Top
Can Ataklı

Can Ataklı

canatakli@korkusuz.com.tr

13/04/2019

Bütün amaç kamuoyunun zihninde “hile olmuş ama” algısı yaratmak

ANALİZ

Bütün amaç kamuoyunun zihninde “hile olmuş ama” algısı yaratmak

Artık sona geldik.
Gün kalmadı.
Yüksek Seçim Kurulu bir karar vermek zorunda.
Tabii soru şu; “Bu kararı YSK mı verecek, yoksa kendisine verilen talimatı kitabına uydurarak yerine mi getirecek?”
Çünkü çok açık bir gerçek şudur; “Erdoğan İstanbul'u feda edemez. Demokrasiymiş hukukmuş hiçbiri umurunda bile olmaz.”
Kitabına uydurmak için de ortaya bazı belgelerin konması gerek.
İşte iktidar ve yandaş-tetikçileri, 10 gündür bunu halletmeye çalışıyor.
Milletin kafasına, “Ama bir hile yapılmış” algısının yerleştirilmesi gerek ki; YSK da AKP'ye kazandıracak formülü devreye sokabilsin.
Bu nedenle süreç bilerek isteyerek uzatılıyor.
Bir taraftan CHP ve diğer muhalefet partilerinin sinir sistemi harap edilirken diğer taraftan sıradan halkın “hile yapıldığına inanması” sağlanmaya çalışılıyor.
Ekranlarda konuşanlara dikkat ediyor musunuz?
Son derece “mürai” biçimde “Ama” diyorlar “Ne var bunda, herkesin gönlünün rahat olması, hakkaniyete uyulduğunun görülmesi sizi niye rahatsız ediyor?”
Oysa aynı isimler, üstelik bu seçimin yapıldığı 31 Mart akşamı, ekranlara çıkarak “Ben kazandım” diyen Yıldırım'a destek vermişler ve “İtirazlar olabilir, YSK kararlarını da beklemek gerek” dememişlerdi.
Aynı isimler referandumda “tam kanunsuzluk” olmasını görmezden geldikleri gibi “demokrasiye uygun olanın da bu olduğunu” anlatmak için akıl almaz yöntemlere başvurmuşlardı.
Aslına bakarsanız defalarca dile getirdiğim gibi iktidar, İstanbul'u alacağından çok emindi.
Her şey buna göre hazırlanmıştı ama o gece oyun bozuldu.
Ondan sonra başladı bu itirazlar.
Bana göre; esas plan İstanbul halledildikten sonra Ankara, Adana, Antalya'da seçimlere itiraz etmek ve 10 gündür İstanbul'da yapılanları buralarda yapmaktı.
Ama İstanbul'da öyle bir faciaya uğradılar ki diğer kentleri şimdilik unuttular.
İstanbul'da son anda yapılacak bir “olağanüstü itirazla”, yeniden seçim kararı alınabilir.
Burada bir pürüz var.
O da şu; “Olağanüstü itiraz için önce seçimi kazanan kişiye mazbatasının verilmesi gerek. Yani İmamoğlu mazbatasını alacak ve belediyeye başkan olarak girecek. İşte AKP kurmayları bunu göze almaya korktukları için İmamoğlu'nu belediyeye hiç sokmayacak formülü buldurmaya çalışıyor.”
Halkın kafasında “bir hile olmuş” algısını iyice yerleştikten sonra seçim tekrarlatma yoluna gidecek olan AKP, buradan zaferle çıkacağını hesaplıyor göründüğü kadarıyla.
Çünkü yerel seçimler öncesi tüm Türkiye'de gösterdikleri devlet gücünü bu kez sadece İstanbul'a yığacaklar.
Espri gibi kabul edin tabii ama gökten altın bile yağdırabilirler.
Milyarlarca lira harcayabilirler.
Ama şunu söyleyeyim;
Tarihin her döneminde baskıcı, halkı kandıran, yıldıran ve eziyet eden iktidarlar gelmişlerdir.
Hiç gitmeyecekleri düşünülmüştür çoğu kez.
Ama her seferinde, akıl, bilim ve insanlık kazanmıştır.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

“Sen kendine bak” demek söyleneni doğrulamaktır

Nisan ayı Türkiye'nin “dert” ayıdır.
Çünkü bütün mesaimizi çeşitli dünya ülkelerinin 24 Nisan'ı “Ermeni Soykırımını Anma Günü” olarak kutlamasını önlemeye veririz.
“Aman” deriz “Amerikan Kongresi'nden böyle bir karar çıkmasın, Amerikan Başkanı soykırım kelimesini telaffuz etmesin.”
Başkan soykırım değil de trajedi kelimesini kullanırsa seviniriz.
Ancak son yıllarda durumu artık pek kontrol edemiyoruz.
Çok sayıda ülke 24 Nisan'ı “Ermeni Soykırımını Anma Günü” kabul etti bile.
Son olarak Fransa da bu kararı alınca yine öfkelendik.
Saray danışmanı, “Had-siz Fransa” demiş. Dışişleri Bakanı da “Fransa kendi geçmişine baksın, unutmadık” diye açıklama yapmış.
Bunların elbette dünya önünde hiçbir değeri yok.
Ayrıca “Sen kendine bak” sözü de hem saçmalığın dik alası, hem de farkında olmayarak bir suçu kabullenmek.
Çünkü “kendine bak” demek, “Sen de aynısını yaptın” demektir.
Dışişleri Bakanı, Fransa'ya güya haddini bildirirken aslında; “Evet biz soykırım yaptık ama sen de yaptığın için bize bunu senin söylemeye hakkın yok” demektedir.
Devlet çadır devleti gibi yönetilince böyle oluyor ne yazık ki.

ÖNERİ

Karşılama uğurlama protokolü de artık değişmeli

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Mansur Yavaş'ın ilk resmi görevi ne oldu biliyor musunuz?
Rusya'dan dönen Erdoğan'ı karşılamak.
Artık bu protokolden vazgeçilmeli.
Cumhurbaşkanının bir kente gidiş gelişinde karşılanması kuralı “tarafsız cumhurbaşkanı” döneminde kaldı.
Cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçildiği, devletin başı olma özelliğinin yanı sıra sembolik görevlerinin olduğu dönemde “devlete saygı” için bu protokolün uygulanması belki doğru kabul edilebilirdi.
Ancak şu anda artık “icranın başı” olan partili bir cumhurbaşkanı var.
Belediye başkanlarının her seferinde karşılama veya uğurlama için havaalanlarına gitmelerine gerek yok.
Gerçi Yavaş'ın Erdoğan'ı karşılama protokolünde yer alması yandaş medya tarafından “takdirle” karşılandı ama sırf “Bakın bizde kompleks falan yok, Cumhurbaşkanı ile uyum içinde oluruz” mesajı vermek için bu tuhaf protokole uymak gerekmiyor.

ÜZÜLDÜM

Can Bartu ile adaş olduğum için Fenerbahçeli olmuştum

Nasıl canım sıkıldı, nasıl üzüldüm anlatamam.
Rahatsız olduğunu duymuştum, “Bir arayıp gideyim” diye de düşündüm ama ha bugün ha yarın derken bir de baktım ki Can Bartu'yu kaybetmişiz.
Bugünkü gençler için belki adı çok şey ifade etmez ama Can Bartu, spor dünyamızın asla unutulamayacak çok önemli bir değeridir…
Fenerbahçe forması ile İnönü Stadı'nda maça çıktıktan ve iki gol attıktan sonra duş bile almadan terli terli yokuş çıkıp Spor ve Sergi Sarayı'nda bu kez takımının basketbol maçında harikalar yaratan bir isimdi.
Türkiye'de yabancı futbolcu kavramı hiç yokken yurt dışında keşfedilip İtalya'ya transfer olan ilk Türk futbolcuydu.
O yıllarda henüz 4 yaşındaydım.
Babam Galatasaraylıydı.
Ama adım Can olduğu için büyükler “Fenerli Can Bartu” derlerdi bana.
Ben öyle Fenerbahçeli oldum, babama rağmen.
Belki genç değil ama erken bir yaşta 83 yaşında ayrıldı aramızdan.
Nurlar içinde yatsın.

ŞAŞIRDIM

Erdoğan haklı bu dünya gerçekten çok tuhaf

Sudan'ın “dünya çapında aranan” Devlet Başkanı Ömer el Beşir, halkın büyük protesto gösterilerine başlaması üzerine askerin müdahil olması sonucu devrildi ve tutuklandı.
Aslında Sudan'da olan halk destekli bir askeri darbedir.
Darbenin başındaki kişi Ahmet bin Avf ülkenin iki yıl askeri konsey tarafından yönetileceğini ve demokratik düzene geçileceğini açıkladı.
Bunda 30 yıl önce Ömer el Beşir de iktidara böyle bir darbe ile gelmişti.
Yandaş tetikçi medya bu çok önemli ayrıntıyı hiç vermeden “Sudan'ın 30 yıllık seçilmiş Cumhurbaşkanı el Beşir'e askeri darbe” başlıklarıyla duyurdu haberi.
Herhalde bizim dışımızdaki dünyanın bütün ülkeleri tarafından “insanlık düşmanı” olarak tanımlanan ve görüldüğü yerde tutuklanması istenen el Beşir'in, Tayyip Erdoğan'ın çok yakın dostu olması yandaş medyayı dikkatli olmaya itti.
Erdoğan belli ki çok üzüntülü Beşir'in devrilmesinden.
“Bu dünya tuhaf” dedi örneğin, “Darbeye karşı olanların sonra darbecilerle nasıl iş tuttuklarını görüyoruz” diye de devam etti.
İyi de bu tanıma en çok uyan kişinin kendisi olduğunun farkında değil mi acaba?
Çünkü şu anda dünyanın nefret ettiği diktatör Ömer el Beşir, tıpkı bugün kendisine yapıldığı gibi bir askeri darbe ile başa geçmişti.
Daha sonra sadece kendisinin seçilmesini sağlayan seçimler yapmış olması darbeci vasfını ortadan kaldırmıyor.
Sonuçta Erdoğan sözlerinde çok haklı ama farkında olmadan kendini zor duruma düşürüyor işte.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp