Top
14/10/2022

99 yıllık başkentin serüveni

Sevgili okurlarım, yazılarımda bazen geçmişteki önemli günlere değiniyorum çünkü yakın tarihimizi bile bilmeyen, bilsek bile unutan balık hafızalı bir topluma dönüştük.

Hele genç kuşaklar hemen hiçbir şey bilmeden yetişiyor.

Gerçek ne yazık ki böyle.

Dün günlerden 13 Ekim idi…

Orta Anadolu'nun kerpiç evlerden ve birkaç mahalleden oluşan küçücük, yolsuz, susuz ve çorak kasabası Ankara, zafer kazanan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 99 yıl önce başkent ilan edilmişti.

★★★

Şimdi geriye bakınca bu olayı basite indirgemek, hatta sıradan bir şeymiş gibi küçümsemek mümkün!

Ama o sırada Türkiye'de akıl almaz şeyler oluyordu. Şimdi o geçmiş günlere çok kısaca bakalım.

9 Eylül 1922 Türk ordusu İzmir'e girip vatanı kurtardı.

1 Kasım 1922 günü padişahlık (saltanat) kaldırıldı. Sarayında oturmakta olan son padişah Vahdettin, o hain ve onursuz adam bir İngiliz zırhlısına binerek kaçtı. Tek adam rejimi son buldu.

24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması imzalandı, kapitülasyonlar kaldırıldı. Yeni Türk devletinin egemenliği dünya tarafından tanındı.

(Bunlar olurken son düşman askeri de İstanbul'dan, Osmanlı'nın işgal altındaki başkentinden ayrılmıştı.)

Ve Lozan'dan hemen sonra…

13 Ekim 1923…

Tek maddelik bir kanun teklifi ile Ankara'nın başkent olması Meclis'te kabul edildi…

Ve hemen ardından 29 Ekim 1923, Cumhuriyet ilan edildi.

Her şey adım adım gerçekleşiyordu.

Artık devrimler başlayacak, Türk Devleti ve Türk Milleti uygarlığa doğru koşacaktı.

★★★

Ancak asıl ilginç süreç Ankara'nın başkent ilan edilmesinden sonra başladı.

Savaşta yendiğimiz emperyalist ülkeler Ankara'nın başkent olmasını tanımadılar.

Evet, resmen tanımadılar.

İşin bu boyutu fazla bilinmez…

Onların gözünde başkent İstanbul'du. Er ya da geç yeniden öyle olacaktı!

O nedenle, Osmanlı'nın başkenti olan İstanbul'daki büyükelçiliklerini Ankara'ya taşımayı reddettiler.

★★★

Türk Dışişleri Bakanlığı bunlara ısrarlı çağrılarda bulundu ama hep aynı yanıtı aldı:

“Beklemeye devam edin, yakında geliriz!”

Dünya diplomasi tarihinde böyle bir olay, böyle bir küstahlık pek olmamıştı.

Direnenlerin başını İngiltere çekiyordu.

Fransa, İtalya ve bazı başkalarının tavrı da aynıydı. O dönemde yapılan yazışmalar ve arşivler artık açık.

İstanbul'daki İngiltere Büyükelçisi Henderson, ülkesine şöyle yazıyordu:

“Ankara'nın başkent olarak kalması, Mustafa Kemal'in plan ve ihtirasları için gereklidir. Ben bugünkü Büyük Millet Meclisi'nin iki yıllık ömrü olacağını ve Ankara'nın da iki yıl daha başkent olarak kalacağını sanıyorum. İstanbul'un çekim gücü fazladır ama Türk hükümetini tekrar Boğaz kıyısına çekebilmek için iki yıldan fazla bir zaman gerekebilir… Büyükelçiliğimizi Ankara'ya taşımaya gerek yoktur.”

★★★

Aradan iki yıl geçmiş, 1925 yılına gelmiştik…

Ve Ankara'da sadece üç ülkenin, Sovyetler Birliği, Azerbaycan ve Afganistan'ın büyükelçiliği vardı. Ötekiler direniyordu.

O kadar ki, İstanbul'da yaşayan bazı büyükelçiler ve elçilik görevlileri iş için Ankara'ya geldiklerinde istasyonda kiraladıkları vagonlarda yatıp kalkıyorlardı.

Aradan beş yıl geçti, geldik 1928 yılına.

İlk çözülme İtalya ile başladı ve büyükelçiliğini Ankara'ya taşıdı. Ardından Fransa ve İngiltere çözülmek zorunda kaldı…

Ve İngiltere, büyükelçiliğini 1930 yılında, Ankara'nın başkent oluşundan tam yedi yıl sonra Ankara'ya taşıdı!

Büyükelçilikleri Ankara'ya çekebilmek için o dönemde çeşitli adımlar atıldı. Atatürk'ün emriyle her birine (şimdiki Kavaklıdere ve Çankaya semtlerinde) binalarını yapsınlar diye büyük araziler verildi. Bugünkü Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Polonya, Yugoslavya büyükelçilikleri ve ötekilerin çoğu, işte o dönemde Çankaya ve Kavaklıdere'de verilen o büyük araziler üzerinde kuruludur.

★★★

Ankara'nın başkent olduğu 1924 yılında Anayasa'ya girdi. Kurtuluş savaşı günlerinin çorak ve küçük beldesi, adını artık bütün dünyaya duyuruyordu. Mustafa Kemal Paşa o tarihlerde ünlü sözünü söyledi:

“Ankara başkenttir ve ebediyen (sonsuza kadar) başkent kalacaktır.”

Bugün Anayasamızın bazı değiştirilemez hükümleri var. Onlardan biri de Ankara'nın başkent olarak kalmasıdır…

Sonra bazı sapıklar işi o derece ileri götürdüler, bu maddenin bile yeni bir Anayasa ile kaldırılmasını istediler!..

Ve başımızda bir iktidar var ki, onların da beynindeki başkentimiz Ankara değil, halâ İstanbul!

Merkez Bankası dahil kamu bankalarını ve çeşitli kamu kurumlarını Ankara'dan İstanbul'a taşıyorlar.

Başta dünya liderimiz olmak üzere yaşamlarının çoğu İstanbul'da geçiyor. Türkiye'yi perde arkasından İstanbul'un para babaları, holding patronları, müteahhit çeteleri yönetiyor.

Gönüllerinde Ankara değil başkent olarak İstanbul yatıyor!

Bekleyedursunlar bakalım!

Sevgili okurlarım, yaptığı arşiv araştırmaları ve kitaplarıyla tanıdığımız emekli büyükelçi Bilal Şimşir'in bu konuda yazmış olduğu çok değerli bir kitap var:

“Ankara Ankara. Bir Başkentin Doğuşu.” (Bilgi Yayınevi.)

Okumanızı öneririm, işin özeti budur.

Belgelerle dolu bir ibret anıtı olan kitabında Bilal Şimşir aynen şöyle diyor:

“…Böyle bir ‘ikilik' tarihte görülmüş değildir. Bir devletin başkenti bir şehirde, o devlette görevli yabancı diplomatik temsilciler ise başka şehirde!

Yeryüzünde hiçbir devlete böyle bir muamele reva görülmemiştir. Başka devletler de tarih içinde başkent değiştirmiştir. Başkent değiştirmek veya yeni bir başkent kurmak bir devletin egemenlik hakkıdır.

Başkentini değiştirdi diye cezalandırılan yalnız Türkiye olmuştur.

Ankara'yı başkent yaptı diye yeni Türk rejimi yıpratılmak, devrilmek istenmiştir. Türk'ün en doğal hakkı adeta bir suç gibi görülmüştür.

Türk ulusu bu en doğal hakkını kabul ettirebilmek için akla karayı seçmiştir.”

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp