Top
11/07/2010

Casus takasında Türkiye’nin rolü

Soğuk savaş döneminde Berlin’de yaşananlar kadar romantik olmasalar da bir başka casus başkenti olan Viyana’da Rusya ile Amerika arasında gerçekleştirilen takas da hayli heyecan vericiydi.
Ancak bu casus takasının arkasında son derece ilginç gelişmeler yatıyor ve bunların tam merkezinde de Türkiye var. Konu John Le Carre’nin “Soğuktan Gelen Casus” romanı gibi karmaşık ilişkiler içeriyor. Dolayısıyla adım adım gitmemiz gerekiyor. (Yani casus terminolojisiyle “gerçeğe varmak için kediyi geriye doğru yürüteceğiz”.)
Haziran ayının ilk haftasında Beyaz Saray’da bir toplantı yapıldı. Başkan’ın adamları,
Obama’ya yakında bir operasyonla 10 kadar Rus ajanının yakalanacağını anlattılar.
Başkan, ilgili birimleri kutladı ve casuslar yakalandıktan sonra neler yapılması gerekeceğine getirdi konuyu. New York Times’a sızdırılan bilgilere göre, Başkan, Rusya ile ilişkilerin normal gitmesini ve bunu rayından çıkarabilecek hiçbir gelişme olmamasını istiyordu.
Obama
, toplantıda Amerika ile Rusya arasındaki ilişkilerin bozulması için uğraşan çevreler olduğunu, buna izin vermeyeceğini kararlılıkla ifade etti. Obama, “henüz yakalanmamış olan casusların sonradan iade edilmelerini sağlayacak kanalların Rusya ile hemen açılması” talimatını verdi.

KARADENİZ’E DİKKAT
Washington’daki bu açılıştan sonra hemen Karadeniz’e geçiyoruz.
Karadeniz ve özellikle doğusu, Amerika için şu anda en hayati görülen bölge. Yeni keşfedilmeye başlanan petrol ve doğalgaz rezervleriyle ve Avrasya’ya yönelik stratejileri uygulayabilmek açısından bölge, Amerika için çok önemli. İşin özeti, Amerika Karadeniz’i bir Amerikan gölüne dönüştürmeyi arzuluyor.
Bunu gerçekleştirebilmesi için Türkiye’nin işbirliğine ihtiyacı büyük.
Türkiye buna kolay izin vermeyeceğini, tavrıyla ve lafıyla gösterdi. Yeni Şafak Gazetesi’nden İbrahim Karagül’ün 30 Haziran tarihli mükemmel analizinden alarak, Başbakan Erdoğan’ın bu konudaki sözlerini aynen aktarıyorum:
"Türkiye'yi bazıları tümüyle ABD'nin bazıları da tümüyle Rusya'nın tarafına itmeye çalışıyor. Oysa biri en yakın müttefikimiz olan ABD, diğeri ise enerji başta olmak üzere önemli ticaret hacmimizin bulunduğu Rusya. Ben Türkiye’nin tümüyle bir tarafa itilmesine müsaade etmem. Türkiye’nin ulusal çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre hareket ederiz.”

Amerika’nın Türkiye’yi tümüyle yanına çekmek gayretleri sürerken ağustos ayında Türkiye-Rusya-Ukrayna arasında “Karadeniz ittifakı” kurulacağı öğrenildi. Amerika, Karadeniz’i kendi gölüne çevirme projesinin şimdilik rafa kalktığını görüyor. Elinde Karadeniz kozu da yokken, Türkiye de tam yanında değilken, Rusya’yı şu anda karşısına almak istemiyor.
Türkiye sadece ulusal çıkarlara dayanan, bir tarafa itilmeden sürdürdüğü politikasıyla hem Karadeniz’de önemli ve tehlikeli gelişmelerin oluşmasını şimdilik önlemiş, hem de casus takasına kadar giden yolun açılmasını sağlamış olabilir.
Bu arada Doğu Karadeniz’e de sıçramış olan PKK terörünün bölgede artması bizi şaşırtmasın ve bu olayların da bölgede oynanan büyük oyunun bir parçası olduğunu unutmayalım.

İspanya’nın kazanması lazım

Bugün oynanacak Dünya Kupası finalini dünya çapında izleyecek bir milyar seyircinin arasında tabii ki ben de olacağım. Bu maçta galibiyet için benim favorim İspanya çünkü:
- İspanya takımının üçte ikisi Barcelona okulundan yetişmiş futbolculardan oluşuyor. Bu okulun ne anlama geldiğini, bu kupada Messi’nin performansına bakarak anlayabilirsiniz. Büyük futbolcu ancak Barcelona’da oynadığı zaman, o ekolden yetişmiş oyuncular yanında olduğu takdirde büyüyebiliyor, mükemmel oynuyor. İspanyol oyuncuların her biri topu seven ve çok şık hareketlerle oyun oynayabilen oyuncular.
- Bu tür oyunculardan oluşan bir takım, “toplam futbol” denilen ekolden gelen takımlara karşı başarılı olabiliyor. Çünkü toplam futbol oynayan takım, kesin sistemlerle oynasa bile her oyuncusunun kendi pozisyonu dışına çıkıp sahanın her yerinde oynayabileceği bir anlayış sergiliyor. Barcelona okulundan yetişmiş oyuncular, toplam futbol anlayışının yapabileceği sürprizleri kolay bozabiliyorlar. Ve bu sürprizleri bozulduğunda da o takım yine makine gibi oyununa dönüyor.
- Bu kupada Almanya’nın son kademeye kadar başarıları, bir futbol makinesine benzetilen bu takımın toplam futbol anlayışına geçtiği anlarda yaptığı sürprizlerle oldu. Sürprizleri bozulunca tekrar makine halinde oynamaya geçtiler ve yenildiler.
- Hollanda hâlâ Johan Cruyff’un verdiği toplam futbol anlayışıyla oynuyor. Bu oyun biçimini, takımının üçte ikisi Barcelona okulundan gelmiş İspanya’nın kolay bozabileceği söyleniyor. Bu oyun stili bozulduğunda Hollanda’nın hangi sisteme geçeceği çok önemli. Dağılırlarsa yenilirler veya ne yapacaklarını göreceğiz.
Ben bu akşam müthiş bir taktik savaşı bekliyorum. Sakın ha bunları ben yazdım diye önemsemezlik yapmayın. Bu fikirleri, bence dünyanın en iyi futbol yazarı olan Rob Hughes’in yazılarından öğrenmeye çalıştıklarımla yazıyorum. Dolayısıyla doğru olma ihtimalim de büyük.

Lafın bittiği yer

Ben Hasan Cemal konusunda dün lafın bittiği yere kesinlikle ulaştım. Çünkü o dünkü yazısında şöyle şeyler yazdı:
“Oğlum Isaac, gaza bas gaza.
Evet ben de biliyorum bu akşam maç yok...
(.....)
Görmüyor musun Isaac oğlum, yerimde kıpır kıpır olmaya başladım.”

Ben dönüşünden sonra Hasan Cemal’in heykelinin dikilmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü o futbol yazacağım diye öylesine cefa çekti, kendisini öyle helak etti ki onun kıymetini mutlaka bilip heykelini gelecek kuşaklara bırakmalıyız. Zaten Hasan da heykelinin dikilmesinin uygun olacağını dünkü yazısında söylemiş.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp