Top
Nil Karaibrahimgil

Nil Karaibrahimgil

nilfm@hurriyet.com.tr

08/05/2017

Aradığım anaokulunu buldum

Doğal ortamındaki insanlarla, börtü böcekle, ağaçla bulutla muhabbet etmek midir?
Yoksa, bir yere gidip yaşıtlarınla oynamak mıdır?
Anneliğe hazırlanılmadığı gibi, bu soruları da hiç sormamış oluyorsun.
Ben de her anne gibi başladım sormaya. Kendimce cevaplar buldum. Bu cevaplardan biri, ‘en iyi okul, en yakın okul.’
Herhalde görüşmeye gittiğim yerlerde en tuhaf soruları soran ben olmuşumdur.
Okulunuzda ödül ve ceza var mı?
Okulunuzda 3 yaşındaki çocuklara bir şey ‘öğretmeye’ çalışıyor musunuz?
Yemekleriniz organik mi? Müzik okulunuzun büyük bir parçası mı? Çocuklar sizin dediğiniz zamanda, dediğiniz aktiviteleri yapmak zorunda mı, yoksa ellerindekini bırakmama özgürlüğüne sahipler mi?
Çocuklar arasındaki anlaşmazlıkları nasıl çözersiniz?
Derken...
Bir anaokuluna gittim.
İçeri girdim, oyuncak yok.
Var ama renkli, plastik, cafcaflı bir dünya yok.
Sakin. İçeride çocuklar oynuyor.
Bir sınıfa girdim.
Aziz Arif oynamaya başladı, ben de oturmuş onu izliyordum ki, sınıf öğretmeni elime iki şiş bir de yün sıkıştırdı.
‘Örgü örmek ister misiniz?’ dedi.
Çocukken örerdim, hem de ne severdim.
Başladım örmeye...
Meğer gözümüzü dikip onları izleyeceğimize, bir şeyle meşgul olmak gerekmiş.
Annelerin gardiyanlık yaptığı bir yer değil, mandalina soyuyorlar, yünden yelek örüyorlar, ipleri sararak top yapıyorlar.
Eski bir Rum kilisesi olan bu binada, oturmuş yün örerken buldum kendimi.
Sonra yan sınıfa geçtik, orada ahşaptan tırmanma yerleri olan kaydıraklar vardı.
Ellerimi çırparak bağırdım: ‘Hadi gel, kaydıraktan arabayı kaydıralım.’ Okulun kurucusu Ömer Bey, “Nil Hanım, nasıl oyun oynayacağını siz tarif etmeyin, o nasıl istiyorsa öyle oynasın.
O kaydırağı isterse alıp, düz halde köprü de yapabilir, her şekilde oynayabilir, bu parçaların hepsi bağımsız” dedi.
O lafı hiç unutmadım sonra. Okullar iki artı üç beş eder der... Waldorf’ta soru ‘beşe varmak için neleri toplamak gerekir?’
Bir daha ona hiç, nasıl oyun oynaması konusunda öneride bulunmadım.
Bu okulun felsefesi, Waldorf...
Rudolf Steiner’in geliştirdiği bu felsefede, her çocuk ayrı bir evren.
Aynı zamanda her çocuk evrenle, kendi keşfettiği yolla bütünleşen ayrı bir evren.
Bu felsefede, çocukların birer insan olarak birbirleriyle nasıl ilişki kurdukları da çok önemli.
Yankı Yazgan’ın bir konferansında söyledikleri, Waldorf felsefesini de iyi özetliyor.
Çocuklarımız özgüvenli olsun istiyoruz peki başkalarına güven?
Kendini ezdirmesin deyip duruyoruz, başkalarını ezsin mi?
Mutlu olsun yeter diyoruz, başkalarını da mutlu etmesin mi?
Bu okulda, hayal gücü, müzik ve masal başrolde. Ödül ve ceza yok. Serbest oyun var. Günlük ritimler var. Bu okulda her şeyin bir olduğu anlayışı var.
Her şeye saygı, sevgi... Evrendeki her şeye selam var.
Madem en iyi okul en yakın okul, madem çocukların plastiklerden uzak, taşla, kumla, toprakla, ağaçla, suyla, şarkıyla oynayabileceği bir okul var, o halde neden o okul bizim okulumuz olmasın?
Eylülde, Beşiktaş Akaretler’de açılacak ve ilk senesinde 3-6 yaş çocukları kucaklayacak, Waldorf felsefesiyle eğitim yapacak bu sıcacık yuvanın adı, ‘Her Çocuk Bir Evren’.
Ben şimdilik, çocuk büyütmek değil de kendini büyütmek gerektiğini ve istediklerinin oyuncak değil de oyun olduğunu fark ettim.
Gönlüme yakın felsefeyi de buldum.
Artık gerisi hayırlı olsun demeye kalıyor.
Dilerim Beşiktaş’taki bu güzel okul, büyür de ilkokul, ortaokul, lise olur, biz de temelini ilk atanlar oluruz.
Annelere bir sürprizim daha var. O da Anneler Günü’nde.
Bin bir evhamdan gözüne uyku girmeyen annelere ninni yazdım.
Annelere ninni. Uyumayan, uyuyamayan annelere uyusunlar diye. Onların da ninniye ihtiyacı var.
Pazar günü ninnide buluşmak üzere, iyi haftalar...

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp