Top
21/03/2020

Koronavirüsün medyatikleşmesi ve patolojik haller

Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve sonrasında dünyanın farklı bölgelerinde yayılarak merkez üssünü Avrupa'ya taşıyan Koronavirüs (Covid-19) pandemi halini aldı. Hiç kuşkusuz yayılım alanını genişleterek etkisini artıran Covid-19, Avrupa'ya sıçradığında durumun ne denli ciddi olduğu anlaşıldı. Krizi ağır yoğunluklu geçiren İtalya ve Fransa olmak üzere özellikle İngiltere ve Hollanda'nın virüsle mücadelede benimsediği yaklaşımlarla süreç çok farklı bir evreye taşındı. Kimi ülkeler hastalığın laboratuvar ve klinik ortamlarda çözümünü savunurken kimileri de 'sürü bağımlılığı' yöntemiyle hareket etmeyi tercih etti ve tabir yerindeyse yaşlıları ve çaresizleri ölüme terk ederek doğal seleksiyon (sosyal-Darwinizm ) modeline geçti. Türkiye ise vakanın görüldüğü ilk günden bu yana virüsün yoğun seyrettiği ülkelere uçuş yasağı koydu, okulları tatil ederek uzaktan eğitim modeline geçti, toplu bulunma mekanlarını bir süreliğine kapattı ve mobilize olma durumunu asgari seviyelere çekerek durumu kontrol almaya çalıştı. Kültür-sanat alanından tutun, ibadet mekanları ve toplu yapılan her programın iptal edilmesine kadar alınan tüm tedbirler sürecin ne denli dikkate alındığını gösteren somut adımlar oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Çarşamba günü açıkladığı mücadele paketi de bir yandan ekonomik gündemi dikkate alan ve gündelik yaşamı kolaylaştırmaya amaçlayan bir dizi önlem sunarken diğer yandan da teyakkuz ve tedbiri elden bırakmayan bir politika sundu. Tüm bu sürece karşılaştırmalı olarak bakıldığında Türkiye'nin mevcut konjonktürde vakanın görüldüğü birçok ülkeye kıyasla önleyici bir mekanizma geliştirmeye çalıştığı görülmektedir. Fakat tüm bunlara rağmen sürecin uluslararası medyada yer alması somut göstergelerden ziyade basmakalıp algılarla şekillenmekte ve her zamanki performansıyla Batı basını, Türkiye'ye karşı patolojik tutumunu sürdürmektedir. Medyatikleştirme mantığı Gün geçtikçe artan ve çeşitlilik kazanan iletişim teknolojilerinin dolayımından geçen gündelik hayat pratikleri yoğun biçimde medyatik izler taşımaktadır. Her şeyin dolayımlanması 'yani her şeyin artarak medya üzerinden gerçekleşmesi' olarak tarif edilen medyatikleştirme günümüzdeki dijital dönüşümle birlikte düşünüldüğünde çok daha baskın bir sosyolojik olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira dijitalleşme, medyatikleştirme sürecini farklı bir evreye taşımış ve söz konusu evrede, sosyal gerçekliğin inşasında daha radikal dönüşümlerin ortaya çıkmasını tetiklemiştir. Sosyal dünyamızın dijitalleşme kültürü ile etkileşiminin nihai evresi olarak kabul edilen günümüz dünyası gelişen internet araçlarının hayatımızın bütün alanlarını etkilemesi anlamına gelmektedir. Medya aracılığıyla bize yansıyan sosyal gerçeklik bu anlamda, hem nitelik hem de nicelik açısından önemli değişimlere yol açmaktadır. Dezenformasyon amaçlı üretilen manipülatif içerikler de bu tür bir medya mantığı ile kitlelere sunulmakta ve kitleleri neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edecek bir vasattan mahrum bırakılmaktadırlar. Son dönemde özellikle Batı medyası ve söz konusu medyanın Türkiye uzantılarının, ülkemizin virüsle mücadeledeki etkisini kırmaya dönük haberleri, manipülasyonun en kaba biçimlerini göstermektedir. New York Times, CNN ve BBC gibi yayın organlarının özellikle Avrupa'da alınan seyahat kısıtlamaları ve bir dizi tedbiri Türkiye görselleriyle birlikte paylaşması, akademik bir izahı imkan dışı bırakmaktadır. Benzer haberlerde Türkiye'deki yoğun bakım ünitesi sayısı, sağlık ekipmanları ve yatak sayıları üzerinden karşılaştırma yapılması ve yanlış bilgiler verilmesi de yine aynı şekilde habercilik pratiğinden uzak bir perspektifi yansıtmaktadır. Batı'da özellikle 2009 Davos krizi ile başlayan ve Gezi Parkı döneminde yükselişe geçen Türkiye'ye yönelik muhalif ve tutarsız yaklaşımını sürdüren Batı medyasının bu süreçteki yayınları artık muhalefet ya da tutarsızlıkla izah edilememektedir. Histeri derecesine varan Türkiye karşıtlığı özellikle sosyal medyada da süreci manipüle etmeye dönük hesaplar aracılığıyla sürdürülmekte ve kitleler psikolojik olarak yıpratılmaya çalışılmaktadır. Hem sağlık alanında hem de bu tür manipülatif içeriklerin tespitinde kararlı bir politika izleyen devlet organları, bu anlamda önemli bir sınav vermektedir. 'Devlet' kurumlarının kriz dönemlerinde bu biçimde senkronize çalışması, Türkiye'nin kurumsal kapasitesini gösterdiği gibi o kapasiteyi umarsızca yıpratmaya çalışan kişilerin olağanüstü dönemlerinde devlete ne denli ihtiyacı olduğunu da bizlere göstermektedir.
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp