Top
Uzay Gökerman

Uzay Gökerman

uzaygokerman@yahoo.com

04/09/2019

Dünün Dünyası – Stefan Zweig

Her sene yaz dönemini roman yerine beni daha fazla düşünmeye yöneltecek kitaplara ayırıyorum. Geçen seneyi Can Kozanoğlu’nun Mirgün Cabas ile gerçekleştirdiği ve; Bıçkın ve Ağlak adını verdikleri söyleşi-kitaba ayırmıştım.Bu seneki kitaba sene başında karar verdim. 16 Aralık 2013 tarihinde satın aldığım ve o günden bu zamana kitaplığımda sessizce sırasının gelmesini bekleyen Stefan Zweig’ın otobiyografisi Dünün Dünyası.Stefan Zweig geride bıraktığımız yüzyılın en iyi gözlem yapan ve en üretken yazarı olarak diğerlerinden ayırmak gerekiyor. Onu bu kadar ayrıcalıklı hale getirense yazdığı biyografileri oluyor. Zamanın ruhu dediğimiz etkiyi onun kadar güçlü ve bağımsız aktarabilen çok az yazar tanıdım, diyebilirim.Bağımsız gözlem, maalesef aralarına kendimi de katacağım birçok kişinin görüş bildirirken, anlatırken başaramadığı bir durumdur.Zweig’ı ilk defa gençlik yıllarımda okuduğum “Bir Politikacının Portresi – Joseph Fouche” ile tanımıştım. Tahmin ediyorum bugün siyaset yapan herkes bu kitabı başucunda tutuyordur. Yazar, Dünün Dünyası isimli eserinde Nazi Partisini anlattığı kısımda kitaplarını bir taraftan yasaklarlarken Nazilerin Fouche’yi nasıl ilgiyle okuduklarından söz ediyor.Dünün Dünyası, Zweig’ın ölümüne yakın, yaklaşık 60 yıllık yaşam öyküsünü anlatıyor. Tarihe ışık tutan, gözlemci ve farkındalık sahibi bir kişinin nasıl yetiştiği, beslendiği, geliştiğini, nerelerden geçtiğini, yaşadığını, çevresel koşulları ve kimlerle etkileşim içinde olduğunu, tanıdığını sıkmadan, uzatmadan, çarpıcı detaylar göstererek anlatıyor.

“İnsan kaslarını ihmal ederse bunu yıllar sonra telafi edebilir, düşüncedeki gelişim, yüreğin yakalama gücü ise ancak gelişme çağında mümkündür ve yüreğini erken yaşta olabildiğince açabilen kişi, sonraki yıllarda tüm dünyayı içine sığdırabilir.”

Stefan Zweig kendi çağının neredeyse tüm tarihi kişileriyle tanışıyor, onlarla arkadaşlıklar kuruyor.İlk aklım gelenler; James Joyce, Rilke, Salvador Dali, Freud, Gorki, Theodor Herzl, Thomas Mann, Richard Strauss, Bartok, Bernard Shaw…

Kendi gibi Naziler nedeniyle ülkesinden ayrılıp Londra’ya yerleşen Frued’u Salvador Dali ile birlikte ziyareti, Dali’nin hasta yatağındayken profesörün yüzünde gördüğü ölümü resmedişini sanki bugünden o zamana bakıyor ve size de o anı yaşatıyormuş gibi anlatılıyor.Haksız yere mahkum olan aslında hiç de tanımadığı birine yardım için Musolini’ye yazdığı mektuba diktatörün yazarın istediğini yaparak gerçekleştirmesi Stefan Zweig’ın etki gücünü bize gösteriyor.Zweig bize burada bir de fikir veriyor. Bazen çoğunluğun yarattığı tepkilerin ters tepebileceğini, bunun bir gövde gösterisine dönüşebileceğini, basit bir rica mektubunun bazen bundan çok daha güçlü bir araç haline geleceğinin ipucunu veriyor.Tarihte iz bırakmış şahsiyetlerin kendi iç çelişkileriyle yüzleşmelerinin sonuçları aynı zamanda onların kişilikleri ve yarattıkları eserlerin nedeni oluyor.Bizim bugün adını bilmediğimiz ancak o dönem içinde önemli yer tutan bir çok tarihi kişiliği okur ve tanırken de onları oynadıkları roller ışığında anlamlandırıyorsunuz.Yıllar sonra adını birçok kişinin hatırlamayacağı o karakterlerden bugün de aramızda yok mu?

Stefan Zweig bir Yahudi ve bu nesnel gerçeklik belki de hem onun gelişimi ve yaşadığı tregadyasının nedeni oluyor. Bizi bununla yüzleştiriyor. Bir Yahudi’nin hiçbir yere ait olamadığını ve bağlanamadığını bu sefer yazarın anlatımıyla okuyor, bir kere daha düşünüyorsunuz. Benim gözlemim yazar dahil dönemin Yahudilerinin Avrupa milletleriyle kaynaşma, onların içinde erime arzusunda olduğudur. Yahudiler tarihte olmadıkları kadar yaşadıkları ülkelerin insanlarıyla bir arada yaşamaya başlamış hatta neredeyse onlardan ayırt edilemeyecek bir duruma gelmişlerdir. Çok ilginçtir, Naziler tam da buna karşı varoluşlarını tarif ederek çıkmış, bütün Avrupa’daki Yahudi unsurunu belirgin hale getirip, onların bir kimlik edinmelerini sağlamışlardır.

İlk gençlik yıllarında bir dönem kaldığı Paris, Zweig’ı çok etkiliyor. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesindeki o dönemi okurken bugün en azından ben neyin eksikliğini duyduğumu hemen ayırt edebiliyorum.İlginç olan Birinci Dünya Savaşı’nın hemen arifesinde Avrupa’nın tüm başkentlerinde yaşanan iyimser havanın savaşı engelleyememiş olmasıydı. Savaş boyunca her ülkenin ileri gelen düşün insanlarının nasıl da barış için çaba gösterdiğini, savaş çığırtkanlığı yapanlarınsa kısa sürede unutulup gittiğini okuyoruz.Savaş sonrasında ülkelerin yaralarını sarma süreçlerini daha önce hiç bilmediğim, düşünmediğim pencereden bakarak gözlemlemek zengin bir tarih bilgisiydi aynı zamanda.Anlattığı bir başka konu da Amin Maalouf’un “kör nokta” olarak anlattığı ve benim de 12 Ocak 2013 tarihinde yazıya döktüğüm fenomen. (*)“Çok garip görünse de 1934 yılının o tarihi Şubat günlerinde ben Viyana’daydım ve Viyana’da cereyan eden tüm bu önemli olaylardan habersizdim, her şey olup biterken benim en ufak bilgim dahi olmamıştı. Toplar atılmış, evler işgal edilmiş, yüzlerce ceset taşınmıştı – ben bunların tekini bile görmedim. New York’ta, Londra’da ve Paris’teki, Her gazete okuru burada neler olduğunu, biz sözde tanıklardan çok daha iyi biliyordu ve bu şaşırtıcı fenomeni, yani günümüzde insanların on cadde ilerisindeki olaylar hakkında kilometrelerce uzaktaki insanlardan daha az şey bilmesini sonraları defalarca yaşadım.”Sanırım son yıllarda en fazla bu detaya dikkat etmeye çalışıyorum. Bir olay olduğunda kendime sorduğum bir soru var; göremediğim bir şey mi var?

Bu kitapla ilgili not düşmek istedim. Aslında aldığım çok fazla not var ancak hepsini burada yazmak mümkün olamaz zaten gerekli de değil.

https://uzaygokerman.org/2013/01/12/kor-nokta-mi-yoksa-artik-korlesmek-mi/

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp