Top
25/09/2012

Aytaç Yalman’ın açıklaması

Sevgili okuyucularım,

Balyoz semineri yapıldığında Kara Kuvvetleri Komutanı olan emekli Orgeneral Aytaç Yalman'dan aldığım açıklamayı, yanıt verme hakkına saygı duyarak ve kendi açımdan hiçbir yorum yapmadan, aynen sizlere iletiyorum.
“Sayın Emin Çölaşan, size bu açıklamayı göndermek mecburiyetinde kaldığım için müteessirim. Ancak Balyoz Davası'nın başladığı Mart 2010 tarihinden bu yana
giderek yoğunlaşan ve son zamanlarda doruk noktasına ulaşan haksız iftira ve saldırılara muhatap olduğum malumlarınızdır.
Zamanı geldiğinde tüm bilgileri basınla paylaştığım zaman, bu süreçte itham edilmemesi gereken bir tek kişinin şahsım olduğunu anlayacaksınız. Çünkü sorulacak her sorunun cevabını verebilecek durumdayım. Sizin haksızlığa uğramış bir insanın kendini ifade etmek için yaptığı mücadelenin ne olduğunu bileceğinizi
düşünüyorum. Bugüne kadar şahsımı rencide edecek ifade ve açıklamalarda
bulunmadınız.Ancak 23 Eylül 2012 tarihli yazınız üzerine size bir açıklama göndermek ihtiyacını hissettim. Açıklamamı yayımlayacağınızı ümit ve temenni eder saygılar sunarım.

Mart 2010 yılından bu yana devam eden, Silahlı Kuvvetler tarihinde
olduğu kadar siyaset ve hukuk tarihimiz için de fevkalade önemli
olduğuna inandığım bu davaların bugün olduğu kadar yıllar sonra da
birçok yönleri ile önem ve hassasiyetini koruyacağını özellikle belirtmek isterim.
Bu nedenle konuya ilişkin yaptığım üç açıklamanın ötesinde kapsamlı bir
değerlendirme ve tahlil yapma ihtiyacını hissettim. İfade edeceğim hususların, Aytaç Yalman'ın açıklaması olduğu kadar yarınlara da ışık tutmasını temenni
ediyorum. Bu açıklamalarımın sebebi, yaşadıklarımı ve yaptığım tespitleri, ilgi duyanlara aktarmaktır. Kanaatimce doğru tespit ve teşhisten doğru tedavi yöntemleri ve doğru sonuçlar ortaya çıkar. Yıllardır gönül birliği yaptığım değerli
arkadaşlarımın hukukunun korunması benim için onur meselesidir. Ancak bu mücadele medya yolu ile toplum önünde yanlış anlaşılmalara fırsat vererek, eksik ve yanlış bilgilerle Silahlı Kuvvetlerimize zarar verecek şekilde yapılmamalıdır.
Bu tür davranışlar Silahlı Kuvvetlerimizin geleneksel ahlaki değerlerinin bozulmasına, kemikleşmiş disiplin anlayışının yıpratılmasına sebep olmaktadır.
Şahsıma yönelik isnatlarda bulunan bazı silah arkadaşlarım ve
yakınları, olumsuz davranışlarla kendilerini ve yakın çevrelerini kısa bir süre için tatmin etmiş olabilir, ancak sorunu çözemez ve desteklemek istediklerine yeterince yardımcı olamazlar.Mahkeme salonlarında çözümlenmesi gereken sorunların toplumu yanıltıcı bilgilerle yönlendirerek maşeri vicdani etkileme gayretinin kabul edilmesi düşünülemez.Silah arkadaşlarım şahsımı konuşmamakla, kendilerini
koruyamadığım ve hatta tanık olmamakla tutuklanmalarına sebep olduğumu beyan ettiler.

Aslında konuşmamakla kimseyi üzmemeye özen gösterdim. (Kendim
üzülmeyi tercih ettim.) Özellikle bu dönemde kimseyi itham etmedim. Konuşmamın sağlayacağı fayda ve zararların muharebesini yaptım. Davanın başladığı
günden bu yana;
a. Ahlaki ve mesleki normlara uymayan söz ve davranışlara muhatap oldum. Hatta cami
avlusunda bir cenaze
namazında kadirbilmez, vefasız birinin edep dışı saldırılarına maruz
kaldım. (Bir emekli
Orgeneralden
bahsediyorum.)
b. Şahsım üzerinde
yaratılan menfi
propaganda ile bir
taraftan kamuoyu desteği sağlanırken diğer yandan tutuklu arkadaşlarımın üzerinde de ortak bir
direnç duygusu
yaratılmaya çalışıldı.
c. Medya ve internet
yoluyla yalan haber,
iftira, hakaret ve
saldırılara maruz kaldım. Hiçbir dayanağı olmayan iddialarla “çamur at izi kalsın” mantığıyla
yapılan bu karamalarla üzerimde sosyal bir baskı kurulmaya çalışıldı.
d. Mahkemede sanık ifadelerinde saygı
hudutlarını aşan söz ve ifadelerle iftiralara maruz kaldım. Kuşkusuz; asılsız ve mesnetsiz iddialara ilişkin yasal hakkım
saklıdır.
e. Müteaddit defalar
tanıklık talebinde
bulunulmasına rağmen, mahkeme bu talepleri
sürekli reddetti. İstanbul Baro Başkanı ve 13
yönetim kurulu üyesinin girişimlerinin sonuçları kamuoyuna yansıdığı için burada tekrarlamak
istemiyorum. (Bazı
milletvekillerinin vicdan ve namusuma yönelik
ifadelerini de burada
tekrarlamak
istemiyorum.)
f. Namus, vicdan ve
şerefimi sorgulayan
yüzlerce mektup ve
telgraf aldım. Saygı
sınırlarını aşan telefon konuşmalarına muhatap oldum. Eşim dahi
hakaret, saygısızlık ve beddualara maruz kaldı.
g. Mahkemede seminer ses kayıtları ile ilgili
olarak Ergin Saygun ve Özden Örnek'in verdiği ifadelerinin gerçeği
yansıtmadığını ve iftira olduğunu bir gazetede açıkladım.
h. Ancak bu kez de bir televizyon kanalında
şahsımın gizli tanık
olabileceğim konusu ile ilgili olarak yapılan yalan beyanlara yazılı olarak cevap vermek
mecburiyetinde kaldım.
i. Son bir kez yine bir TV kanalında bir
gazetecinin aynı yalanı tekrarlaması üzerine canlı yayına bağlanarak
gereken cevabı verdim. Aynı yayında açık
oturuma katılan avukat Celal Ülgen de tanıklık yapma isteğimi teyit eden beyanlarda bulundu.
j. Tüm yaşananlara
rağmen arkadaşlarımın ruh halini düşünerek susmayı tercih ettim.Yetişmelerinde emek verdiğim arkadaşlarımın Mahkemenin sonuçlanması ile en az onlar ve aileleri kadar müteessir olduğumu belirtmeliyim. Çünkü onların komutanlarının da komutanı olma sorumluluğunu hep üzerimde hissettim.Yıllarca acı ve üzüntümü sabırla
yaşadım. Çünkü sabrın karşılaştığımız her olayda eyleme geçmeden önce gerekli olan zamanı sükunetle ve içsel çalışma yaparak en iyi şekilde
değerlendirmek olduğuna inandım. Sabır ile kendine hakimiyet
duygusunun önemini
yaşayarak hissettim.
Sabrın her insanın
öğrenmesi gereken bir kudret, sabrı öğrenmenin de sabır işi ve sabrın
gerçek umut etme sanatı olduğunu bu dönemde yaşayarak idrak ettim.
Suiistimal edilen sabrın da öfkeye dönüştüğünü öğrendim. Filozofun

“sabırlı adamın
öfkesinden sakının”
sözüne karşın, sabır ve zamanın şiddet ve öfkenin yapabileceğinden çok daha fazla iş başardığını üzüntü ve sıkıntılarımı iç dünyamda fırtınalar koparak
yaşadım.Bütün bunlara rağmen daha önce yaptığım açıklama ve faaliyetleri bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
a. Davanın muhatabı
olduğumu söyledim ve Balyoz Planı ile ilgili bilgi ve belgeye sahip
olmadığımı açıkladım.
b. Dönemin
Genelkurmay Başkanı (E) Org. Işık Koşaner ile
görüşerek davada tanık
olmama yardımcı olmasını talep ettim.
c. Rahmetli avukatım Sn. Tarık Kale tarafından sanık avukatlarının aracılığı ile tanık olma arzum mahkeme başkanlığına iletildi. Bu husus zabıtlara intikal etti.
d. CMK'nın 178'nci maddesinin hükümleri uyarınca mahkemeye
müracaat edilerek tanık olmam için girişimde
bulunulması hususu ilgili makamlara iletildi.
e. Bu konuda yaptığım son müracaat ise,
avukatım tarafından
davanın yönlendiricisi
durumundaki avukata
yapıldı. İfade vermemin uygun olmayacağı ifade edildi.
Dokuz yıl önce yaşandığı varsayılan söz konusu müessif olaylar hakkında zamanı gelince sağlıklı ve doğru bilgiler vererek kamuoyunu aydınlatmanın gerekli olduğuna inanıyorum. (Neden şimdi açıklamadığımı düşünebilirsiniz. Vereceğim ifade ve yapacağım açıklamalardan bazı kişilerin zarar görmesini
istemem)Şubat ayının ikinci yarısı ile Mart ayının ilk
yarısında; yani seminer öncesi ve seminerin icra edildiği dönemde, Irak
Harekatı ile ilgili hazırlıklar en üst seviyede devam etmekte olduğu için 2'nci Ordu K.lığı bölgesinde bulunuyordum. Bu dönemde MGK bir ayda iki kez toplandı. Yine bu dönemde ABD'lilerin bölgede keşif faaliyeti devam ediyordu. Bu
saydığım nedenlerden dolayı seminere katılma imkanı bulamadım.

Söz konusu senaryo,
emrimin yorumlanması ve durumdan vazifeler çıkarılması suretiyle
yapılmıştır. Yani emrime aykırı olarak icra edilmiştir. Bu konuda daha önce
açıklama yapmıştım.Mahkemenin sonuçlanmasından sonra duygularımı bir gazetede ifade ettim. Üzüntümü çok derin bir şekilde yaşadığımı belirttim. Ayrıca davadan sonra bazı sanık yakınlarının tepkisine de muhatap oldum. Örneğin Tolga Örnek'in maksadını aşan açıklamalarda bulunduğu
malumlarınızdır. Gençliğinin verdiği tepki ve duygusallık içinde o sözleri söylediğini düşünüyorum.

Seminerin yapılmamış olmasının ne anlama geleceği herkesin malumudur.
Söz konusu dönemde Kuvvet Komutanı olarak, bu seminer de dahil olmak üzere temel düşüncem ve görevim; Silahlı Kuvvetler'in mutlak itaat ile birlik ve beraberliğini muhafaza etmek ve onu daima göreve hazır tutmaktan ibaretti. (Oysa bugün geldiğimiz noktada, emrimizde çalışmış ve himaye görmüş birçok asker gazetelerde ve televizyonda şahsımı hedef alan talihsiz, bilgisiz ve yalan beyanlarda
bulunmaktadırlar. Bu durum şahsıma olduğu kadar Silahlı Kuvvetler'e de çok ciddi zarar vermektedir. Bu durumun tarafınızdan değerlendirileceğini
umuyorum.)Dün olduğu gibi bugün de Türk Silahlı Kuvvetleri birlik beraberlik ruhu ile tek vücut halinde,
devletine ve milletine,
Atatürk ilke ve
inkılaplarına bağlılığının gereğini sabır ve sebatla yerine getireceğine inancım tamdır.
Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin birlik ve beraberliği ve savaşçı ruhunun devam etmesi
hepimizin ortak gayesi
olmalıdır. Saygılarımla. Aytaç Yalman.”

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp