Top
25/10/2019

İslam’a kayıtsız insanlar

İnsanlar arasında yakınlarında olmalarına rağmen dine ait her kutsala kayıtsız kalanlar az değildir. Bunların bir kısmı dine inanmaz. Bir kısmı ise ismen Müslümandır. Kuran-ı Kerim onların inanmayanlarını şöyle tanımlıyor: Kafirlerin (Hidayet çağrısına kulak vermeyenlerin) durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler. (Bakara, 171) Bu insanların Kuran'ın çağrısını duymalarına rağmen hidayete gelmemeleri ise şöyle anlatılıyor Yunus Suresi'nde: Onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat sağırlara -üstelik akılları da ermiyorsa- sen mi duyuracaksın. Onlardan sana bakan da vardır. Fakat -hala gerçeği göremiyorlarsa- körleri sen mi doğru yola ileteceksin. (Yunus, 42-43) Dinlerler ama kulak vermezler. İşitirler anlamazlar. Ölü gibidirler. Sağır ve kör gibiler. Aslında bu ahiret kaçkınları Kuran'ı bilmiyor değiller. Biliyorlar da, Kuran'la alay etmekten de uzak durmazlar. Kuran'ı sadece duymak bunlara fayda sağlamayacak. Onlardan seni (Okuduğun Kuran'ı) dinleyenler de vardır. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de inanmazlar. Hatta kafirler (inançsızlar) sana geldiklerinde, 'Bu Kuran eskilerin masallarından başka bir şey değildir' diyerek seninle tartışırlar. (En'am, 25) Ayetler çok çarpıcı değil mi? Allah, ayetlerini dinlemeyenleri sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanlara benzetiyor. (Bakara, 171) Koyun sadece ses işitir. O kadar. Fehmetmez. Allah peygamberini onların ardından inanmadılar diye iç çekmekten, hasret ve üzüntü duymaktan da alıkoyuyor; Şu Kuran'a inanmadıkları için arkalarından üzülerek neredeyse kendini mahvedeceksin. (Kehf, 6) Bazen ümitlenirsiniz! Hidayet ışığı bu tür insanları kuşatacak diye. Ama ümidiniz boşu boşunadır. Yoksa sen onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun. (Furkan, 44) Peki nedendir bu aymazlık veya nefse tapınma; 'Onların kalpleri vardır onlarla kavramazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.' (Araf, 179) Bu tür insanların iki yüzlülüğünü Kuran şöyle anlatıyor. Daha doğrusu hakikati suratlarına vuruyor; '...Derken bir fırtına, yakalar gemiyi ve dalgalar her yandan kuşatır onları. Öyle ki ölümün kendilerini çepeçevre sardığını düşünürler de, o zaman dinlerine sıkı sıkıya sarılıp yalnızca Allah'a yönelerek 'Bizi bu felaketten kurtarırsan andolsun ki şükredenlerden olacağız' diye yalvarıp yakarırlar. (Yunus, 22) 'Bir gemiye bindiklerinde (gemide bir tehlike gördüklerinde) dini Allah'a has kılarak içten dua ederler. Ne zaman ki kıyıya çıkarlar bir de ne görürsün inkarcı olup çıkmışlardır. (Ankebut, 65) Aynen böyle değil mi? Bakın çevrenize. Kuran müzebzeb; kah şöyle, kah böyle olan bu karışık ve hasta ruh iklimini ne kadar açık ve net paylaşıyor. Bunlar inançsız insanların özelliğidir belki ama, nice münafık ruhlu insanda da bu hali görürsünüz. Sadece ismi Müslüman olan kimliksiz Müslümanda da bu halleri görürsünüz. Kuran bir aynadır. Onda herkes kendini görür. Çağrısı açıktır. Nettir. Anlaşılmaz bir daveti yoktur. Kur'an son uyarıcıdır. Son inen son kurtuluştur. Belki son çıkıştır. Bazı Dindarlara Uyarı Kibir, haset, dedikodu, şımarıklık bazı inançlı insanlardan ayrılmayan bir huy haline geldi. İman ettim demekle her işin hal olduğunu zanneden bu insanlara Ebu Müleyke'nin sözünü hatırlatalım. O şöyle der: 'Muhammed (s.a.v.) ashabından otuz kişiye kavuştum. Hepsi de kendi adlarına nifaktan korkuyorlardı.' Hz. Ömer'in, 'Hz. Peygamber beni münafıklardan saydı mı?' sözü bizi uyaran bir muhasebe çağrısıdır. İbret alana!

***

Kıble yönüne tükürünce Bestamlı Beyazıd'ın oğlu anlatıyor: 'Bir gün babam bana, oğlum gel şu adama bir gidip onu görelim. Bu adamın veli olduğu söyleniyor' dedi. Kalktık, babamla yola çıktık. İbadeti ve manevi haliyle halkın arasında veli olarak anılan o zatın yanına vardık. Adam o esnada evinden çıkıp mescide yürüdü. Yürürken bir ara kıble yönüne tükürdü. Bunu gören babam adama selam bile vermeden geri döndü ve 'Oğlum hadi dönelim' dedi. Ben hemen 'Neden dönüyoruz, adamla görüşmedik bile' diye sordum. Babam şöyle cevap verdi: Hz. Peygamber (s.a.v.)'in uyguladığı edebe aykırı hareket eden bir adamda velilik olmaz. Bu adama güvenilmez. Hadi eve dönelim.' (Kuşeyri, Feridüddin Attar) Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) kıble yönüne doğru asla tükürmezdi. Kıbleye olan saygıdan dolayı.

***

'Efendimizi rüyada gördüm' Bişri Hafi der ki; Rüyamda Efendimizi (s.a.v.) gördüm. Bana 'Allah'ın seni çağdaşların ve benzerlerin arasında neden farklı kaldığını biliyor musun?' diye sordu. Ben de rüyada 'Hayır bilmiyorum' dedim. Bana şöyle cevap buyurdu: 'Sen benim sünnetime yapıştın. Salih -iyiinsanlara saygı gösterdin. Mümin kardeşlerine iyi nasihatte bulundun. Hem ashabımı ve hem de ehli beytimi sevdin. İşte bundan dolayı Allah seni iyiler makamına aldı.' (F. Attar)

***

'Sana haramı helal kıldım' Abdülkadir Geylani başından geçen bir olayı şöyle anlatır: Bir gün ben yoldayken birden gözümün önünde bir nur göründü. Ve bu nur her tarafı kapladı. Sonra o nurdan bir ses geldi. Ses şöyle diyordu: 'Ey Abdülkadir! Ben senin Rabbinim. Haramları sana helal kıldım.' Ben o nurun sahibinin şeytan olduğunu anladım ve şöyle karşılık verdim: 'Çekil ey kovulmuş şeytan! Bana nur olarak gösterilen bu aydınlık karanlıktan başka bir şey değildir. O görünen görüntü ise dumandır.' Bunun üzerine o nurdan şu ses geldi: 'Abdülkadir! Rabbin sana verdiği hikmet sayesinde yine seni kandıramadım. Halbuki ben bu hile ile yetmiş kadar din ehlini yoldan çıkardım.' Ve o nur kayboldu. Karanlığa dönüştü. Orada bulunanlardan biri sordu: 'Ey Abdülkadir! O nurun şeytanın bir oyunu olduğunu ve o nurda şeytanın gizli olduğunu nereden anladın? Abdülkadir cevap verdi: 'Sana haramları helal kıldım' cümlesinden. (Şarani)

***

Tarikata girmek zorunluluğum var mı? Herhangi bir tarikata girmek zorunluluğunuz yoktur. Tarikata girmeyince ibadetler eksik olur düşüncesi de yanlıştır. Yüce Allah'ın dini apaçık ortada. Son dinin peygamberi ve önderi olan Hz. Resulullah (s.a.v.) dışında bir hidayete ve rehbere ihtiyacımız yoktur. Yüce Allah'a ulaşmak için de bir aracıya gerek ve ihtiyaç da yoktur. İbadetlerde gayemiz Yüce Allah'ın rızasını kazanmaktır. Bunun yolu da Kuran'ı Kerim'e ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sünnetine uymaktır. Tarikat; yol, yordam, metod gibi anlamlarda kullanılır. Elbette Kuran ve sünnete bağlı tarikatler ve niyeti Allah olan mürşidler vardır. Bunların gayesi size İslam'ı bir öğretmen gibi yol göstererek öğretmek ise bunda zaten bir problem olmaz. Bir mecburiyet olmamakla beraber; tarzı, ilkeleri, yolu ve metodu Kuran ve sünnete uygun olan tarikatlar -veya tasavvufi hareketlere- bağlanmakta da herhangi bir sakınca yoktur. Bunları bir okul gibi görüp mürşitlerini de birer yol gösterici olarak algılamak lazımdır. Herhangi bir alim veya mürşide kayıtsız şartsız uymak dinen sakıncalı mıdır? Elbette hiçbir faniye- peygamberler hariç- kayıtsız ve şartsız bağlılık olamaz. Bu şirkin ve cehaletin yolunu açar. Bizim için kayıtsız ve şartsız itaat ancak Yüce Yaratıcımıza ve O'nun gönderdiği elçilerine yani Peygamberlerinedir. Bunun dışındaki kişi kim olursa olsun, itaat belli ölçüler içinde olabilir. Zira her insanın, nefsine mağlup olma, yanılma ihtimali her an vardır. Hz. Peygamber (s.a.v.) itaat ancak doğru konularda olur buyurmuşlardır. Sahabenin büyükleri; yanılırsak bizi uyarın demişlerdir. Herhangi bir insan; ben mürşidim, benim her dediğimi sorgulamadan yapacaksınız, ben yanılmam, benim her sözüm doğrudur diyorsa bilin ki o insan sahtekarın en önde gelenidir. Bu dinde böyle kayıtsız ve şartsız bir itaat olmaz. Her dediğimize uyun dememişlerdir.
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp