Top
Belma Akçura

Belma Akçura

okur@milliyet.com.tr

24/07/2022

Medyada 24 Temmuz

Haber peşinde koşuşturan meslektaşlarımın kendim de dâhil, zaman zaman umutsuzluğa kapıldığı anlar oldu. Çünkü bir gazeteci için en kötü şey, onca emek verdiği bir haberin sansüre uğramasıdır. Ama bundan daha da kötü olanı gazetecinin kendi haberini kendisinin sansürlemesidir. “Nasıl olsa yayımlamazlar” algısıyla haberi görmemek, yok saymak, araştırmamak, sümen altı etmek hemen her dönemde mesleği kemiren vahim bir soruna dönüştü.

Oysa basın tarihi, en zor koşullarda bile mesleğini hakkıyla yapan, toplumsal hafızamızda yer edinmiş muazzam gazeteciler armağan etti bize. Onlar gerçeklerin peşinden koştuğu için öldürüldü, hapse atıldı, itibarsızlaştırıldı, işten çıkarıldı ama yazmaktan asla vazgeçmeyen gazetecilerdi. Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Hrant Dink başta olmak üzere yüzlerce aydın, yazar, gazetecinin öldürülmesinin acısını yaşadık. Tabii bazen onlara rağmen tarih zamanın koşullarına yenik düşebiliyor. Anlam ve önemini yitiriyor. Türkiye medyasında “24 Temmuz” böyle bir tarih.

***

Osmanlı İmparatorluğu’nda, İkinci Meşrutiyet’in (1908) ilanı, basından sansürün ilk kez kaldırılışının da tarihi. O gün gazeteciler, her gün gazetelere uğrayan sansür memurlarını içeriye almayarak olağanüstü bir dayanışma sergilediler. Ertesi gün ilk kez gazeteler sansürsüz yayımlandı. Bu nedenle 24 Temmuz, 1971’e kadar “Basın Bayramı” olarak kutlandı.

12 Mart 1971 darbesiyle basın yeniden sansür ve ağır baskılarla karşı karşıya kalınca, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 24 Temmuz’un kutlama olmaktan çıktığını belirterek, o günü “Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü” olarak kabul ve ilan etti. Çünkü basında sansür hemen her dönemde çeşitli şekillerde daima karşımıza çıktı; gazeteleri kapatarak, haberleri yasaklayarak, gazetecileri, yazarları cezalandırarak, hedef göstererek, korkutarak, engelleyerek, baskı altına alarak, tehdit ederek...

***

Bugün iletişim teknolojisi, gerçeklerin gizlenemediği küresel bir medya yaratmasına rağmen, ortak düşünce “sansürden” daha tehlikeli olanın “oto sansür” olduğu yönünde. Gazeteciler sonuçları ne olursa olsun gerçeği yazmalı desek de yaratılan korku iklimiyle medya kendi kendini sansürlemek durumunda kalıyor.

var taboolaDivId = "";var taboolaPlacement = "";if (adServiceConfig.isMobile()) {taboolaDivId = "mid-article-thumbnails_mobile1_milliyet-" + 6794711;taboolaPlacement="Mid Article Thumbnails_mobile1_milliyet";}else {taboolaDivId = "mid-article-thumbnails_desktop1_milliyet-" + 6794711;taboolaPlacement = "Mid Article Thumbnails_desktop1_milliyet";}window._taboola = window._taboola || [];_taboola.push({ mode: 'thumbnails-mid-a', container: taboolaDivId, placement: taboolaPlacement, target_type: 'mix' });_taboola.push({ article: 'auto', url: 'https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/belma-akcura/medyada-24-temmuz-6794711' });

Tam da bu nedenle “oto sansür” dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan acıları görmemek, olası baskılarla risk almaktan kaçınmak, çıkar gruplarını hedef alan haberleri yok saymak, medyanın “etik” açıdan en çok sorgulandığı alanı oluşturuyor. Yani haberi nasıl gördüğünüzden çok, niçin görmediğiniz de okur açısından önemli bir konu.

Çünkü ilkeli, dürüst adil iyi gazetecilik yapmak öncelikle kendine oto sansür uygulamamaktan geçer. İnsan hayatı söz konusu olduğunda medya birleştiren mi ayrıştıran mı yoksa yok sayan mı sorusuna yanıt verebildiğimiz sürece gazeteci kimliğimizde bunun üzerinden yol alacaktır. Bir sorunu görünmez kılmak ahlaki açıdan nasıl bir sorun yaratırsa görüneni çarpıtmak da o kadar problemlidir. Dürüst ol, herkese eşit mesafede dur, herkesin sesi ol, süzgeçten geçirmeden asla yazma...

***

Bugün doğru ya da yanlış olduğunu sorgulamaksızın sürekli bilgi edinen ve bu bilgiyi anında paylaşan bir sosyal medya var. Sosyal medya da sansürün bir başka yüzüyle karşı karşıya. Gerçek haberi çarpıtarak kendilerine alan açan, olayları manipüle ederek kamuoyunu ayrıştıran, kendilerini örtbas ederek aklamaya çalışan “gazeteciler”in özellikle sosyal medyayı kullanma biçimi, kamuoyunda sadece zihin karışıklığına yol açmıyor, gerçeği yalandan ayırt edemeyen bir kamuoyu yaratıyor.

***

Bu durum gerçek basın emekçilerini de görünmez kılıyor. Yaptığı haberden yazdığı yazıdan dolayı gözaltı ve tutuklamalarla karşı karşıya kalan, evlerinin önünde saldırıya uğrayan, işsizlikle tehdit edilen, itibarsızlaştırılan gazetecilerin ve ekonomik cezalarla baskı altına alınan medya kuruluşlarını “sansürleyerek” görünmez kılıyoruz. Biliyoruz ki; halkın haber alma hakkı, özgür medyanın görevini hukuk devleti güvencesinde yapabilmesiyle mümkün. Ama bugün eserlerimize, sanatımıza, kitaplarımıza haberlerimize uygulanan sansürün önüne oto sansürün geçtiği de bir gerçek. Belki de gazeteciler sansürsüz bir gelecek istiyorsa öncelikle neden oto sansür sorusuna yanıt aramalı.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp