Top
Talip Küçükcan

Talip Küçükcan

tkucukcan@setav.org

30/11/2013

İran nükleer anlaşması yeni bir dönemin başlangıcı mı?

BM Güvenlik Konseyi üyeleri ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa (P5) ve Almanya'nın (+1) İran ile yürüttüğü müzakereler anlaşmayla sonuçlandı. Siyasi çevreler ve uzmanların tarihi olarak niteledikleri anlaşma diplomasinin hala sonuç alabileceğini, sert güç kullanımının doğurabileceği risklerin dikkatlice hesaplanması gerektiğini bir kez daha dünya kamuoyu gündemine taşımış oldu. İran ile yapılan anlaşmaya kim kazandı kim kaybetti mantığı ile bakanlar olduğu kadar söz konusu anlaşmanın hem ilgili tarafların bundan sonraki davranışlarına hem de bölge politikalarına nasıl yansıyacağı sorusu çerçevesinde bakanlar da bulunmaktadır ki özgün olan da böyle bir yaklaşımdır.

Anlaşma tarihi başarı mı?

1979 devriminden bu yana İran'ın bazı ülkeler dışında uluslararası sistemin başat aktör ve kurumları ile ilişkilerinde bir kopuş yaşandığı biliniyor. Zaman zaman yakınlaşma gereğinden söz edilse de özellikle ABD ve Batı ülkeleri ile İran arasında diplomatik ilişkilerin yeniden kurulamadığı, İran'ın takip ettiği bölge politikaları yüzünden uluslararası sistemin dışında tutulduğu, İsrail, Irak, Suriye ve Lübnan siyasetinden dolayı sert biçimde eleştirildiği herkesin malumu. Bu sürtüşmelerden dolayı İran'ın nükleer teknoloji geliştirmesi, geliştirmeyi sürdürdüğü teknolojiyi sivil mi yoksa askeri amaçla mı kullanacağı hep tartışılageldi. İsrail'in de katkısıyla İran üzerinde ciddi bir kuşku bulutu oluşturuldu.
P5+1 ve İran arasında varılan anlaşma kuşkusuz tarihi bir öneme sahip çünkü şimdiye kadar muhatap alınmayan ve ikna edilemeyen İran masaya oturdu, müzakerenin yani sorunun değil de çözümün bir parçası olarak uluslararası sisteme geri dönüş yaptı. Bu açıdan bakıldığında anlaşmaya tarihi denilebilir. Ancak bu anlaşmadaki şartların neredeyse hepsini taşıyan bir anlaşma, Türkiye-Brezilya ve İran arasında 2010'da imzalanmıştı. Yani Türkiye ve Brezilya, bölgesel ve küresel güçlerin Uluslararası Atom Enerjisi kanalıyla talep ettikleri şartları İran'a kabul ettirmişti. 2010'daki anlaşmaya soğuk bakan hatta o gün Türkiye'yi hoyratça suçlayanların benzer bir anlaşmaya bugün tarihi demeleri manidardır.

İran nükleer anlaşmasının yansımaları
Diplomasinin zaferi olarak lanse edilen P5+1 ve İran nükleer anlaşmasının yansımalarını üç açıdan yorumlamak mümkündür.
Birincisi, İran açısından bakıldığında anlamlı kazanımların olduğu görülebilir. Bazı ülkeler hariç uluslararası toplum İran'ın nükleer projesini bir takım sınırlamalar ile meşru bir girişim olarak kabul etti. Ayrıca İran müzakere masasına oturarak uluslararası sistemin yeniden bir parçası olmuş, muhatap alınmış ve böylece izolasyondan kurtulmanın kapısını aralamıştır. İran'ın meşru bir muhatap olarak görülmesine yol açan müzakere ve anlaşmanın en somut kazanımı ise İran'a uygulanan yaptırımların gevşetilecek oluşudur.
İkincisi, P5+1'ın temsil ettiği uluslararası toplum ve bilhassa ABD açısından bakıldığında, savaş ve şiddete başvurmadan İran ikna edilmiş, bileği bükülmüş ve nükleer silah üretimi riski en azından şimdilik önlenmiştir. Irak ve Afganistan'dan askeri varlığını çeken, Suriye'deki krize müdahaleye isteksiz olan ABD ve Batı ittifakı bölgede kendileri açısından daha az maliyetli ama daha etkin bir yöntem ve siyasetle yönlendirici olmanın yolunu açmıştır.
Bu anlaşma, ABD ve diğer büyük güçlerin bölgeden çekildiği görüşünü çürütmekte, tam tersi yeniden ama farklı yöntem ve enstrümanla bölgeye müdahil olduğuna işaret etmektedir. İsrail ve Suudi Arabistan ise ABD müttefiki olmalarına karşın bölgedeki en büyük hasımları olarak gördükleri İran'ı rahatlatan anlaşmaya karşı çıktıklarını açıkça beyan etmeyi sürdürmektedir. Anlaşma ile birlikte ortaya çıkan sorulardan biri de İran'dan sonra sıranın hangi ülkeye geleceğidir. Örneğin nükleer projeleri olan diğer ülkelere ilişkin nasıl bir siyasal tutum ve uygulama olacak sorusu şimdiden sorulmaya başlanmıştır. İsrail'in nükleer ve biyolojik silahları olduğu ve NPT'ye de imza koymadığı biliniyor. Eğer bölgesel bir silahsızlanma olacaksa, İsrail'in de sorgulanması talep edilebilir.
Üçüncüsü, İran ile müzakerelerin anlaşma ile sonuçlanması Türkiye'yi de yakından ilgilendiren bir gelişmedir. Bir yönü ile Türkiye açısından olumlu bir gelişmedir zira nükleer silah tehdidinden arındırılmış bir bölge Türkiye'nin risk ve tehdit algılarını azaltacaktır. Ayrıca yaptırımların gevşemesi ve kalkması ile sınır komşusu olması nedeniyle İran'la dış ticaret hacminde genişleme olacak; Türkiye'nin ihracatı artacak ve daha güvenli ve ekonomik enerji temini mümkün olacaktır. Son tahlilde 2010'da zaten Türkiye de Brezilya ile birlikte İran'ı çözüme ikna etmişti.
2010'da çözümün liderliğini Türkiye ve Brezilya yaptığı için soğuk karşılanmıştı. Bugün gerçekleşen anlaşma aslında Türkiye'nin olayları çok önceden gördüğünün bir işaretidir. İran'ın merkezi bir konuma oturtulması yönünde bir gelişmenin yaşanması ve psikolojik olarak güçlendirilmesi ise bölgesel rekabet açısından bakıldığında Türkiye'nin çıkarları ile uyuşmamaktadır.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp