Top
09/08/2020

Yaşasın insanlık!..

Yıl 1963, sonbahar…

Ankara…

Küçük Tiyatro'nun hemen bitişiğinde bulunan, dönemin en ünlü ve güvenilir seyahat şirketinin terminalinden İstanbul otobüsü hareket etmek üzere…

★★★

O sırada, 14-15 yaşlarındaki çocuğunun elinden tutmuş bir baba, telaşla otobüse yaklaşarak kaptan şoföre bir ricada bulunuyor: “Oğlum Galatasaray Lisesi'ne gidiyor, yatılı okuyacak. Onu yalnız gönderiyorum. İstanbul'da güvenilir bir taksiye bindirip okuluna yollar mısınız? Aman valizini de unutmasın!…”

Kaptan “Elbette, siz hiç merak etmeyin beyefendi” diyor.

Baba, hareket eden otobüsün arkasından hüzünle el sallıyor…

★★★

İki gün sonra aynı baba, tekrar terminale gelerek, oğlunu Taksim'den Galatasaray Lisesi'ne kadar götüren şahsın kim olduğunu öğrenmek istediğini söylüyor.

Terminaldeki görevliler İstanbul'u arayıp soruyorlar, fakat oradaki arkadaşları açıklamak istemiyorlar.

Bunun üzerine babanın telefon numarasını alıp, ismi öğrendiklerinde mutlaka bildireceklerine dair söz veriyorlar…

★★★

Baba, daha fazla dayanamayıp o kişiye neden ulaşmaya çalıştığını titrek bir sesle anlatıyor:

“O şahıs kimse, oğlumla beraber Galatasaray Lisesi”ne gitmekle kalmamış, onu idareye kadar götürüp, kayıt işlemlerini tek tek tamamlatmış. Bavulunu taşımış, teslim edilen eşyaları almış, yatakhanede onun çarşafını sermiş, nevresimini takmış, dolabını yerleştirmiş…”

Bir ara durup, gözlerinden süzülen yaşları sildikten sonra devam ediyor:

“Ben ya da annesi gitseydik biz de aynısını yapardık!..”

Bunun üzerine terminaldekiler derin bir “oh” çekiyorlar. Çünkü hepsi bir şikâyet dinleyecekleri endişesini taşıyorlar…

İçleri rahatladığından, bu kez hep birlikte çocuğu okula götüren iyiliksever insanın kim olduğunu öğrenmeye çalışıyorlar.

Epey uğraştan sonra, çocuğu Galatasaray Lisesi'ne götürüp tüm işlemlerini yaptıran kişinin Nevzat Hüseyin Pekuysal, yani şirketin kurucusu ve sahibi olduğunu hayretler içinde kalarak tespit ediyorlar…

★★★

Yıllar sonra kendisine “Nevzat Bey, bu olayı anımsıyor musunuz” diye sorduklarında onun da gözleri doluyor ve sadece şunları söylemekle yetiniyor:

“O baba bana dünyadaki en değerli şeyini, oğlunu emanet etmiş. Ben bu emaneti başkasına nasıl emanet edebilirdim ki?..”

★★★

Bu olayı paylaşan film eleştirmeni ve yazar Atilla Dorsay ağabeyime çok teşekkür ediyorum.

Çünkü günümüzün kutuplaştırılıp ayrıştırılmış toplumunda benzerlerine hasret kaldığımız bu harikulade anı “insanlar yaşadıkça, yaşasın insanlık” dedirtiyor…

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp