Top
21/02/2013

Bir SAT komandosunun ibret dolu mektubu

Sevgili okuyucularım, 1996 yılında Ege denizinde Kardak krizi patlamıştı.

Yunanistan, bölgedeki adacıkların kendisine ait olduğunu iddia ediyor, denizden kuşatma yapıyor, oralara asker çıkarıp bayrağını dikiyordu.
Türkiye direndi ve adalara asker gönderdi. Kardak'a gecenin geç saatlerinde yağmur ve fırtına altında gizlice çıkan ve denizcilerden oluşan SAT (su altı taarruz) komandoları oraya Türk Bayrağı'nı dikti.
Yunan askeri korktu, savaş gemilerine binip geri çekildi. Aksi takdirde savaş çıkacaktı.
O komandolardan birinin adı Ali Türkşen'di.
O şimdi “Darbecilik vesaire suçlardan” tutuklu, Balyoz davasından hükümlü!
Türkşen'den dün aldığım mektubu sizlere iletiyorum. Başlığını “Biz Kardak'ta boşuna mı ölecektik” koymuş.
Ülkemizin bu hükümet döneminde içine sürüklendiği rezil ve yüz kızartıcı durumu ve Genelkurmay'ın çaresizliğini çok iyi anlatan bu mektubu lütfen dikkatle okuyunuz:

* * *

“Sayın Çölaşan, şahsınıza, ailenize ve okurlarınıza sevgi ve saygılarımı sunarak mektubuma başlıyorum.
Ben iki yıldır Hasdal Askeri Ceza ve Tutukevi'nde yatan Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen. Belki de adımı 17 yıl önce Kardak krizinde görev alan SAT (su altı taarruz) komandosu Deniz Üsteğmen Ali Türkşen olarak da hatırlıyor olabilirsiniz.
Krizin üzerinden geçen yıllarda rütbem üsteğmenden albaya yükselirken aklım geriye gitmiş olmalı ki, şu anda Poyrazköy davasında iki kez ağırlaştırılmış müebbet ve ek
olarak toplam 51 yıl hapis cezası istemiyle yargılanıyorum.
Balyoz davasından da 16 yıl hüküm almış durumdayım!
Aktörü olduğumuz bu kurgu davalara ilişkin olarak Hasdal'dan size birçok mektup yazıldığını biliyorum. Ben bugüne kadar yazacak çok ciddi bir neden bulamamıştım.
Ancak son birkaç gündür gazetelerde yer alan bazı haberler beni bu mektubu yazmaya itti.

* * *

1996 yılında Türkiye ile Yunanistan'ı savaşın eşiğine getiren kriz sırasında SAT komandoları olarak yaşadıklarımızı bir gün kamuoyu ile paylaşmak kısmet olur elbet. Ancak benim bugün üzerinde durmak istediğim ve size yazmama sebep olan konu, aradan geçen ve 20 yılı bile bulmayan sürede geldiğimiz durumdur.
O gece Kardak Kayalıklarının üzerine çıkan iki subaydan biri 2 yıldır tutuklu olan ben Ali Türkşen, diğeri de 4 yıldır Hasdal'da ikamet eden Deniz Yarbay Ercan Kireçtepe'dir.
30 Ocak 1996 gecesi yaşadıklarımıza dair çok şey anlatılabilir ama bir şeyi özellikle ifade etmek gerekir. Ercan ve benim dışımda Kardak Kayalıklarının üzerinde görevlendirilen 10 astsubay silah arkadaşımla birlikte o geceye dair en önemli ayrıntı, çatışa çatışa canımızı teslim etmeden, kimilerinin “Kaya parçası” diye küçük gördüğü vatan toprağına tek bir Yunan askerini adım attırmayacağımıza dair ettiğimiz yemindi.
Biz o gece şehit olabileceğimizi bile bile ve büyük bir onurla o görevi icra ettik… Ve biz o gece biliyorduk ki etrafımızda bizi yalnız bırakmadan sabahı eden, irili ufaklı onlarca gemideki, havada ve karadaki yüzlerce cesur yürekli silah arkadaşımızdı ve onlar da aynı bizler gibi ölmeye ve her an yardımımıza gelmeye hazırdılar.
Bugün ne yazık ki onların da büyük bir çoğunluğu ile Hasdal, Silivri ve diğer cezaevlerindeki hücreleri paylaşıyoruz…
Ve bugün basından takip ediyoruz ki, Yunanistan artık herhangi bir krize sebep olmadan Ege'deki adaları elini kolunu sallaya sallaya işgal etmeye, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) de petrol arama ruhsatlarını dağıtmaya başlamış. Benim bu durumda aklıma şu soru takılıyor Sayın Çölaşan:Madem bu işler bu kadar kolay olacaktı, biz 30 Ocak 1996 gecesi Kardak'ta boşuna mı ölecektik? Biz o gece bir gün bu hainliklere uğrayalım,
hapislerde bir ömür geçirelim diye mi ölmeye yemin etmiştik?

* * *

Bu konuda bir yandan Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi uygulamaları ortadayken öte yandan Genelkurmay Başkanlığının yetkili ağızlarından duyulan beyanlar ise ayrı bir çelişki teşkil etmektedir.
Son 5 yıldır TSK'nın üzerine kara bulut gibi çöken dijital iftiralar sonrasında TSK'nın zayıfladığı, ülke çıkarlarının bu nedenle zedelendiği, Ege ve Akdeniz'de gücünü yitirdiği
görüşlerine Genelkurmay Başkanlığı katılmamakta ve bu konuda yorum yapan tutuklu komutanlar için “İçinde bulundukları psikolojik ortam nedeniyle duygusal davrandıklarını düşünüyoruz” demektedir!
Genelkurmay Başkanlığı resmi olarak böyle söylemek zorundadır. Yoksa kendini inkar etmiş olur.
Ancak Yunanistan ve GKRY'nin yaptıkları ortadayken, bu söylenenler kendi kendini kandırmaktan öteye geçemez.
Benim bu konuda son söyleyeceğim şudur:
50 yaşına gelmiş hapisteki bir SAT Komandosu olarak ben yeni bir Kardak krizinde yine görev almaya ve gerekirse ölmeye hazırım.
Ancak ne yazık ki bu kez, 30 Ocak 1996 gecesinde olduğu gibi bizi yalnız bırakmadan sabahı edecek, her an yardımımıza koşmaya hazır yüzlerce cesur yürekli silah arkadaşı ve
komutan bulur muyum, işte ondan çok emin değilim!

* * *

Sayın Çölaşan, Türkiye son dönemde kendi savaş gemisini inşa yolunda çok önemli mesafeler almıştır.
Ayırdığınız kaynak ve teknoloji paralelinde bu çok da zor olmayabilir. Ancak bir gemi, onu layıkıyla kullanacak personeli olmadan ruhsuz bir metal yığınından başka bir şey değildir.
Dünyanın en modern savaş gemisini en küçük vidasına kadar imal de etseniz, içine o gemiyi kullanacak cesur yürekleri koyamadıktan sonra en modern geminin bile hiçbir değeri olmayacaktır…
Ve ne yazık ki Türkiye, Balyoz, Poyrazköy, Kafes, Amirallere Suikast, Askeri Casusluk gibi
dijital kurgu ürünü davalarla yüzlerce cesur yüreğin zindanlara mahkum edilmesine ve dışarıdaki birçok masumun da yüreğine korku salınmasına sessiz kalmıştır.
Bu günahın Türkiye'ye başka neleri kaybettirebileceğini görmekse şu andaki en büyük endişemizdir.
Genelkurmay Başkanlığı, ya da bu yazıyı okuyan herkes şunu çok iyi bilsin ki, bizim derdimiz hapiste geçirdiğimiz süre ya da ailelerimizin içine düşürüldüğü mağduriyet
değildir.
Bizim derdimiz bağımsız olmak, ulus olmak derdidir.
Çektiğimiz sıkıntılar ve uğradığımız hainlik bir derde derman olacaksa, ona da varız. Ama Türkiye'nin bugün düştüğü durum için yapılan samimi değerlendirmelere, “İçinde bulunduğumuz psikolojik ortam nedeniyle duygusal davranmak” olarak yaklaşılırsa, kimse kusura bakmasın ama, buna da söyleyecek sözlerimiz vardır.

* * *

Mektubum uzun oldu biliyorum…
Şahsım ve ruhlarını çok iyi bildiğim önemli sayıdaki silah arkadaşım adına ancak şunu söyleyebilirim:
Hasdal'da tutuklu hiç kimse meslek yaşantısı boyunca başını önüne eğdirecek bir yaşantı içinde olmamıştır.
Birileri bize iftira attı diye de başımızı öne eğecek değiliz.
Bu esaretten kurtulmak için ne kimseye boyun eğer, ne de kimseden af dileriz.
Bizler vatan, millet, bayrak ve Atatürk sevgisini bir günde edinmedik, bir günde de vazgeçecek değiliz. Bu değerler, birileri üzerimize dijital iftiralar attı, hakimler de hak hukuk tanımadan bizleri yargıladı diye vazgeçilecek değerler değildir.
Biz dün neysek bugün de aynı insanlarız. Biz değişmedik ama Türkiye ve Türkiye'nin değerleri değişti.
Asıl başını öne eğmesi gerekenler Türkiye'yi değiştirenlerle bu değişime sessiz kalanlar olmalıdır.
Saygılarımla. Ali Türkşen. Deniz Kurmay Albay.”
Bu mektup çok şey anlatıyor. Yürekli albayıma ve onun cezaevlerine tıkılmış olan kahraman, yurtsever silah arkadaşlarına teşekkür ediyorum, ben de hepsine ayrı ayrı saygılarımı sunuyorum.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp