Top
Sedat Ergin

Sedat Ergin

sergin1@hurriyet.com.tr

17/05/2019

Şiddet karşısında cezasızlık kültürü

Ya da gazeteci Yavuz Selim Demirağ’ın daha geçen hafta sonunda Ankara’da evinin girişinde bir grup saldırgan tarafından beyzbol sopalarıyla dövüldükten sonra götürüldüğü hastanedeki görüntüleri. Beyaz gömleğini kaplayan kan lekesini ve hastanede sargılar içinde kaybolan yüzünü gördüyseniz, hafızanızda yer etmiş olmalıdır.

Ve bütün bunlara her gün eklenen aynı içerikteki yeni haberler, yeni görüntüler... Tekirdağ’da Ekrem İmamoğlu’na yaptığı bağışın dekontunu Twitter’da ‘herseyguzelolacak’ hashtag’iyle paylaşan Göknur Damat’ın sosyal medyada bir linç kampanyasına maruz kaldıktan sonra “Sen misin o cesur yürek” diyen meçhul bir şahıs tarafından baldırından bıçaklanması...

Ve önceki gün gelen bir haber... Antalya’da gazeteci İdris Özyol’un çalıştığı yerel gazetenin bürosu önünde bir grup saldırgan tarafından dövülüp hastanelik edilmesi...

YAPANIN YANINA KÂR KALIRSA

Aslında şiddet, kaba güç söz konusu olduğunda mesele sadece siyasetçilerin, gazetecilerin, sosyal medyada ön plana çıkmış kişilerin uğradıkları mağduriyetle sınırlı değildir. Konu şiddetin yaygınlaşma eğilimi gösterdiği bir ülkede herkesin sorunudur.

Böyle bir hadise bir gün trafikte yaşanan basit bir anlaşmazlığın ardından da patlak verebilir. Ya da herhangi bir mekânda tümüyle bir yanlış anlama ya da niyet okuması üzerinden sergilenen bir kabadayılık şeklinde de kendisini gösterebilir.

Son hadiselerin toplumda yarattığı rahatsızlığın bir boyutu da şiddete başvuran kişilerin bu eylemlerinin ardından tutuklanmayıp serbest bırakılmalarıdır. Şiddet karşısında bir cezasızlık kültürünün yerleştiği algısı, ne yazık ki saldırganları daha çok şiddete teşvik etmekte, bu da şiddet sarmalının toplumda daha çok ivme kazanmasına yol açmaktadır.

Ve herkesin yanıt aradığı soru, saldırganların genellikle nasıl olup da serbest kaldığıdır. Türkiye’deki yasalar nasıl oluyor da bunu mümkün kılıyor? Yoksa sorun yasalarda değil de uygulamada mıdır? Yoksa her iki şık da mı geçerlidir?

CEZA KANUNU YETERİ KADAR AÇIK

Bu sorulara yanıt aradığımızda karşımıza önce 2004 tarihli 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) çıkıyor. TCK’nın hükümleri çok açık. Yasanın “Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar” başlığı altındaki 86’ıncı maddesi birinci fıkrasında, “Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır diyor.

Saldırının yol açtığı tahribat büyüdüğü oranda cezanın alt ve üst sınırları da yükseliyor. Örneğin 86’ncı maddenin üçüncü fıkrasında “kasten yaralama suçu silahla işlenirse” ceza yarı oranında arttırılıyor. 87’nci maddenin birinci fıkrasına göre “kasten yaralama fiili, mağdurun organlarından birinin işlevinin zayıflamasına, yüzünde sabit ize, yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olursa” 86’ncı maddede belirlenen ceza bir kat arttırılıyor.

Bir sonraki fıkrada, sonuçların daha da ağırlaşması halinde (örneğin bir uzvun kaybedilmesi gibi) ceza iki kat arttırılıyor.

KILIÇDAROĞLU’NUN DURUMUNA BAKINCA

TCK çerçevesinde dosyaya baktığımızda Kemal Kılıçdaroğlu’nun durumunun “Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar” başlığı altındaki 86’ncı maddesinin birinci fıkrasına girdiğini söylemek mümkün. Ancak CHP Lideri’nin hedef olduğu saldırıda bir de TCK’nın 109. maddesinde düzenlenen “Hürriyeti Kısıtlama suçu çerçevesinde ortaya çıkan ve bir yıldan beş yıla kadar hapisle cezalandırılan ikinci bir suç söz konusu. (Ağırlaştıran hükümleri hariç) Meselenin bu kısmını şimdilik yazının dışında bırakıyoruz.

TCK çerçevesinde Yavuz Selim Demirağ’ın durumuna baktığımızda ise yine yasanın hem 86’ncı hem de ağırlaştırıcı hükümleri getiren 87’nci maddesinin bu gazetecinin maruz kaldığı saldırı fiiline karşılık verdiğini öne sürebiliriz.

CEZA MUHAKEMESİ KANUNU NE DİYOR?

Şimdi meselesinin tutuklama faslına gelelim. Hem Kılıçdaroğlu hem de Demirağ’ın uğradığı saldırılara karışan şüpheliler ‘adli kontrol’ şartıyla serbest bırakılmıştır. Peki nasıl oluyor da serbest kalıyorlar?

Tutukluluk rejimini TCK değil, 2004 tarihli 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) belirliyor. CMK, 100’üncü maddesinde genel ilke olarak “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilmesini” öngörüyor.

CMK, aynı maddede hangi suçlarda tutuklama olabileceğinin uzun bir dökümünü de yapıyor, bu çerçevede “silahla işlenmiş kasten yaralama” (TCK 86/3) ve “ağırlaşmış kasten yaralama” (TCK 87) suçlarını da sayıyor.

Burada spesifik bir tanımlama var. Ancak bu durum silah kullanılmayan ya da yaralamayla sonuçlanmayan saldırılarda tutuklama yapılamayacağı anlamına gelmiyor.

Çünkü CMK aynı maddenin dördüncü fıkrasında da şu hükmü getiriyor:

Sadece adlî para cezasını gerektiren suçlarda veya vücut dokunulmazlığına karşı kasten işlenenler hariç olmak üzere hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.”

Görüleceği gibi CMK, “tutuklama yapılmayacak” suçları tanımlarken “vücut dokunulmazlığına karşı kasten işlenen suçları” -bir bütün olarak- bu suçlardan hariç tutuyor, yani “Bu durumdakiler tutuklanabilir” demiş oluyor. Bunlar TCK’nın 86 ve 87’nci maddeleri altında düzenlenmiş olan bütün kasten saldırı suçlarını kapsıyor.

SORUN UYGULAMA MI?

Bu durumda yasanın, söz konusu hükmü çerçevesinde hangi derecede olursa olsun şiddete başvuran saldırganlar -somut delil bulunması halinde- pekâlâ tutuklanabilir.

Ama uygulama böyle değil. Bazı durumlarda savcılar, bazı durumlarda da onların dosyayı sevk ettiği hâkimler bu suçlar kapsamında karşılarına çıkan sanıkların önemli bir bölümünü bütün somut delillere rağmen serbest bırakıyorlar. Örneğin, beyzbol sopalarıyla dövülen gazeteci Demirağ’ın uğradığı saldırıda ağır bir yaralanma durumu yaşanmasına rağmen şüpheliler serbest bırakıldı.

Demek ki mesele yasadan çok uygulamadan kaynaklanıyor.

Peki yasalar neden uygulanmıyor?

Bu meseleyi tartışmaya devam edeceğiz.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp