GEÇTİĞİMİZ yıl bu dönemlerde iş dünyası Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı, Abdullah Gül Başbakan olsun talebi konuşulmaya başlamıştı.
Temmuz-Ağustos gibi ise bu konuda müzakereler yapılıp anlaşmanın sağlandığı, Batının bu formüle destek verdiği, dolayısıyla barış içinde yeni bir icraat dönemi başlayacağı söylentileri yoğunlaşmıştı. Hükümete yakın işadamlarının başını çektiği anlaşılan bu girişim, Haziranda alevlenen Gezi olaylarının yarattığı karamsarlığın da etkisiyle, tüm iş dünyasını memnun etmiş görünüyordu. O dönemde, Böyle bir formülü, etkisi azalacağı için Erdoğanın kabul etmeyeceği tahminini söylediğimizde, bazı işadamları iş bitmiş gibi konuşup, buna uygun yanıtlar veriyorlardı.
Yani Hükümete yakın işadamları da dahil herkes, Başbakanın bu tavrıyla artık ülkenin yönetilemez hale geldiğini o zamandan görüyor, mevcut iktidar devam etsin diye, böyle bir formülün üzerinde duruyorlardı.
Ancak bu talebi iş dünyasının tümünün benimsemesinin asıl nedeni ekonomik istikrarın devam etmesiydi. Turgut Özaldan beri tek partinin ekonomi açısından uygun olduğunu düşünen iş dünyasının böylesine bir formülü benimsemesinin altında, koalisyon korkusunun yattığı da açıkça gözleniyordu.
Ancak gelinen aşamada artık iş dünyasının mevcut istikrar talebinin içinin boşaldığını söyleyebiliriz. Aynı şekilde günlük düşünüp hareket etme eğilimindeki piyasaların istikrar talebi de artık boşa çıkmış durumda. Elbette istikrar çok önemli, işalemi ve piyasalar önünü görmek zorunda ki; yatırım kararı alabilsinler, piyasalar canlı olsun, kâr edebilsinler.
Ancak gelinen aşamada; bu dinleme tapelerinin ortaya çıktığı, yolsuzluk ve rüşvet iddialarının ayyuka çıkıp, Türkiyenin giderek otoriterleştiği bir süreçte artık eski istikrar anlayışının devam edemeyeceği de açık. Tek adama bağlı, her türlü denetim ve kontrolden uzak bir sistem kurulduğu takdirde, öylesine bir sistemde bırakın istikrar talebini, talepten bile söz edilemeyeceğini giderek daha fazla kişinin görmesi kaçınılmaz.
Çünkü demokrasi ve piyasa ekonomisi, işaleminin de piyasaların da içinde yaşayabileceği asgari iklimin de adıdır. Demokrasinin kalmadığı, kuralların olmadığı, tek kişinin istediği işi istediği zaman ve biçimde yaptığı, bunun için yargıyı da tümüyle kendisine bağladığı bir ülkede, vurup kaçılacak işlerin dışında, zaten kalıcı iş yapılamaz ki...
ÖNEMLİ OLAN SUYUN AKIŞINI GÖRMEK
Özetle, yeni bir istikrar anlayışına ihtiyaç var. Her şeyden önce kurumsallaşmış demokrasi ve kurallı piyasa ekonomisini geliştirip, böylesine bir ortamda istikrar hedeflemek gerekiyor. Ancak böyle bir istikrar kalıcı olabilir, ülke ve halk yararına olan da budur.
İş dünyası ve piyasaların artık Koalisyon fobisini de yenmeleri gerekiyor. Tek partili-çok partili iktidarlar belirleyici değil ki; suyun akışını görmeleri önemli
Tek tek partilerin hiçbir ülkede küresel gelişmelerle yön bulan suyun akışını belirleme yetkisi yoktur. Ülkesini halkını düşünen iktidarlar; bu büyük akışı görüp ona göre hareket edenlerdir.
Üçlü koalisyon Hükümetinin AB reformları ve ekonomik reformlar konusunda, tarihin en iddialı kararlarını aldığı, MHP dahil edilerek Aponun idamının engellendiği hep unutuluyor. Bu kararları aldı ama suyun akışına engel olan askeri vesayet başta, öncelikli tıkanma noktalarına el atamayınca, yeni bir iktidar geldi. Şimdi demokratik haklar ve mezhepçilik başta olmak üzere, ilerlemenin önünde engel bir iktidar anlayışı oluştuğu için, yeniden değişim zamanı geldi. Çünkü suyun akışı artık bu değişimi gerektiriyor.
İş dünyası ve piyasalar büyük resmi görmeli ve buna uygun değişimleri ve kalıcı istikrarı savunmalı. Çünkü kendi gelecekleri için gereken de; değişim ve ilerleme.
Bence son gelişmelere kurumsallaşmış bir demokrasi ve kurallı piyasa ekonomisini kurmak adına bir fırsat olarak bakanlar, sürecin sonunda haklı çıkacaklar.