Top
02/11/2012

Bunlar kaç başlı?

Sevgili okuyucularım, AKP iktidarı yavaş yavaş tükenme noktasına geliyor. Hepsi bunun telaşı ve paniği içerisinde. Kısa süre öncesine kadar aslanlar gibi kükreyenler, şimdi sadece ellerindeki devlet gücünü kullanarak iş yapmaya çalışıyorlar.

Birbirlerine düştüler.
Birinin ak dediğine öbürü kara diyor ki, bir iktidar için en tehlikeli olaydır.
Çankaya'da oturan AKP'li, o görkemli Cumhuriyet mitingi öncesinde yasakçı Ankara
Valisi'ni makamına getirtip “Esnek davranın” diyor.
Bunu niçin söylüyor?..
Çünkü o iyi polis rolüne soyunmuş durumda!
İleride başkanlık veya cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak ya, o açıdan (Tayyip'e karşı) kendisine taraftar toplamayı amaçlıyor.
Tayyip derseniz, o makama çıkardığı Bay Abdullah Gül'e şimdi bozuk atıyor!
İsmini vermeden kamuoyu önünde eleştirip “Çift başlı yönetim olmaz” diyor, “Benim işime karışma” demeye getiriyor.
Çankaya kavgası aralarında hızla sürüp gidiyor.
Birinin söylediği ötekinin söylediğini tutmuyor.
Tekneleri yara aldı, içeri su giriyor! Delik bir türlü tıkanmıyor!

* * *

Pek çok cezaevinde Kürtçü-bölücü tutukluların açlık grevinin devam ettiğini medyadan öğrendik. Açlık grevi, hele cezaevlerinde olduğu zaman çok ciddi ve baş ağrıtıcı bir iştir. Birkaç ölüm olduğu takdirde hükümet hem Türk, hem de dünya kamuoyu önünde zor durumda kalır. Şimdi bu konuda olanlara ve hükümetin kaç başlı olduğuna bir kez daha dikkat çekeyim.
Adalet Bakanı dedi ki “Açlık grevinde 683 kişi var.”
Tayyip kendi bakanını derhal yalanladı, “Sadece bir kişi var. Şov yapıyorlar” dedi!
683 eksi 1 eşittir 682!
Büyük bir rakamdır. O halde kim doğruyu söylüyor?
İçlerinden biri bilerek yalan söylüyor da, acaba hangisi?
İşte bunlar, ülke yönetimindeki “Çift başlılığın” somut örnekleridir.
İktidarda bir parti var ama koalisyonla yönetiliyor. Her birinin kafasından farklı ses çıkıyor. Birinin söylediğini öteki yalanlıyor.
Hele Çankaya'daki AKP'li ile Tayyip kapışmışsa, birbirlerini suçlamaya başlamışlarsa, yandı gülüm keten helva!

* * *

Evet, cezaevlerindeki açlık grevleri için Tayyip dedi ki “Bunlar şov yapıyor!”
Onların şov yapıp yapmadığını şu anda bilmiyoruz. Ancak, AKP iktidarının en önemli özelliklerinden biri “Şov yapma ustalığıdır.”Bunlar her zaman, her yerde ve her koşulda piyasaya çıkıp şov yaparlar.
Bunun son örneği geçtiğimiz cumartesi akşamı, Türkiye ve dünyadaki milyonlarca televizyon izleyicisinin gözleri önünde oldu. İstanbul'da düzenlenen uluslararası tenis turnuvası bitmişti ve kazananlara kupaları verilecekti.
Sinan Erdem Spor Salonu 16 bin seyirci ile tıklım tıklım doluydu. Tören başlamak üzereydi ve salona üç önemli (!) şahıs girdi.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Aile Bakanı Fatma Şahin ve Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş. Ben de ekran başında izliyordum. Bu üç kişi salona girdiği anda korkunç bir yuhalama ve ıslıklama başladı. İnanılır gibi değildi.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım uyanık, derhal içeri kaçtı. Öteki bakan kupa verirken konuşma yapacaktı ve eli ayağına dolandı, ne söylediğini bilemedi.
Şimdi size işin “Şov” bölümünü anlatayım.
Yukarıda isimlerini verdiğim bu üç şahıs, acaba yaşamları boyunca bir gün tenis maçı izlemiş miydi?
Bir gün olsun ellerine tenis raketi almış, kortlara gitmiş, ya da tenise ilgi duymuş muydu?
Hayır! O halde ne işleri vardı orada?
Oraya sadece “Şov yapmaya” gelmişlerdi.
Ödül töreninde seyirci onları alkışlayacak, onlar da coşacak, uzun nutuklar atıp “İşte bu turnuvayı düzenleyen biziz” diye bağıracaklardı.
Ama evdeki hesap çarşıya uymadı, yuhalandılar, ıslıklandılar, protesto edildiler.
Hiç kuşkum yok, o gün spor salonunda onları protesto eden seyircilerin çoğu, geçen seçimde AKP'ye oy vermiş insanlardan oluşuyordu.
Tayyip “Şov” deyince aklıma geldi, “Şov yapmanın ustaları” bazen bu duruma düşüp salondan kaçmak zorunda kalıyorlar!

Darbe Komisyonu!

Sevgili okuyucularım, TBMM çatısı altında adına “Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu” isimli, çoğunluğu AKP milletvekillerinden oluşan bir komisyon var.
Bu komisyonun amacı artık belli oldu.
Tutuklu olan 28 Şubat dönemi askerlerini suçlamak, suçlatmak ve onları zor durumda bırakacak yeni belgeler bulmaya çalışmak!
Bir de, “Darbe” kavramını sürekli gündemde tutmak.
Buraya ilgili ilgisiz pek çok kişi çağrılıyor, çağrılanlara sorular soruluyor.
Okuduğum tutanaklarda ipe sapa gelir bir şey yok… Komşu muhabbeti ve
dedikodu!..
Oraya ayrıca jurnalciler, muhbir vatandaşlar çağrılıyor, 28 Şubat'ı suçlamaları dinleniyor. İsimleri kamuoyu tarafından bilinen veya bilinmeyen kimseler orada güya ifade verip, cezaevinde yatmakta olan 28 Şubat ekibini suçluyor.
Oysa onlar dört duvar arasında kapalı. Haklarında söylenen sözlere, atılan
iftiralara, söylenen yalanlara yanıt verme olanakları yok.

* * *

Türkiye'de iki darbe oldu. Biri 27 Mayıs 1960, bundan 52 yıl önce. İkincisi 12 Eylül 1980, bundan 32 yıl önce.
Ayrıca bir muhtıra verildi. 12 Mart 1971, bundan 41 yıl önce. Bunlar araştırılmıyor,
üzerine gidilmiyor. O dönemlerden kalan tutuklu elbette yok.
Varsa yoksa 28 Şubat 1997. O dönemin komuta kademesi şimdi tutuklanmış durumda.
Ne olmuştu o dönemde? Darbe mi yapılmıştı? Askerler yönetime el mi koymuştu? Hayır.
Başımızda, adına Refahyol denilen hilkat garibesi bir hükümet vardı. Refah milletvekilleri ve belediye başkanları Atatürk'e, Cumhuriyetin değerlerine ana avrat, salyalar akıtarak sövüyorlar, Başbakanlık konutuna sarıklı, şalvarlı, cüppeli tarikat liderleri çağrılıp yemekler yeniyordu.
Başbakan Erbakan, toplumdan gelen baskıyla istifa etti, Çiller devre dışı kaldı ve Mesut Yılmaz tarafından yeni bir hükümet kuruldu.
Bu olanları beğenirsiniz, beğenmezsiniz, ayrı konudur.

* * *

Şimdi yine gelelim şu komisyona! Amaç artık iyice belli oldu: 28 Şubat için yeni deliller toplayıp, zaten hapiste olan komutanları suçlamak. (Tutuklu tek sivil YÖK eski Başkanı Kemal Gürüz.)
AKP Milletvekili Nimet Baş başkanlığındaki darbe vesaire komisyonunda ya dedikodu ve komşu muhabbeti yapılıyor, insanlar suçlanıyor, ya da 28 Şubat için hazırlanmakta olan savcılık iddianamesine yeni malzeme yaratılmak isteniyor.
Burada hemen belirteyim, iki siyasetçi bu konuda onurlu bir tavır sergiledi.
Hüsamettin Cindoruk ve Deniz Baykal. Her ikisi de çağrıldıkları halde, zaten
yaptırım gücü olmayan bu göstermelik komisyona ifade vermeyi reddetti.

* * *

Şimdi burada önemli bir konuya değineyim.
Komisyona gelip ifade veren muhbir-jurnalci ekipler 28 Şubat dönemini suçluyor.
Meydanı boş bulunca atmak kolay!
Ama o insanlar şimdi dört duvar arasında kapalı. Yanıt verme durumları yok.
Komisyon niçin onları da dinlemiyor? Niçin Sincan Cezaevi'ne gidip söyleyeceklerini kayda almıyor? Hiç değilse iftira ve yalanlara yanıt vermelerini niçin sağlamıyor?
Kurdukları komisyonda ya dedikodu ve komşu muhabbeti yapılıyor, ya da ses verme olanağı olmayan insanlar suçlanıyor.
Bu nasıl iştir, anlayan varsa beri gelsin.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp