Top
Nihat Ali özcan

Nihat Ali özcan

naozcan@milliyet.com.tr

01/02/2019

Trump ve istihbarat dünyası: Patolojik bir ilişki mi?

Dünya, ilginç, gerçek ötesi ve sürprizlerle dolu bir dönemden geçiyor. Olanları analiz edenler veya geleceği öngörmeye çalışanlar geçmişte bugünkü kadar zorlanmamış olmalılar. Örneğin birkaç gün önce, ABD Başkanı Trump ile ülkesinin istihbarat kurumları arasında yaşananlar gibi.

ABD Başkanı Trump, dünyanın en kalabalık ve en büyük bütçeli istihbarat örgütlerine sahip. Farklı işlevleri ve sorumlulukları olan 17 istihbarat örgütünün yıllık bütçesi neredeyse 80 milyar dolar. Başka bir ifadeyle, Rusya’nın tüm savunma bütçesinden daha fazla. Yine istihbarat örgütlerinde, sıradan telsiz operatörlerinden en tepeye, yaklaşık 200 bin kişi çalışıyor.

Dostların, düşmanların, devletlerin, örgütlerin niyetlerini, kapasitelerini öğrenmeye çalışan bir dev istihbarat yapısı. Bir yandan farklı yöntemlerle veri toplayan, bunları işleyen, işlenmiş verilerin analistler tarafından analiz edilmesini, karar alıcılara sunulmasını sağlayan muazzam bir çarktan söz ediyoruz. Ya da ABD’nin çıkarları için propagandadan ekonomik mali operasyonlara, sabotajdan, silahlı grupların desteklenmesine kadar bir dizi örtülü operasyon gerçekleştiren kurumlar topluluğu. 

Birkaç gün önce, ABD istihbarat kurum şefleri Senato’da bir oturuma katıldılar. Senato İstihbarat Komitesi’nin sorularını cevaplandırdılar. Dünyanın görünümünü, siyasi ve güvenlik konularında genel hatlarıyla görüşlerini paylaştılar.

Mealen, Kuzey Kore’nin nükleer silahlardan vazgeçmeyeceğini, DAEŞ’in Suriye’de coğrafi kontrolü yitirmiş olsa da binlerce militanının aktif olduğunu söylediler. Dahası, İran’ın nükleer faaliyetlerini anlaşmalar çerçevesinde yürüttüğünü ifade ettiler. Bu noktada işler karıştı. Ne de olsa bu ifadeler Trump’ın dış politika vaatleri ve başarı iddialarını boşa çıkartacak nitelikteydi. 

Trump’ın tepkisi hem sert hem de alışılmamış oldu. Attığı bir tweet ile ortalığı karıştırdı. “İstihbarat çalışanları, iş İran’ın neden olduğu tehlikelere geldiğinde aşırı pasif ve naif görünüyorlar. Ancak yanlışlar! Ben başkan olduğumda İran Ortadoğu’nun her yerinde sorun yaratıyordu. Berbat İran nükleer anlaşmasını sona erdirdiğimden beri daha farklılar ancak yine de potansiyel bir tehlike ve çatışma kaynağı. Füze test ediyorlar (geçen hafta) ve sona doğru gittikçe yaklaşıyorlar. Ekonomileri şimdi çökmekte, onları dizginleyen tek şey de bu. İran’a dikkat edin. Belki de istihbarat çalışanları okula geri dönmeli.”

Trump’ın kendi istihbarat örgütlerinin açıklamalarını kamuoyu önünde böyle istiskal ederek tartışması ilginç görünebilir. Yine de karar alıcı istihbarat ilişkisinin bu yönde seyretmesi disiplin çalışanları için sürpriz değil.

Kitap, iki taraf arasındaki ilişkinin ideal şartlarda “objektif analiz ile uygun politika denkleminde” gerçekleşmesini öngörür. Ancak, yine kitap, bunun çoğu zaman mümkün olmadığını ve olağan durumun sürtüşme ve bazen de patolojik derecede sorunlu olabileceğini söylüyor. İstihbarat ile karar alıcının tam uyumu kadar birbirlerini göz ardı etmelerini de patolojik ilişkinin farklı biçimi olarak tanımlıyor. Asıl sorun ise istihbarat karar alıcı ilişkisinin “siyasileşmesidir.”

Nitekim, Trump’ın şu ana kadar istihbarat örgütleriyle yaşadığı tecrübe bu patolojinin değişik veçhelerini gösteriyor. Örneğin, 2003 Irak müdahalesine temel oluşturan analizlerin fabrikasyon olduğunu dillendirebiliyor. Kendi istihbarat örgütlerinin “tecrübe, bilimsel yöntem ve maliyetle” ürettiği istihbarat yerine, “özel kanal ve sosyal medya’ya” daha fazla itibar ediyor.    

Bu yaklaşımıyla, bir yandan kendi görüşlerini paylaşmayan ülkesinin istihbarat kurumlarını küçük düşürürken, bir yandan da ABD’nin dış politikasının genel duruşunu aşındırmış oluyor. Her durumda Trump’ın tutumu kitabın sıklıkla vurguladığı bir ilkeyi doğruluyor: “İstihbarat raporlarının kendinden menkul değeri yoktur. Onlar, ancak karar alıcıların onlara verdiği değer kadar önemlidir.”

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp