Top
Burhanettin Duran

Burhanettin Duran

bduran@setav.org

31/07/2020

Hilafet ve Atatürk tartışmalarına nasıl bakmalıyız?

Milletimizin ve İslam aleminin Kurban Bayramı mübarek olsun. Uzun yıllardan sonra Ayasofya'da ilk Cuma ve bayram namazlarının kılınmasının büyük sevinci içerisindeyiz. Bu sevince ne yazık ki polemiklerin eşlik etmesi Türkiye siyaseti için hiç şaşırtıcı değil. 'Hilafet kurumu geri getirilecek' ve 'Atatürk'e lanet edildi' iddiaları üzerinden bir bardak suda fırtına kopartıldı. Siyasi spektrumun uçlarındaki çevrelerin radikal siyasi hayallerini biliyoruz. Kimileri hala sosyalizmin iktidara geleceğini tahayyül eder, kimileri de hilafet kurumunun geri dönmesinin Müslümanlar için çözüm olacağını savunur. Ancak iktidar cenahında en üst düzeyde yalanlanan bu iddiaların muhalefetin ana siyasi aktörlerini bu kadar meşgul etmesi normal değildi. Temel saik Ayasofya'nın yeniden camiye çevrilmesinin oluşturduğu atmosferin başka bir ortak değerimiz olan Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ün sahiplenilmesiyle bastırılma çabasıydı. Eğer son aylarda Batı medyasında köpürtülen ve hedefi Türkiye'yi sınırlandırmak olan 'sultan, halife Erdoğan' kampanyası ile 'dost ittifakı' kurulmadıysa.

***

İslam İşbirliği Teşkilatı'nın mevcut etkisiz konumu ve Müslüman ülkelerin kendi aralarındaki kıyasıya rekabeti düşünüldüğünde bırakın herhangi bir ülkenin hilafeti geri getirmesini günümüzde felaket sonrasında bile yardımlaşmayı beceremeyen bir İslam dünyası gerçekliği var. Mescid-i Aksa'nın ilhakı karşısında İsrail ile ilişkileri sebebiyle sessiz kalan Arap liderlerin 'Türkiye İran'dan da tehlikeli' söylemlerini Erdoğan sevgisi olan Arap halklarına pazarladıklarını biliyoruz. Evet, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki tüm çatışmalarda bölge dışı müdahaleler etkili. Asıl belirleyici olan ise bölge liderlerinin ortak çıkarlarda buluşamaması. Arap halklarının 'onur, adalet ve refah' taleplerini en sert şekilde bastıran Körfez ülkelerinin, darbeci Sisi yönetimindeki Mısır'ın, bölgemizdeki neredeyse her çatışmanın körükleyicisi olan BAE'nin ve Şii milisleri ile Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan'ın krizlerinin ana sorumlularından birisi olan İran ortalama milli devlet aklını, komşuluk hukukunu gösteremiyor. Nerede 'İslam kardeşliği ve dayanışması.' Müslümanların dini ve duygusal birliğini zehirleyen bu liderlerin varlığında Başkan Erdoğan'ın Suriyeli, Filistinli ve Arakanlı mazlumlara sahip çıkması istisnai bir performans.

***

Erdoğan siyasetinin temel parametresi 'güçlü milli devlet' olarak Türkiye'nin milli çıkarlarını gerçekleştirmektir. Kimse romantizm ya da ideolojik savrulma beklemesin. İletişim Başkanı Altun'un 'İdeolojik saiklerle milli ve manevi değerlerimizi karşı karşıya getirme çabaları beyhudedir. Radikalizmin her türüne karşıyız. Ayasofya bağlamında ortaya atılan hilafet tartışmalarını da anlamsız ve beyhude buluyoruz. Bunun Türkiye siyasetinde bir karşılığı da yoktur' cümleleri tam da söylediğimi tarif ediyor. Erdoğan'ın 'dünya beşten büyüktür' diyerek adaletsizliklere karşı çıkması ya da reel imkânlar ölçüsünde Müslümanların dertleriyle ilgilenmesi ise kuşkusuz İslami-muhafazakâr kesimlerin hassasiyetleri ile aynı dalga boyundadır. Erdoğan fiilen Müslümanların sorunlarıyla insani düzlemde en çok ilgilenen lider olarak gönüllerde yerini almıştır. Bir sıfata ihtiyaç olmadığı açık. Öyle ki Erdoğan'ın örnekliğinin kendi milli çıkarlarını ihlal eden Arap liderler için bir kâbus haline döndüğünü medyalarının canhıraş kampanyalarından anlıyoruz.

***

Son olarak muhalefetin istese bile Atatürk üzerinden etkili bir kutuplaştırma stratejisi üretebileceğini düşünmüyorum. Zira AK Parti iktidarı sadece tek parti döneminin aşırı laikçi politikalarını tashih etmekle kalmadı. İslami-muhafazakâr kesimlerde dine saygıyı laikliği normalleştirdi. Kemalizm eleştirisi devam edebilir, Atatürk'ün milletimizin ortak değeri olması ise pekiştirildi
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp