşlarla mezar yaptı, başına küp koydu, ağacın dallarına bez bağladı.

İşeyenler bıçak gibi kesildi.

Bir gece tıkırtıyla uyandı, gözlerine inanamadı…

Üç kişi bahçeyi kazıyordu.

Türbede define arıyorlardı!

Ispartalı çoban Muhittin Karakoyun, yol kenarında bir çuvalın içinde gelinlik, elbise, etek filan buldu.

Muziplik olsun diye, götürüp Boğaz mevkiindeki ağaçların dallarına astı. Sonra da her gördüğüne palavradan anlatmaya başladı: Zengin bir adam kızını evlendirmek için adakta bulunmuştu, kızı evlenince de, bu gelinliği, eteği getirip ağaçlara giydirmişti.

Bölgeye akın başladı!

Hem getirip ağaçlara elbise asıyorlar, hem de elbise astıkları ağaçlara dua ediyorlardı.

Baktılar ki, durum kontrolden çıkıyor, her gelene “biz uydurduk, sakın inanmayın” demeye başladılar. Nafile… Uydurduklarına inanıyorlar, uydurmuş olduklarına inanmıyorlardı!

Gelen ciplerin, lüks otomobillerin haddi hesabı yoktu.

E naapsınlar, bari turizmden kazanalım dediler… Şimdi her gelene, sakın ağaçlardaki gelinliklere dokunmayın, biri almaya kalktı, aniden ortadan kayboldu, bir daha gören olmadı diyorlar.

Fethiye Kayaköy'de gerilim filmi Küçük Kıyamet'in çekimleri yapıldı.

Dekor olsun diye mezarlık inşa edildi.

Çekimler bitti, vizyona girdi.

Ankara Film Festivali'nde ödül bile aldı.

Mezarlık hâlâ orada duruyor, türbe haline geldi!

Eski Rum köyü olduğu için kilisesi var, ziyarete gelen yerli turistler hem kiliseyi geziyor, hem çömlek alıyor, hem de gelmişken Osmanlı kabirlerindeki (!) rahmetlilere dua okuyor.

Mersin'de yaşayan bir vatandaşımız, yarın öbür gün çocuklarıma yük olmayayım, cenaze üzüntüsü içinde bir de bununla uğraşmasınlar diye düşünerek, memleketi olan Kahramanmaraş'ın Çiçek Köyü mezarlığından kendisine yer aldı, mermerden kabrini hazırladı.

Ertesi sene köyüne uğradı…

Boş mezar türbe olmuştu!

İçinde cenaze olmayan mezarı, bir senede 35 bin kişi ziyaret etti.

Belediye başkan adayları türbede poz verdi, facebook sayfalarına koydu.

Çocuk üniversite sınavını kazanmak istiyor… Doğru şıkları işaretlesin diye, kalemini götürüp türbenin duvarına sürtüyorlar.

Öğretmen olmak isteyen sandukaya tebeşir sürtüyor, mimar olmak isteyen gönye sürtüyor.

Doktor olmak için yatırın altına steteskop sokuşturan bile var.

Her ramazan ayında onbinlerce insanımızın sirke-ekmekle gittiği Oruç Baba, çakma çıktı.

Bizzat torunları açıkladı…

Gerçek Oruç Baba'nın, habire ziyaret edildiği Şehremini'deki türbesinde değil, Eyüp'teki dergahta yattığı anlaşıldı.

Kime anlatıyorsun… Çakma Oruç Baba'yı ziyaret edenlerin sayısında bir kişi bile azalma olmadı.

Ankara Altındağ belediyesi, toplu konut için etüt yaparken, kendi kayıtlarında bulunmayan bir türbeyle karşılaştı.

Türbenin 1993 tarihli kitabesi vardı, “kayıp evliya hazreti imam Ali Rıza”nın türbesi olduğu yazıyordu.

Vatandaş türbeyi yıktırmamak için direniyordu.

Türbeye yıllardır adaklar adanıyor, dualar ediliyordu.

Kültür Bakanlığı'na başvuruldu.

Hazreti imam Ali Rıza türbesinin, İran'ın Meşhed kentinde olduğu ortaya çıktı.

Altındağ'daki çakma türbeyi yıktılar, haliyle boş çıktı.

Çakma türbeyi, polis kontrolünden kurtulmak için, uyuşturucu tacirlerinin yaptırdığı, alışveriş adresi olarak kullandıkları anlaşıldı.

Daha üç gün önce… İzmir'de türbe zannedilen odayı incelediler, kabir filan yok, sandukalardan 400 yıllık el yazması kitaplar çıktı.

Türbe diye dua edilen kitaplarda, astronomi, felsefe, matematik ve tıp anlatılıyor!

Dönemin diyanet işleri başkanı Profesör Ali Bardakoğlu bangır bangır açıkladı…

“Hacılarımız Türkiye'ye kargoyla zemzem suyu göndermesin, Türkiye'den de sakın zemzem suyu almasın, çünkü, Suudi Arabistan hükümeti, zemzem suyunun Suudi topraklarından çıkarılmasına kesinlikle izin vermiyor, hacılarımızın Türkiye'ye göndermek üzere kargoya verdiği zemzem suları, sınırda dökülüyor, Türkiye'de yeniden dolduruluyor, insanlarımız zemzem suyu diye Şekerpınar suyu içiyor, hacılarımız aldatılıyor” dedi.

Bana mısın diyen olmadı…

Zemzem satışı bir litre bile azalmadı.

Umre ziyareti için kutsal topraklara giden vatandaşlarımız, deve sidiği içerek hastanelik oldu.

Niye içtiniz diye sordular.

Şifa için dediler.

Ramazan vesilesiyle iftar programına katılıp “hocam hayırlı ramazanlar, intihar edip kendimi yakmaya kalkıştım, üstüme tiner döktüm, orucum bozulur mu?” diye soran vatandaş var bu ülkede.

Melikgazi'yi yediler birader…

Haberi Anadolu Ajansı servis etti.

Milliyet gazetesi “Melikgazi'yi çorba yaptılar” manşetini attı.

Hürriyet gazetesi “Melikgazi'yi aganigi ilacı yaptılar” başlığıyla duyurdu.

Çünkü… Sayın ahalimiz, Kayseri'deki türbeye çaktırmadan giriyor, sandukayı açıyor, Melikgazi'nin mumyasından küçük parçalar tırtıklıyor, şifa niyetine çorba yapıyordu.

Çocuğu olmayan kadınların, rahmetli Melikgazi çorbasından içer içmez hamile kaldığı söyleniyordu.

Melikgazi'nin dişlerini söküp, öğütüp, çay gibi kaynatıp, içiyorlardı.

Sayın devletimiz müdahale edene kadar, Melikgazi'nin sol kolunu komple koparıp götürdüler!

İstanbul Boğazı'nın Avrupa yakasında, tam Karadeniz'le birleştiği noktada Rumelifeneri var.

O fenerin içinde ne var biliyor musunuz?

Yatır var!

İnanmayan gitsin kendi gözleriyle görsün…

Koskoca dünyada, içinde yatır bulunan tek deniz feneri, bizde.

Çünkü, tee 1856 yılında Fransızlar tarafından inşa edilirken, duvarı çöktü, yaşlı bir teyze “orada yatır vardır, ondan çökmüştür” dedi, sayın ahalimiz “he valla olsa olsa öyledir” diye tasdik etti, fener inşaatını durdurmaya kalktılar, Fransızlar baktı ki olacak gibi değil, türbe benzeri bir şey yaptılar, sonra da etrafını örerek, feneri yaptılar.

Feto'nun siyasi ayağı, işte budur.

Elbette, Amerikan casusu fetocuları devlete monte eden, kumpaslar için önlerini açan, bizatihi Akp iktidarıdır ama… Feto türevi yapıların varlık sebebi, aslında cehalettir.

Feto'nun siyasi ayağı, fetoları dindar zanneden vatandaştır.

Türk tarihi boyunca devlete musallat olan bütün tarikatların, bütün cemaatlerin “din boyası”nı kazıyın… Altından daima iki sebep çıkar.

Birincisi, cahil vatandaş.

İkincisi, bunları maşa olarak kullanan yabancı istihbarat teşkilatları.

Hiç değişmez.

Feto'nun siyasi ayağı, tarikat-cemaat-zırcahil koalisyonudur.

En saygın bilim insanlarına ağız burun kıvırıp, meczupların elini eteğini öpen, düşünmeyen, sorgulamayan ahalidir.

Feto'nun siyasi ayağıyla mücadele etmenin tek yolu…

Cahil goygoyculuğundan vazgeçip, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmektir.

Bu “siyasi ayak” değişmediği sürece…

Akp gider, makepe gelir.

Feto gider, meto gelir.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları