Top
Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

02/04/2019

Ne yazsam boş!

İngiliz baharı zor geliyor, geç geliyor. Ama tam umudu kesmişken, soğuktan donmuşken imdada yetişmek gibi bir özelliği var. Bugünlerde havalar güneşli, o yüzden yüzler gülüyor.

Komşu Steve geçen hafta çocukluktan beri gittiği pub’a davet etti. Yerel lezzetlerden tadıp sohbeti koyulaştırdığımızda, “Burada nisandan önce pek baharı bekleme. Nisanda da yağmurlu olur, bir soğur, bir ısınır ama en azından güneş ufaktan yüzünü göstermeye başlar” dedi. Olsun o da yeter.

Hakikaten tam da söylediği gibi. Ben bu yazıyı yazarken günlük güneşlik, manolyalar çıldırmış, ağaçlar tomurcuklanmış, erikler, elmalar ve benim adını henüz bilmediğimi türlü türlü rengârenk çiçeklenmiş çalılıklar Cemal Süreya’nın dizesindeki gibi insanın yolunu kesiyor.

Kulağımda size bahsetmek istediğim albümler, önümde gazeteler, yazmak istediğim konular, kitaplar, bir yandan bilgisayara düşen haberler, içim pır pır, yazımı yazmaya oturdum. Ama ne yazacağım bugün bilmiyorum.

Aslında size buradaki antika ve eski eşya çılgınlığından söz edecektim. Şu an alakasız geldiğini biliyorum. Şu an her şey alakasız gelebilir. Hayır, öyle bitpazarı falan değil. İnternetteki paylaşım gruplarından, buralarda yaşanan ikinci el piyasasından, kırların içinde, ormanların kıyısında köy yollarını aşarak ulaşılan gizli kapaklı çiftlik evi gibi antika ve eski eşya merkezlerinden bahsedecektim. Buralarda nelerle karşılaştığımı, bu mekânlarda bulunabilecek çok acayip nesneleri anlatacaktım. (Gene anlatırım, o ayrı.) İngiltere’de ne kadar çok antika ve eski eşya var tahmin edemezsiniz. Üstelik bunları IKEA’dan daha ucuza satın alabiliyorsunuz. İsveççe adı olan basit bir sehpa almak yerine aynı parayla minik, kapaklı bir çalışma masası satın aldım. Altındaki raflara kitaplarınızı koyabiliyorsunuz. Herkes dalga geçiyor. Ev antikacıya döner yakında diyorlar ama olsun ben meşeden yapılmış, kim bilir kimlerin dirsek çürütüp üzerinde kitaplar, mektuplar yazdığı minyatür çalışma masamı seviyorum.

Bu arada İngiltere’de Y kuşağı (millenials dedikleri hani) ev sahibi olamıyormuş; bunu biliyor muydunuz? Evler o kadar pahalı ve insanlar deli gibi çalıştıkları halde o kadar az kazanıyorlar ki ev alamıyorlar. Ev sahibi olmak için ya miras kalmasını bekleyeceksiniz ya da... Burası hoşuma gitti; karavanlarda ve tekne evlerde yaşayacaksınız. İngiltere’de 15 bin aile tekne evde yaşıyormuş. Bu sayı son 10 yılda yarı yarıya artmış. Ama bunlar öyle marinaya bağlı tekneler değil. Tekne ev. Bir su birikintisi, nehir ya da göl üzerinde artık hareket etmeyecek şekilde bağlanmış içi ev olarak döşenmiş mekânlar. Şehir merkezinde bir tekne ev, normal bir evin onda bir fiyatına satılıyor. Bir arkadaşa bahsettim, daha lafımı bitirmeden “Rutubet olur orada” dedi. Konu kapandı.  Bir diğer çözüm de karavanlar. İnsanlar yedekte çekilen karavanlar satın alıyor ev alamadıklarından. Ya da karavan kamyon/minibüsler satın alıp, mevsimine göre bir yere çekip, içinde çoluk çocuk yaşıyorlar. Düşünüyorum da neden garipseyelim ki bunu? Çok normal. Ev alamıyorsak bizim suçumuz değil ki. Neden karavanda yaşamaktan utanalım? Bu maaşlarla ev almak hayal. Bir ara, “Satın almaya ne gerek var, artık kiralama çağındayız” denirdi. Ancak anlaşılan o ki insanlar için bu bir tercih değil, bir mecburiyet.

Karavan demişken, mahalleye kurulan cumartesi pazarına şirin minibüs/karavanıyla gelen bir pizzacı var. Görmeniz lazım. İnanılmaz ama ufacık minibüsün arkası fırın ve müthiş lezzetli Napoli usulü pizza yapıyor eleman. Bugün burada, yarın başka pazarda. Kimse bir yere kazık kakmak istemiyor artık.

Ama dedim ya, bugün ne yazsam boş. Galiba en iyisi şöyle arkaya yaslanıp yüzümüzü güneşe vermek. Baharın tadını çıkarmak.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp