Top
18/09/2012

Sözün bittiği yerdeyiz

Sevgili okuyucularım, Türkiye'de şehit cenazesi kaldırmaktan yorgun düştük. Cumartesi günü dört askerimiz, pazar sabahı sekiz polisimiz şehitler kervanına katıldı. Bir askerimizin naaşı kayıp!

Afyon'daki patlamada şehit düşen 24 askerimizin cenazeleri ise aradan 11 gün geçtikten sonra
kaldırılabildi. Afyon şehitleri için özel lehimlenmiş
tabutlar yapıldı ki, toprağa verilirken kapakları açılmasın, tabutun içinde ne olduğunu hiç kimse göremesin…
Çünkü o tabutlar boş.
Patlama sonrasında şehitlerimiz un ufak
olmuştu. Yüzlerce metre öteye savrulan o
küçücük beden parçalarının kime ait olduğu belli değildi.
Üstelik bunlar bir de yanmıştı.
Evet, o tabutlar boş. İçlerinde hiçbir şey yokken
toprağa verildi. Bunları yazmak beni de, elbette
okuyan sizleri de altüst ediyor ama gerçek bu.
Sonra geldik cumartesi gününe, dört askerimizi PKK saldırısında yitirdik.
Pazar sabahı ise yine acı bir haberle uyandık.
Bingöl'de sekiz polisimiz şehit.
* * *
Ortalıkta bir hükümet var, ne yaptığını kimse
bilmiyor ve anlamıyor. Her gün şehit cenazeleri
kalkarken, başta Tayyip olmak üzere bütün yetkililer araziye uymuş durumda.
Ellerinden sadece başsağlığı mesajı yayınlamak geliyor. Artık bu da sıktı!
Çaresizliğin, acizliğin ve zavallılığın bu kadarını şimdiye kadar hiçbir Cumhuriyet hükümeti yaşamamış ve millete yaşatmamıştı.
Bütün bunlar olurken Tayyip'e bir bakınız. Şehitler falan onu hiç ilgilendirmiyor olsa gerek ki, TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner'le laf dalaşına girmiş, onu
gagalamaya çalışıyor.
Bütün amacı böyle yeni polemik konuları
yaratıp, dikkatleri ülkemizdeki inanılmaz
rezaletten başka yerlere çekmek.
Burada bir şeyi bir kez daha tekrar etmek istiyorum. Her gün açıklamalar yapılıyor:
“Düzenlenen operasyonlarda şu kadar
terörist etkisiz hale getirilmiştir!”
Yani öldürülmüştür… Kardeşim, bizim derdimiz kaç
teröristin öldürüldüğü değil. Biz başımıza gelenlere, şehit cenazelerine, yaralılarımıza, sönen ocaklara,
devletin düşürüldüğü utanç verici duruma bakarız.

Yandaş basında rezalet

Bütün bunlar olurken
gördüğümüz bir utanç tablosu daha var. Anımsayın, Tayyip bundan kısa süre önce
medyaya bir takım nasihatler vermiş ve şöyle demişti:
“Bu şehit haberlerini medya çok büyütüyor. Böylece terör örgütünün reklamı oluyor. Bu
haberleri küçük verin!”
Şimdi gelelim dünkü
gazetelere!
Yandaş gazetelerin
örneğin bu sekiz şehit
haberini nasıl verdiğini
görelim ve yüzümüz bir kez daha kızarsın:
Habertürk: Birinci sayfanın en altında küçücük bir haber.
Sabah: Birinci sayfada yine küçücük bir haber.
Hürriyet: Birinci sayfanın alt tarafında büyücek bir haber.
Bugün: Birinci sayfada ancak gözlükle görülecek kadar küçük bir haber.
Zaman: Birinci sayfanın en altında bir haber.
Star: Yine aynı. Birinci
sayfanın en altında küçücük bir haber.
Yeni Şafak: Aynı.
Taraf: “PKK Bingöl'de sekiz polisi öldürdü!” Şehit sözcüğü asla yok!
* * *
Bingöl rezaleti sabah
saatlerinde gerçekleşti.
Dolayısıyla, bu gazetelerin her birinin bu acı haberi Sözcü, Cumhuriyet, Aydınlık,
Yeniçağ ve Yurt gazetelerinin dün yapmış olduğu gibi çok büyük, manşetten vermeleri
gerekirdi.
Dünyanın her yerinde gazetecilik bunu gerektirir.
Oysa dünkü yandaşların manşetleri şehitlerle değil, Tayyip'in ipe sapa gelmez sözleriyle, maç haberleri ve magazinle oluşmuştu…
Ve dikkat ediniz, bunları
iktidardan birileri yönlendirdiği için şehit haberlerini hepsi de aynı biçimde, zor görünür bir biçimde vermişti.
Birinci sayfanın en alt
bölümlerinde ve küçücük!.. Yani birkaç saat arayla dört askeriniz ve sekiz polisiniz şehit oluyor ama yandaşlar açısından bunun haber
değeri yok!.. Çünkü bunlara hükümetten emir gelmişti ya:
“Şehit haberleri
büyütülmeyecek!”
Yandaş basın utanç verici, yüz kızartıcı bir durumda.
Şehitlerimize Allah rahmet eylesin.

Hey gidi Kurthan Hoca

Dün yitirdiğimiz Kurthan Fişek benim
çocukluktan beri arkadaşım, sevgili dostumdu. “Ulan Kurt” diye hitap ettiğim Kurthan
ilginç ve renkli bir adamdı.
Arkadaşlığımız taaa ilkokul çağlarında
mahalle arkadaşlığı ile başlamış ve sürüp
gitmişti.
Ortaokul ve liseyi TED Ankara Koleji'nde, üniversiteyi ODTÜ İdari İlimler Fakültesi'nde beraber okuduk. Kurthan 1960 yılı giriş
sınavında ODTÜ Kimya Mühendisliği'ni
kazanmıştı. Orada bir yıl okudu ve kovuldu! Ben olsam ben de kovulurdum! Ertesi yıl sınava yeniden girdi ve bu kez İdari İlimler'i kazanıp bizden bir yıl sonra bitirdi.
Oysa herkes onu Siyasal mezunu zanneder.
Kurt'un ODTÜ'de mühendislik okuması tam bir filme dönüşmüştü. O yıl ñhenüz siyasette
olmayan- Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Erdal İnönü
hocası olmuş ve hepsinden çakmıştı.
Kurt dökülüyor, kafası matematik ve
mühendislik derslerine basmıyor! Hocaları tek tek gezip geçer not istiyor. Fizik hocası Erdal İnönü ona sınav kağıtlarını gösteriyor:
“Oğlum, aldığın bu notları birbirine bölsem sıfır, birbirinden çıkarsam sıfır, toplasam sıfır, çarpsam yine sıfır! Ben sana nasıl geçer not vereyim!”
* * *
İddialı söylüyorum, Kurthan Fişek sosyal
bilimlerde Türkiye'ye gelmiş geçmiş en büyük beyinlerden biriydi. Gazetecilikte muhteşem bir yaratıcı zekası vardı. Bir yanda Siyasal'da
asistan, doçent ve profesör olmuştu ve
öğrenci yetiştiriyordu, öbür yanda ise
gazetecilik yapıyordu.
Onunla yaşantımızın en güzel günlerini
Hürriyet'te geçirdik. Ankara'da aynı çatı
altında o bir köşe yazarı, ben bir köşe yazarı… Ve yaptığımız gırgırlar, takılmalar, onu
işletmelerim, bütün arkadaşlarımız tarafından “Takdirle (!)” izleniyor. Kurt saat gibi işliyor ya da hep birlikte muhabbet ediyoruz ve
gülmekten kırılıyoruz!
Hep dost, sevecen, her türlü şakayı kaldıran, tertemiz, pırıl pırıl bir insan.
Bol küfürlü konuşmaları etrafa neşe saçıyor. Küfretmek herhalde onun kadar kimsenin
ağzına yakışmamıştır.
Onunla yaşadığımız keyifli anların bir
bölümünü kitaplarımda anlattım.
Kurt'un hiç beğenmediğim bir tek şeyi vardı.
Alkol!
Votka içmeye sabahın erken saatlerinde
başlar ve gün boyunca içerdi ama onu hiç
sarhoş görmedik. Önünden hiç eksilmeyen büyük bir kahve fincanı ve o fincanda kahve ya da gazoz… Ama kahvenin de, gazozun da içinde gizlenen asıl malzeme votka!
Alkolün zararını görmeye başlamıştı.
Dün sabah ölüm haberini alınca şaşırdım, afalladım, gözlerim doldu. Benim en az 60
yıllık dostum, arkadaşımdı. Birlikte nice olaylar yaşamış, ne muhabbetler etmiş, ne çok gülüp eğlenmiştik. Ne de güzel işletirdim onu!
O davudi sesi hep kulaklarımda kalacak:
“Eminim, Eminim…”
Hey gidi Kurthan Fişek, ömrün boyunca hiç kimseye kötülük yapmadın, arkanda hep sevgiler bırakıp gittin.
Allah Neyran'a sabır versin, sana rahmet
eylesin canım kardeşim, sevgili dostum.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp