Top
09/04/2013

Rezaletin böylesi

Sevgili okuyucularım, dün Silivri mahkemesi önünde gerçekleşen olayları herhalde izlediniz ve biliyorsunuz.

Binlerce, on binlerce insan oraya sadece  demokratik haklarını kullanmak için gitmişti. İçlerinde kadınlar, erkekler, yaşlılar, gençler vardı.

Ellerinde sadece dernek flamaları ile Türk Bayrakları, Atatürk posterleri vardı. Üzerlerinde silah yoktu, kimseye karşı saldırganlık sergileme durumu da yoktu.

Duruşma salonuna giden yollar, kilometrelerce önceden kesilmişti. Demir barikatlar kurulmuş, yolları tam teçhizatlı asker ve polisler kesmişti. Buna karşın insanlar topluca, kilometrelerce yürüyordu.

İşkence başlamıştı.

Görenler yürüyenleri işgal ordusu, öylesine yoğun önlemlerin ardına gizlenen güvenlik güçlerini ise vatanı işgalcilere karşı savunanlar zannederdi!

Hava yağmurlu, fırtınalı idi ve o soğukta on binlerce insanımız yürüyordu.

Polis ve jandarma hemen klasik yönteme başvurdu… Çünkü en kolay gelen oydu.

Yurtsever insanların üzerine su ve gaz sıkıldı.

Benzer bir olay geçtiğimiz cumartesi günü İstanbul'un göbeğinde, İstiklal Caddesi'nde yaşanmıştı. Ülkemizin 300 dolaylarında aydın insanı ve sanatçısı, Beyoğlu'nda bulunan Emek Sineması'nın yeniden açılması için yürüyordu.

Olayın hiçbir siyasi boyutu yoktu, herhangi bir olay çıkması söz konusu bile değildi.

Yaş ortalaması 40'ın üzerinde olan bu gruba da derhal müdahale edildi, üzerlerine biber gazı sıkılıp dağıtıldı.

* * *

Bu iktidar döneminde polis ve jandarma bunu alışkanlık haline getirdi. İktidardan yana olmayan kim varsa, kim sesini duyurmak istiyorsa, üzerine gaz sıkılıp püskürtülecek.

O gazı bir kez, geçtiğimiz Cumhuriyet
Bayramı'nda yedim ve nasıl bir şey olduğunu yakından gördüm.

Acayip bir kokuyla birlikte burnunuz yanıyor, gözleriniz yaşarıyor ve görme yetinizi
yitiriyorsunuz.

Nefes alamaz duruma geliyorsunuz.

Gazı yiyenler ister istemez kaçışmaya
başlıyor ve panik çıkıyor. İnsanlar eziliyor.

Bu rezillik dün Silivri'de bir kez daha yaşandı.

* * *

Şimdi biraz da aynı rezilliğin ve utanmazlığın öteki boyutuna bakalım.

Geçtiğimiz Mart ayında özellikle Güneydoğu'da Nevruz kutlamaları (!) yapıldı. Lice ve Cizre gibi ilçelerimize dağdan teröristler indi.

Yüzlerini poşularla gizlemişlerdi.

Ellerinde uzun namlulu silahları vardı. Nevruz kutlaması yapıyorlardı.

Çekimleri medyada yayınlanmamış olsaydı ben inanmazdım.

Devletin askeri ve polisi, gözlerinin önündeki bu kepazeliğe “Dur” diyemiyordu.

Aslında biliyorum, o sahneler karşısında sessiz ve tepkisiz kalmak onların da içini acıtıyordu.

Ama yapacak bir şey yoktu çünkü askere ve polise yukarıdan kesin emir gelmişti:

“Hükümetimiz terörle uzlaşmaya varıyor. Terörist ne yaparsa yapsın dokunulmayacak!”

* * *

21 Mart günü son noktayı Diyarbakır'da koydular. O gün yapılan Nevruz kutlamalarında meydanda bir tek Türk Bayrağı yoktu.

Nefret ettikleri, ellerinden gelse yok edecekleri bayrağımız ortalıkta hiç
görünmüyordu.

Buna karşın Apo posterleri, Kürtçü örgütün sözde bayrak niyetine
kullandığı binlerce paçavra Diyarbakır'da dalgalanıyordu.

Örgüt ve Apo sloganları atılıyordu!

Orada da asker ve polis vardı. Hem de binlercesi.

Bırakın müdahale etmeyi bir yana, terör topluluğuna karşı en küçük bir uyarı bile yapılmadı.

Neredeydi onlar, nerede?

Neredeydi asker, neredeydi polis?

Evet, onlar da emir almıştı:

“Sakın ola ki onlara dokunmayın. ‘Kürdistan'da bir kişinin kılına zarar gelirse hesabını sorarız, mahkemeye sevk edip gerekirse tutuklatırız!..”

* * *

Yaaa Necdet Bey, işte böyle!

Dün Silivri'de masum insanları coplayan, üzerlerine yürüyen senin askerindi. O insanlar vatanın ve milletin bölünmezliği için haykıran, yargının üzerine bir karabasan gibi çökmüş olan iktidar baskısını protesto eden kitlelerdi.

Onların üzerine dün “Kahramanca (!)” yürüyen senin askerin, Diyarbakır ve Güneydoğu'da sergilenen rezillikler karşısında hiçbir şey yapamıyor, eli kolu bağlanmış durumda seyretmekle yetiniyordu.

Üstelik senin komutanların, yine aldıkları emir doğrultusunda Nevruz kutlaması bahanesiyle bölücülük tezgahlayan Kürtçü takımıyla kol kola girip, el ele tutuşup halaylar çekiyordu…

Senin askerine Van'ın ilçelerinde BDP'li belediye başkanlarının isteği üzerine verilen emirlerle, çöpçülerle birlikte sokak temizliği yaptırılıyordu.

Zat'ı aliniz, Türkçe deyişle yüce kişiliğiniz acaba şu olanları görmüyor mu Necdet Bey, görmüyor mu?

Ya da gördüğü halde “Adam sen de, bana ne. Ben hükümetle aramı bozmam” mı diyor!

Levent Ersöz'ün kitabı

Sevgili okuyucularım, Ergenekon sanığı, tutuklu emekli Tuğgeneral Levent Ersöz uzun süredir ağır hasta ve Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde tedavi görüyor. Ne demek olduğunu bilmiyorum, tedavisi olmayan “Et yiyen virüs” hastalığı varmış. Sık sık yoğun bakıma kaldırılıyor.

Levent Ersöz'ün ismi birkaç gün önce yeniden gündeme geldi. Ankara'daki özel yetkili savcı, Turgut ÖzalErsöz'ün öldürttüğü iddiasıyla -durup dururken- onun ifadesini aldı. İlk soru şöyle başlamış:

“Turgut Özal'ı zehirleyerek öldürme olayına karıştığınız sonucuna varılmıştır. İfadenizi veriniz.”

Ersöz demiş ki “Sayın savcım ben 1993 yılında Şırnak'ta görevliydim. Nasıl olur da cumhurbaşkanını öldürürüm!..”

Ortaya bir gizli tanık çıkardılar. İlker Çınar isimli bu şahıs eski uzman çavuş. Yıllar önce TSK'dan kovulmuş.

Şimdi öteki davalardaki gizli tanıklar gibi çıkıyor ortaya, Zirve Yayınevi cinayetini Hurşit Tolon'un örgütlediğini (!) iddia ediyor, bununla da yetinmeyip Özal'ı kimin öldürdüğünü (!) açıklıyor… Ve savcılar da bu gibilerin sözlerini ciddiye alıp insanların ifadesine başvuruyor.

Elde bir tek delil yok, belge yok! Adli Tıp “Öldürülmedi” diye rapor verdi ama kim takar!

Aynı adam bundan sonra inşallah “Özal'ı Emin Çölaşan öldürmüştü” demez! O zaman eyvah ki eyvah!

Herkesin kaderi ve geleceği gizli tanıkların elinde.

* * *

Levent Ersöz hastane yatağında bir kitap yazdı:

“Son Görev. Kim Bu Yalancı Papazlar.” (Togan Yayıncılık.)

Belgelerle dolu olan kitap 730 sayfa. Fırsat bulursanız okumanızı öneririm.

Levent Paşa hem Ergenekon davasındaki hukuksuzluğu, hem de başına gelenleri belgelerle anlatıyor.

Böyle bir kitabın yazılması aylar sürer. Kitap hastanede yazılırken, “Hükümetin” elbette haberi oldu… Bu kitabın yazılmasını hükümet istemezdi.

Kitap piyasaya birkaç gün önce verildi…

Ve savcılık, aynı gün Levent Ersöz'ü Özal'ı öldürmekle suçlayıp ifadesini aldı. Sanırım arkasından bir tutuklama kararı daha gelecektir.

Kitabın yayın tarihiyle savcılığın sürpriz bir sanık yaratarak ifade alması tam da denk düşmüş!

Bunlar hep rastlantı!

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp