Top
Ayşe Arman

Ayşe Arman

aarman@hurriyet.com.tr

07/05/2014

Hayat bir hedefin varsa güzel

DÜN yazı yazamadım.

Sabah Bilgi Üniversitesi’ndeydim, halkla ilişkiler öğrencilerinin karşısında...
Betûl Mardin bana kıyak yaptı, “Ben hastayım, sen git” dedi.
Onun yerini doldurabilmek hâşâ, ne mümkün ama iki saat bir şeyler anlattım...
Gördüm ki, öğrenciler ahkâm kesilmesinden hoşlanmıyor. Onların yaşındayken ben nasıl yaptım da yırttım, iş buldum, o işlerde tutundum, onların da geçmek zorunda oldukları barikatları nasıl aştım, bunları dinlemek istiyorlar...
İstedikleri “yaşanmışlık” yani...
Bir de tabii gazeteciler ve halkla ilişkiciler arasındaki münasebeti konuştuk. Bana göre neler eskide kaldı, neler yeni ve yaratıcı...
Ama asıl yaratıcı olan o genç çocuklardı!
Zehir gibi sorular sordular. Dekan Halil Nalçaoğlu da izledi. O da öğrenciler gibiydi, o mütevazıydı, anlayın yani...
Öğrencilerden aldığım enerjiyle fırladım.
Florya Uçuş Eğitim Merkezi’nde Sarp Yalgın Kaptan’la söyleşiye...


Bu da “okul ödev”im.
Üniversiteden arkadaşım Şeyma Yamanda ile Yavuz Alptekin Hoca’nın Radyo Teknikleri dersinden geçebilmemiz için radyo programı hazırlamamız gerekiyor.
Sarp Kaptan çok renkli bir kişilik, bir sürü şey anlattı bize, tabii bu arada uçak korkumu sordum hemen, beni rahatlattı, simülatöre aldı, değişik hava şartlarından uçurdu. Hatta Adi Sababa’dan kalkışı ben yaptım. Sizi de onunla tanıştıracağım, merak etmeyin...
Oradan gazeteye yazı yazmak üzere gidiyordum ki...
Telefon acı acı çaldı.
O telefon bir terslik olduğunda zaten acı acı çalar.
Alya.
Bitkin bir sesle, “Anne beni gel al, revirdeyim, ateşim var, iyi değilim!“ dedi.
Tabii ki yazı mazı gitti aklımdan.
Apar topar doktora...
Nesim Eskenazi... Kim bilir kaç nesil onunla büyümüştür... Müthiş doktordur... Oradan laboratuvara tahliller için, ateşler içinde eve döndük...
Zaten geç olmuştu, hasta diye kızımızı aramıza aldık, yattık.

AŞK=SUÇ ORTAKLIĞI

Mesaj bibiyle uyandım.
Karanlığın içinde baktım.
O da ne!
Bir arkadaşım, “Bana bak bu gece Hıdırellez. Üşenme, kesenin ağzını bağla, kalbinden geçenleri içine akıt ve bir gül ağacına as. Bak, seni neler bekliyor, şaşıracaksın. Evren ve doğayla uyumlanman için bundan daha iyi bir fırsat yok...”
İki şıklı bir tercihle karşı karşıyaydım...
1- Boş ver Hıdırellez’i, yat uyu Ayşe!
2- Sevgilini de uyandır, Hıdırellez olayına gir Ayşe!
İkinci şıkkı tercih ettim.
Sevgilim de itiraz etmedi.
Üzerimizde şortlar, beyaz tişörtlerle, çıplak ayak aşağı indik. Kâğıtlar bulduk, mutfak masasında dileklerimizi yazdık. Daha da açıklayıcı olsun diye resimler çizdik. Bunları yaparken birbirimize göstermedik ama bakışıp bakışıp gülüştük.
Çocuklar gibiydik.
Benim için “aşk” bu.
Gecenin yarısı yatakta kalmışsın, ortak bir amaç için birlikte bir şey yapıyorsun.
Ya da birlikte suç işliyorsun.
Evet, aşk aynı zamanda “suç ortaklığı”.
Sonra kâğıtlarımızı koyacak minik torbalar yaptık.
Evin önündeki gül ağacına bir güzel bağladık.
İnsanın bir “umut”u varsa hayat güzel...
Bir “hedef”i varsa hayat güzel...
Ve tabii “âşk”varsa...
Hepinizin Hıdırellez için gül ağacına astığı dilekler kabul olsun!

Memelerim süt ve sevgi dolu

DÜN bebeğini doğuran Nil Karaibrahimgil böyle demiş.
Bundan daha
güzel bir tanımlama olabilir mi?
Aynı duyguyu ben de yaşadım.
Eskiden, olur olmaz yerde süt vermek yoksullara özgü bir hareketmiş gibi algılanırdı.
Köylüce gelirdi.
Hali vakti yerinde olanlar için ya ayıp kavramı devreye girerdi ya da şahane mamalar vardı...
Ne kadar yanlış!
Çocuğunu sende var olan bir şeyle beslemek, büyütmek onun her gün birazcık daha gelişmesine tanık olmak, dünya üzerinde yaşanacak en muhteşem keyiflerden biri...
Onunla kurduğun bir “bağ” bu.
Mutlak mutluluk bağı.
Hayatımın en güzel dönemlerinden biriydi emzirdiğim dönem. Emziremeyen ya da anne olamayan kadınlardan özür dilerim ama benim yaşadığım gerçeklik buydu...
Oturduğum o beyaz kanepede Alya’yı emzirirken, o kadar büyük bir mutluluk balonu içindeydim ki, kim ne yapmak istiyorsa yapsın, sinemalara gitsinler, gece kulüplerine gitsinler, festivallere gitsinler, seyahatlere gitsinler... Ben o kadar mutluydum ki, herkes mutlu olsun istiyordum, onların gezmelerinde aklım kalmıyordu.
Emzirmek gerçekten bir kadının yaşayabileceği en güzel şeylerden biri. Eminim Nil de öyle mutludur.
Yoksa insan süt ve sevgi sözcüklerini aynı cümlede böyle güzel kullanamaz...
Anneler Günü’n şimdiden kutlu olsun Nil!

Bu nasıl bir savunma!

-“Üç kez, toplamda 1.5 milyon dolar rüşvet alma iddiası yalandır, iftiradır...” (Egemen Bağış)
-“Bir bakan şüpheli addedilemez. Savcı bir bakan hakkında soruşturma yapmaya yetkili değildir...” (Muammer Güler)
-“Saati, Zarrab aldı. Ama parasını ben ödedim. Fatura Zarrab adına, garantisi benim adıma...” (Zafer Çağlayan)
Bu cümlelerin altına bir şey yazmaya bile gerek yok...
Böyle savunma mı olur?
Hepimizin alnında “enayi” mi yazıyor?!

Her zamanki kadar dövdü, öldü!

DÜN bizim gazetedeydi bu haber.
Başlığını da aldım, tepeye yine başlık yaptım.
İstanbul Bağcılar’da üç çocuk annesi Remziye Eripek’i sopayla döverek öldürdüğü iddiasıyla yakalanan Celal Eripek tutuklanıyor, Asayiş Şube’de ifade verirken diyor ki:
“Bir süredir işsizim. Karımla şiddetli geçimsizlik yaşıyorum. Olay günü evde yine tartıştık. Ama sopayla dövmedim, her zaman nasıl dövüyorsam öyle dövdüm. Yere düştü fenalaştı...”
Ama kızları Zuhal Eripek de diyor ki, “Babam annemi, erkek kardeşimin 300 liralık engelli maaşını ona vermediği için dövdü...”
İşte Türkiye budur!
Türkiye’de kadınların ortalama durumu budur!
Erkekler onları, her zamanki kadar döverler, kadınlar da bazen ölürler, bazen ölmezler...
Ne denir inanın bilmiyorum. Yazıklar olsun!

Oleeeeey, Oley... Oleeeey!

“Türkiye Sigara ile Savaş Derneği” bana ödül verecekmiş! Sigarayı bıraktığım için.
Topluma bu konuda olumlu örnek olduğum için.
Yaşadığım tecrübeyi Instagram üzerinden herkesle paylaştığım için.
Başkalarını da sigarayı bırakmaya teşvik ettiğim için.
14 Mayıs’ta gelip gelemeyeceğimi sormuşlar.
Geliyoruuum!
Hem de koşarak, uçarak.
Sefaköy Kültür ve Sanat Merkezi’nde... Ödül töreninin adı, “İnsanlığın Gerçek Dostları”ymış.
Önce “Oooo ne kadar iddialı!” diye ürktüm, sonra düşündüm, hak verdim, sigaranın “gerçek dost” olmadığını anlatıyor.
Her ne kadar içerken öyle olduğunu zannediyorsak da...
Aslından arkadan vuran, kazık atan bir dost!
Sonunda da gözünü oyuyor!
Aynı zamanda, bu konudaki katkılarından ötürü Zafer Ergin’e, “Bırakmak İstiyorum” filminden dolayı Emre Üstünuçar’a ve Böcek Yapım’a da ödül vereceklermiş.
14’ünde görüşürüz, teşekkürler...

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp