Top
Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

14/11/2012

Global İlişkiler Forumu Avrupa Birliği Vize Çalışmaları Komisyonu Hukuk ve vize hakkı

AB ile ilişkilerimiz 2005 yılından beri birbirinden tamamen farklı iki süreçte yürüyor. Bu süreçlerden ilki, 1963 tarihli Ankara Anlaşması ile 1973 tarihli Katma Protokol uyarınca karşılıklı yükümlülükleri içeren ve her iki taraf için de bağlayıcı olan Ortaklık Hukuku’na dayanan “Hukuki Süreç”; diğeri ise 3 Ekim 2005 tarihli Müzakere Çerçeve Belgesi’nin öngördüğü ve bu aşamada sadece bizim için yükümlülükler içeren tam üyelik “Katılım Süreci” veya “Siyasi Süreç.”

Kazanılmış haklar
Bilindiği gibi, Türk vatandaşları 1950’li yıllardan 1980 yılına kadar, takriben 30 yıl, bugün Avrupa Birliği üyesi olan ülkelerin çoğuna vizesiz girme hakkına sahip bulunmaktaydı. Bu kazanılmış hakkın iki ana hukuki kaynağı bulunmaktadır:
İlk ve öncelikli kaynak Türkiye’nin yine 1950’li yıllarda Avrupa ülkeleriyle Vizelerin kaldırılması hakkında çeşitli tarihlerde yaptığı ikili anlaşmalar; diğeri ise Avrupa Konseyi’nin Kişilerin Serbest Dolaşımı Hakkında, hem Türkiye’yi hem AB’nin bugünkü bir kısım üyelerini içine alan 1957 tarihli anlaşmasıdır. Bu çok taraflı anlaşma uygulaması 1980 askeri darbesiyle taraf ülkelerce Türkiye’ye dönük olarak askıya alınmış, Türk vatandaşlarının taraf ülkelere 3 aylık vizesiz seyahat imkânı fiilen ortadan kaldırılmıştır. Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’den sonra, 1 Mayıs 1999 tarihinde yürürlüğe giren Amsterdam Anlaşması ile vize konusundaki müktesep haklarımıza kısıtlamalar getiren Schengen düzeni, daha sonra Ortaklığı oluşturan Roma Anlaşması’nda da gerekli değişiklikler yapılarak yürürlüğe girmiştir. Böylelikle, 1957 Avrupa Konseyi Anlaşması’nın içi boşaltılmış olmaktadır.
(bkz. https://wcd.coe.int/ViewDoc.jsp?id=50359&Site=COE)
Bu çerçevede, vatandaşlarımızın son yıllarda AB ülkelerinde açıp kazandıkları davalara ilişkin mahkeme kararlarından özellikle ikisi, vize konusunda Avrupa Birliği ile ortaklık ilişkilerimiz temelinde kazanılmış haklarımızın teyidi bakımından önemli gelişmelere yol açabilecektir.

ABAD Soysal kararı
TIR şoförü Mehmet Soysal’ın Berlin Eyalet Mahkemesi’ne 19 Mayıs 2006’da yaptığı başvuru üzerine, ABAD 19 Şubat 2009’da aldığı kararla, Avrupa Birliği’nin 2000 yılından beri şoförlerimize vize koymasını 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren Katma Protokol’ün 41/1ci maddesinin ihlali olarak görmüş ve bu karar uyarınca “hizmet sunumu” yapmak üzere bu ülkeye seyahat eden Türk vatandaşlarına vize uygulanamayacağı hükmüne varmıştır. Karar, önceden mevcut olan vizesiz seyahat hakkını, 1 Ocak 1973 tarihli Katma Protokol’ün Geriye Dönük Kötüleştirme Yasağı (“Stand Still”) ilkesini içeren 41/1ci maddesi gereğince 1 Ocak 1973 tarihinden önceki uygulamanın yeni kurallar yoluyla kısıtlanamayacağını öngörmektedir.
ABAD’ın “Soysal” kararının açığa çıkardığı en önemli husus, AB üyelerinin Türk vatandaşlarına yönelik pasaport ve vize kurallarını “Birincil Hukuk” değerindeki Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’e aykırı olarak düzenleyemeyecekleri gibi, Ankara Antlaşması ve Katma Protokol’den sonra, 1 Mayıs 1999’da yürürlüğe giren Amsterdam Anlaşması uyarınca uygulanan “Schengen” düzeninin de Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’ün önüne geçemeyeceğidir. Çünkü Amsterdam Antlaşması’ndan sonra, her ne kadar Topluluğu kuran Roma Antlaşması’nda da kişilerin serbest dolaşımına dair bazı değişiklikler yapılmış olsa da; Birliğin Roma Antlaşması’na göre akdettiği anlaşmalardan kaynaklanan kazanılmış kişi haklarını geriye götürmesi düşünülemez. Bu nedenle, Schengen Anlaşması’nın vize konusunda ortaklık hukukumuzun müktesebatına aykırı kısıtlamalar getirmiş olması, Avrupa Birliği hukukunun temel ilkeleri ile bağdaşmamaktadır.

Hollanda Yılmaz kararı
Hollanda Danıştayı’nın 14 Mart 2012 tarihli kararı, ikinci önemli aşamayı oluşturmaktadır. Bu karar, Katma Protokol’ün “Stand Still” ilkesini; Ankara Antlaşması’nın Türk vatandaşlarıyla Avrupa Birliği vatandaşları arasında uyrukluk temelinde ayrım yapılamayacağını öngören 9. Maddesi bağlamında yorumlayarak; Türkiye ile Hollanda arasında halen yürürlükte olan 1953 tarihli Vize Muafiyet Anlaşması’nın uygulanması gerektiği görüşünü serdetmektedir.
Bu görüş çerçevesinde geçerli pasaport hamili Türk vatandaşlarına istihdam amacı olmayan ziyaretlerde, hizmet alan hizmet veren ayrımı yapmadan, üç ay süreyle giriş hakkı tanınabileceği yorumu da yapılmaktadır. Hal böyle olmakla beraber, Hollanda Hükümeti’nin hem ikili anlaşmanın gereklerini hem de Danıştay kararını uygulamaktan hala kaçındığı gözlenmektedir.
Her iki mahkeme kararı, bireysel nitelikte olsa da, diğer AB üyeleri ve ABAD için de emsal teşkil edecek hukuki unsurlar içermektedir. Hollanda Danıştay kararı, AB tarafından çiğnenen ortaklık hukukunun kazandırdığı haklarımızın geri alınmasını ima ettiği cihetle, Türkiye’nin özellikle diplomatik ilişkilerimizin 400. yılını kutladığımız bu yılda, Hollanda nezdinde gerekli girişimlerde bulunması doğal olacaktır.
Ayrıca, Katma Protokol’ün yürürlüğe girdiği 1 Ocak 1973’ten evvel Avrupa Birliği üyesi olan, Hollanda’dan başka Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere gibi AB’nin diğer üyeleri de halen “Stand Still” ilkesini çiğnemeyi sürdürmektedirler.
Öte yandan, “Stand Still” şartı AB’ye sonradan katılan ülkeler için de geçerlidir. Zira AB müktesebatının önceden yapılmış ikili anlaşmaları da kapsadığı, AB’nin temel hukuk kurallarından biridir.
(bkz.http://europa.eu/abc/eurojargon/index_en.htm)

Berlin’in başvurusu
Bu arada Demirkan davasına bakan Berlin Eyalet Mahkemesi, ABAD’ın 11 Mayıs 2011 tarihli Demirkan kararında Ankara Anlaşması’nın 9. Maddesini, Katma Protokolün “Stand Still” ilkesiyle ilgili 41/1ci Madde hükmü ışığında bir “hizmet vermek” amacının yanında, “hizmet almayı” da kapsayıp kapsamadığı yolunda Divan’dan hukuki görüş istemiştir.
Divan, “hizmet almayı” da kapsadığına karar verirse, maddenin kapsamı genişletilerek istihdam amacı olmayan ve üç aydan az kalmak için seyahat eden tüm Türk vatandaşları için vize “muafiyetine” ulaşılmış olacaktır. ABAD’ın bu konuda 6 Kasım günü yapılan ilk duruşmasında AB üyesi 27 ülke söz birliği içinde Türklere vize uygulamasının devamı yönünde görüş vermişlerdir. Bu durum, ABAD üzerindeki siyasi baskının boyutunu da ortaya koymaktadır. 28 Ocak 2013’e ertelenen duruşmada Başsavcı’nın konuya ilişkin mütalaasını verdikten sonra, nihai kararın Mart ayında açıklanması beklenmektedir. Son duruşmanın büyük sayıda vatandaşımız tarafından izlenmiş olması, konuya duyulan büyük ilginin işaretidir.

Geri Kabul Anlaşması
Vatandaşlarımızın bireysel mücadeleleri sayesinde haklarımız hukuki zeminde adım adım kazanılma sürecine girmişken, kısa süre önce “Sığınmacıların Geri Kabul Anlaşması” paraf edilmiştir. Bu anlaşma ile içeriği henüz bilinmeyen bir takvim çerçevesinde Türk vatandaşlarına adım adım sağlanacak vize serbestisi, ahdi ortaklık bağlarımızın kesinlikle öngörmediği geriye dönüş ön şartına ve öncelikle tarafımızdan uygulanması koşuluna bağlanmıştır. Bu gelişme, kazanılmış haklarımız açısından ciddi bir tehlikeye işaret etmektedir.
Her ne kadar paraf edilen Geri Kabul Anlaşması’nın 18/2ci Maddesi’nde, Türkiye’nin tüm müktesep haklarına tam olarak saygı gösterileceği belirtiliyorsa da, geçmiş tecrübeler AB tarafından yapılan bu tür beyanların sadece tutulmayan sözlerden ve uyulmayan taahhütlerden ibaret kaldığını göstermektedir.

Doğal yükümlülükler
Kanımızca, Geri Kabul Anlaşması’nın uygulanmasına ilişkin “Eylem Planı” kesinleştirilmeden önce, AB’nin akdettiği her türlü hukuki belgelerin uygulanmasının “bekçiliğini” yapmakla yükümlü AB “Komisyonu”ndan, Geri Kabul Anlaşması’nın 18/2ci Maddesi’nde bahsi geçen müktesep haklarımızın neler olduğunun tespit ve tadadı istenebilir.
Çünkü Türkiye’nin yukarıda izah edildiği gibi mahkeme kararlarıyla ispatlanan kazanılmış haklarını tehlikeye atmasının ve ortaklık hukukundan doğan yükümlülüklerini yerine getirmeyi AB’nin bu defa yeni koşullara bağlamak istemesinin kabulü haliyle düşünülemez.
AB ile tam üyelik müzakerelerinde yaşanan tıkanıklık nedeniyle üyelik perspektifinin gittikçe bulanıklaşması, AB ile mevcut ortaklık hukukuna dört elle sarılmamızı ve kazanılmış haklarımızın hiçbir şekilde erozyona uğratılmamasını gerekli kılmaktadır.
Daha fazla bilgi için www.gif.org.tr sitesini ziyaret
edebilirsiniz.

 

DÜŞÜNENLERİN DÜŞÜNCESİ
Türk vatandaşlarının 1950’lerde kazandığı, bugün AB üyesi olan ülkelerin çoğuna vizesiz girme hakkı, 12 Eylül darbesi sonrası fiilen ortadan kaldırıldı. Türk vatandaşlarının son yıllarda AB ülkelerinde açtığı davaların kararları, kazanılmış vize hakkının teyidi açısından önemli gelişmelere yol açabilecek

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp