Top
Taha Özhan

Taha Özhan

president@setav.org

08/02/2014

17 Aralık dibacesi 7 Şubat

Türkiye, tam iki yıl önce, 7 Şubat 2012'de ciddi bir 'darbe' girişimi atlattı. Akamete uğratıldığı için bir sabotaj düzeyinde kaldı. Polis-savcı odağının girişimi başarılı olsaydı üçüncü kafa dengi de denkleme girecekti.
17 Aralık'taki gibi başsavcıdan gizlenerek sürdürülen soruşturmanın hâkim önüne gelmesi ancak meclis iradesiyle engellenebilmişti.
7 Şubat ile 17 Aralık arasındaki en muhkem ünsiyet polis-yargı odağının kullandığı metotlarda ortaya çıkmaktadır. Her iki operasyon da neredeyse benzer taktikler ve hedefler gütmekteydi.
Aynı şekilde 7 Şubat'ı ya hiç görmeyen ya da rutin bir hukuki süreç şeklinde okuyan isimlerin neredeyse tamamı 17 Aralık'ta da bizleri 'normal bir soruşturmanın' yapıldığına ikna etme derdindeler. Mahkemeler üzerinden düzen kurmaya kalkan bu perspektif, 7 Şubat'ta 'suç işleyen MİT mensuplarını' kullanarak Hakan Fidan ve Kürt meselesinin çözüm rotasına; 17 Aralık'ta ise 'yolsuzluk suçlamalarını' kullanarak siyasi sürece müdahale etmeye kalkıştı.
7 Şubat 2012'de yaşanan durum basiret ve feraset sahibi her isim tarafından berrak bir şekilde idrak edilmesine rağmen, meclisin müdahalesiyle sorunun halledildiği şeklinde okundu.
Bu aslında belli ölçüde iyi niyetli bir temenniydi. Öyle ki 7 Şubat'ı tezgâhlayan odağın üzerine gidilmesi, öyle veya böyle 17 Aralık sonrası ortaya çıkan manzaranın yaşanmasına yol açabilirdi. AK Parti toplumsal ayağı olan, benzer bir dünya görüşünü paylaştığını düşündüğü Gülen Grubunu böylesi bir ithamla karşı karşıya bırakmak istemedi. Buna mukabil Gülen Grubunun medyadaki kalemleri bu durumu istismar etmekten ve nerede kalmışlarsa oradan hiçbir şey olmamışçasına devam etmekten de geri duramadılar.
7 Şubat'taki başarısız darbe girişiminden sonra polis-yargı odağı strateji değiştirme ihtiyacı hissetti. PKK ile mücadelede, askerden geriye kalan alanda polis-yargı perspektifinin ürettiği ve bütün sofistikasyonu 'hapishane doldurarak' sorunu bitirmenin ötesine geçmeyen bu yaklaşım, ucuz siyasi klişelere fazlasıyla inanmaktaydı.
7 Şubat stratejisi, kendisi için en sağlam 'sigorta poliçesi' olarak, 'PKK ile görüşen', 'KCK ile ilişkide olan' veya 'mücadele değil müzakere' yapan AK Parti'nin milletteki imajından devşireceği meşruiyete yaslanıyordu. Yıllarca askerin 'terörle mücadele' zırhına bürünüp bütün ülkeyi, siyaseti ve hatta toplumsal hayatı dizayn edişi örnek alınmıştı. Erdoğan da böylesi bir toplumsal baskıya direnemeyecek ve pes edecekti. Siyaset dışı korunaklı bir alanda istihbarat oyuncağının sebep olduğu bu naif ve acemi perspektif ne AK Parti'yi ne Erdoğan'ı ne de meclisin ne anlama geldiğini idrak etmekten oldukça uzakta duruyordu. AK Parti 7 Şubat'ı oldukça sakin bir şekilde mecliste karşılayarak saf dışı etti.

Yeni taktik, aynı hedef
Taktik değiştiren neo-vesayet odağı devlet içi bir operasyon yerine doğrudan herkesin algısına ve cebine hitap edeceğini düşündüğü 'yolsuzluk' stratejisine sarıldı. Erdoğan'ı merkeze alarak 'yolsuzluk torbasına' atılabilecek ne varsa iki yıl boyunca 'birer mühimmat' olarak biriktirildi.
Halkın ezici bir çoğunluğun, Kürt meselesinde kan akmasını engelleyecek bir çözümü satın aldığı görülünce daha farklı bir alan olan 'yolsuzluk' soruşturmasına yöneldiler.
7 Şubat'ta hedef Kürt meselesinin çözümü sırasında suç işleyen devlet memurları olmadığı gibi, 17 Aralık'ta da hedef yolsuzluk suçunu işleyenler değildi. Hedef açık bir şekilde siyaseti dizayn etme girişimiydi. 7 Şubat ile 17 Aralık arasında bir ünsiyet kurulmasının da Gülen grubuyla ilişkilendirilmesinin de en güçlü karinesi ise aynı grubun medya organlarının farklı zamanlarda gelişmiş olan bu iki olaya verdikleri benzer tepkilerdir. 7 Şubat'ta 'suç mahallinden' bir türlü çıkamayan, 17 Aralık'ta neredeyse polis- savcı rolünü en şehvetli şekilde icra eden grubun 'faili malum' bir eyleme imza attığı algısı güçlü şekilde oluştu. 7 Şubat sonrasında 'bir 17 Aralık'ın yaşanacağı, meseleyi ciddiyetle ele alan herkesin malumuydu.
Sadece güçlü bir tahmin olsa iyiydi. 7 Şubat akametini duygusal bir travma düzeyinde ele alan aktörler, kulislere düşecek şekilde, 'bir 17 Aralık' yaşanacağını, yaşatacaklarını dillendirmekten de geri durmuyorlardı. Erdoğan'ın 17 Aralık sonrası attığı adımların en sarsıcı olanı ise gerilimin ismini açıkça koyması ve faillerine dair adres göstermesi oldu. Ömürlerini tedbir dünyasında geçirmiş, vekaleten var olmuş, çok kişilikli travmalar içinde hayata karışmış, inandığını söylememiş, söylediğine inanmamış, hiç başarısız olmamış, hep başkalarının mağlubiyetinden zaferler devşirmiş, ilişki analizini siyaset, temennileri tekrarlamayı dünya görüşü zanneden yapı basit bir duvara çarpmıştır: şeffaflık. Evet, 17 Aralık sonrasında, açık, şeffaf, sahici, herkesin duyacağı ve göreceği bir mücadele ve muhalefet alanına adım atmışlardır. AK Parti bu süreçten yine bir siyasi bir parti olarak çıkacak. Bir siyasi parti olarak hesabını millete verecek. Hukuki süreç nereye giderse gitsin millet kendi yargılamasını çoktan yapmış olacak.
Benzer bir muhasebe Gülen grubu için de geçerli.
Lakin varoluşsal bir fark ortaya çıkabilir. 17 Aralık öncesine 'bir cemaat' olarak girdiği düşünülen grubun, 17 Aralık sonrasında en büyük sancısı 'cemaat' olarak kalmak olabilir.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp