Top
Ayşe Arman

Ayşe Arman

aarman@hurriyet.com.tr

21/01/2014

Bana ‘terör örgütü yöneticisi’ diyenlere acıyorum!

ESKİ Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un kitabı Aralık’ın 6’sında çıktı.

Biliyorsunuz, 17’sinde de bu ülkede kıyamet koptu.
Haliyle Başbuğ’un, “Suçlamalara Karşı Gerçekler” kitabı gündeme cuk diye oturdu. İki haftada 100 bin basıldı. 5 günde 50 bin sattı. Üstüne bir 20 bin daha bitti. İlgi büyük...
Bir sürü şey söylenebilir, herkes de söylüyor zaten, ama şurası kesin ki, özel düzenlenmiş delillerle, ülkenin genelkurmay başkanının iki yıldır içeride tutulması ne akla ne de hakkaniyete sığıyor!
Üstelik Başbakan bile bunu söylüyor.
Ama o ve silah arkadaşları hâlâ içeride...
Bir an önce özgürlüklerine ve ailelerine kavuşabilmeleri dileğiyle...
“Suçlamalara Karşı Gerçekler” adlı kitabınıza büyük ilgi var. Siz bu kitabı niye yazdınız?
-Bu benim 4. kitabım. Niye bu ismi verdim? İsim ararken aklıma en sevdiğim yazar Dostoyevski’nin muhteşem eseri “Suç ve Ceza” geldi. Orada bir “suç” vardır, suçun olduğu yerde elbette “ceza” olacaktır. Ama Türkiye’de özel yetkili mahkemelerde görülen, görülmekte olan bu tür davalarda “suç” yok. Son günlerin deyimiyle “kumpas” var. Bu kitabı kaleme almamın nedenlerinden biri, kurulan bu “kumpasların” arka planının ve en önemlisi de “gerçekleri” Türk milletinin dikkatine sunmak...
Kısa sürede bu kadar çok okunması neyin göstergesi?
-Türk halkının gerçekleri öğrenmeye ne kadar istekli olduğunun! Eminim Türkiye’nin yaşadığı bu “karanlık süreç” üzerine araştırma, inceleme yapacak, kitaplar yazacak pek çok kimse çıkacak. “Suçlamalara Karşı Gerçekler” onlar için mütevazı bir kaynak da oluşturabilirse, ne mutlu bana...

DARBECİLİK SUÇLAMASI AHLAKSIZLIK!

Darbecilikle suçlanmak sizi ne kadar yaralıyor?

-İnanılmaz boyutta! Bir genelkurmay başkanı olarak kamuoyuna, siyasi iktidara ve medyaya açık olan ve tanınan komutanlardan biriyim. Yaptıklarım, söylediklerim ortada. “Darbe iddialarından hicap duyuyorum. Türkiye’de bazı olaylar yaşandı. Bugün artık bu olayların geride kaldığını düşünüyoruz. Biz diyoruz ki, demokraside önemli olan husus, iktidarların seçimlerle, demokratik yöntemlerle el değiştirmesidir. 14 Nisan 2009 günü, Harp Akademileri Komutanlığı’nda yapmış olduğum yıllık değerlendirme konuşmasında toplam 45 defa “demokrasi”ye vurgu yapan bir komutanın, darbecilikle suçlanması sadece ve sadece ahlaksızlık!

SAVUNMA YAPMAYAN TEK İNSAN BENİM

Yargıda kokuşmuşluk çürümüşlük var!
“Af istemiyoruz, beraat istiyoruz” diyorsunuz...

-Elbette af istemiyoruz! Çünkü suçlu değiliz. Adil yargılamayı sağlayacak mahkemelerin var olması durumunda, beraat kararlarının verileceğine gönülden inanıyoruz. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Sayın Metin Feyzioğlu’nun önerilerini destekliyoruz. Teklifi hatırlanacağı gibi “yeniden yargılamayı” içeriyor. Geçenlerde Sayın Başbakan partisinin grup toplantısında aynen şunları söyledi: “Bugün artık, geçmişteki bazı yargılamaların da üzerinde çok büyük soru işaretlerinin oluştuğunu daha net olarak görüyoruz. Sahte ihbar mektuplarıyla, yasadışı dinlemelerle, sahte delillerle tasarlanmış ve ayarlanmış bir kısım yargı mensuplarıyla, insanların nasıl mahkûm edildiklerini bugün çok daha belirgin şekilde görebiliyoruz. Bunun içinde yürütme de var. Bunlar müşterek yapılıyor. Göreceksiniz, bundan çok daha fazlası ortaya çıkacak. Acırsanız, acınacak hale gelirsiniz! Nasıl bir takiyenin, kokuşmuşluğun, çürümüşlüğün hüküm sürdüğü ortaya çıkacak. Türkiye Devleti Cumhuriyeti, bu sinsi virüslere, devlet bünyesini terk etmeyecek, sızıntılara asla geçit vermeyecektir!”
Peki şimdi şartlar değişti mi yani...
-20 savcının görev yeri değiştirildi. Kimdi bu savcılar? Ergenekon, Balyoz ve Şike davalarının iddianamelerini hazırlayan savcılar. Bildiğim kadarıyla, özel yetkili mahkemelerde yargılanıp da, mahkemede “savunma yapmayan” tek kişi benim. Mahkeme, beni yargılamada yetkisizdi. Ayrıca o güne kadar yaşananlar, o mahkemede adil yargılamanın yapılamayacağını gösteriyordu. Savcı Cihan Kansız tarafından hazırlanan iddianameyle suçlanmanın sadece yetersizliğin bir komedisi olabileceğini, bu nedenle de iddianameye itibar etmediğimi açıkça söyledim. Savcı Kansız da, son dönemde tayin edilen savcılardan birisi. Şimdi aklıma şu soru takılıyor: Yeniden yargılanma nasıl olacak? İtibar etmediğim iddianameyle mi? Sahte ihbar mektuplarıyla mı? Sahte delillerle mi? Yasadışı dinlemelerle mi? Ayarlanmış bir kısım yargı mensuplarının kararıyla mı? Bunları söyleyen ben değilim, Sayın Başbakan! Aslında ortada insanların yargılanmasını gerektirecek bir durum bile yok. Yargıda kokuşmuşluk, çürümüşlük var. Asıl yapılması gereken, bu “komplo”ları oluşturanların ortaya çıkarılması ve adil bir şekilde yargılanması değil mi?

Komutan yalnız insandır

“Eğilmedik, bükülmedik, dimdik ayakta kaldık!” diyorsunuz. Direnme gücünü nereden buluyorsunuz?

-Haklı olduğumuzu bilmemizin gücü bu! Suçsuz oluşumuz. Diğer bir neden ise Türk ordusunda aldığımız eğitim. Askerlikte hiç affedilmeyen suçların başında, “dürüst davranmama” ve “yalan söyleme” gelir. En çok askeri personelin yargılandığı dava, “Balyoz” davası. Savcı ve hâkimler, tüm çabalarına rağmen, o kahramanlar arasında bir tek çatlak ses yaratamadılar. Bizim hayatta rehberimiz, ebedi Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk’tür. Gücümüzü ondan ve Türk milletinin bizlere duyduğu güven ve sevgiden alıyoruz. Bakınız Atatürk ne diyor? “Hayat demek, mücadele ve müsademe demektir. Hayatta başarı kazanmak, mücadelede başarı kazanmaya bağlıdır!”
Komutan, yalnız insan mıdır? Duygularını göstermez mi? Her zorluğa katlanır mı?
-Asker de insandır! Sevindiği, üzüldüğü, öfkelendiği zamanlar elbette olur. Ama komutan, astları karşısında, umudunu yitirmiş, karamsarlığa düşmüş, çaresiz kalmış, kararsız, ne yapacağını bilmez halde olmamalıdır! Astlarına her fırsatta sevgisini gösterirken, onlara gerekli durumlarda öfkesini göstermekten de çekinmemelidir. Önemli olan, kişilere hakaret edilmemesidir. Ama evet, komutan ve liderler “yalnız” insanlardır. Unutulmasın ki, insanları lider yapan niteliklerin başına “gizemli” ve “mesafeli” oluşları gelir.

DÜNYADA ÖRNEĞİ YOK

Bir genelkurmay başkanının terör örgütü lideri olarak değerlendirilmesi sizi delirtmiyor mu?

-Dünyanın hiçbir ülkesinde hem ülkenin silahlı kuvvetlerinin komutanı hem de bir silahlı terör örgütünün yöneticisi olan genelkurmay başkanı görülmedi! Maalesef, 2012’nin Türkiye’sinde bu durum da yaşandı. Bana terör örgütü yöneticisi diyenlere şaşarım! Türk milletinin hemen hemen tamamı, bir genelkurmay başkanının bu şekilde suçlanmasına isyan etti. Öfkelendi. Seçkin hukukçular bu durumu, “akıl tutulması” olarak nitelendirdi. Ben ise bugün, bu suçlamayı bana yöneltenlere sadece acıyorum!

HAVLUDA AİLE ÖZLEMİNİN KOKUSU

Cezaevinde en zor zamanlar hangi zamanlar...

-Sevdiklerinizden, yakınlarınızdan uzak olmak! Aile özlemi. Bu duyguyu ifade edebilmek için bir şiir yazdım “Mesafe” diye: Uzakta sevdikleriniz/Dokunamazsınız.../Kokularını özlersiniz/Duyamazsınız/Birden/Yüzünüzü sildiğiniz/Havluda/Kokularını hissedersiniz.../Öpersiniz.../Aranızdaki mesafeleri silersiniz...
Daha önce şiir yazar mıydınız?
-Bırakın şiir yazmayı, daha önce okuduğum şiir kitabım bile olmadı! Şiir yazmak düz yazıdan daha zor. Nâzım Hikmet’e hayran olan başlangıçta bazı şiirler yazar. Nâzım onları beğenmez ve onu düz yazı yazmaya yönlendirir ve böylece Türk edebiyatı Orhan Kemal’i kazanır. Demek istediğim, şair olmak özel yetenek ister. Benim gibi amatörlerin de böyle bir iddiası söz konusu olmaz! Yine geçen gün okudum, Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal’e şöyle demiş, “Cezaevi çilelidir, zordur, ölümcüldür. Şiir yazdım, ölmedim!” Ben de şiire olan geç kalmış duygularımı ilk kez cezaevinde hissettim. Bu duygular bana da güç veriyor, o yüzden şiir yazıyorum...

Ailemle paylaşacağım yılları çaldılar!

Aileniz için en çok neye üzülüyorsunuz?

Onların haksız yere bu yaşananlardan dolayı acı çekmelerine. 70 yaşına gelmiş biri olarak, artık bizler hayatımızın son çeyreğini yaşamaktayız. Onlarla paylaşacağım, altın değerindeki yıllarımın çalınmış olmasını asla affetmem. Önümde ne kadar zaman kaldı, onu da bilmiyorum ki!

ÜLKE UÇURUMDAN AŞAĞI YUVARLANABİLİR

Sizce Türkiye nereye gidiyor?
-Bugün Türkiye’nin en öncelikli sorunu yargı. Adalet, mülkün, yani ülkenin temeli. Temelin, zeminin sallanması, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaket. Böyle bir durumda, toplum belirsizlik duygusuna kapılır, yarınlarına ilişkin güvensizlik ve emniyetsizlik duymaya başlar. Yasama, yürütme ve yargı erkleri bu durumdan ders çıkarmalı ve üzerlerine düşen gerekli yasal sorumlulukları yerine getirmeli. Aksi durumda, ülke uçurumdan aşağıya yuvarlanabilir!

RÖPORTAJIN DEVAMI YARIN

“Türk milleti oynanan ‘kumpas’ı  fark etti!”

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp