Top
09/07/2010

Gerçekte olmayanı yazmak

Bugünlerde yakışıklı yazarların kendilerine yabancı erkek kankalar bulma modası var. Hasan Cemal‘in Isaac‘ı (a.k.a gaza basan adam) var, Ertuğrul Özkök‘ün de Kai‘si... (Yeri gelmişken bir suç duyurusunda bulunayım. Bu ikisi önümüzdeki günlerde tekrar buluşacaklar. Ertuğrul kendi başına zaten tehlikeli, bir de yanına başka bir deli olan Kai de katılınca had safhada tehlike oluşturabilirler. Vakit geç olmadan ikisinin tutuklanmaları için suç duyurusunda bulunuyorum.)
Ben bu ikisini kıskandım ve ben de kendime yabancı bir kanka bulmaya karar verdim. Benim seçtiğimin adı Tommaso Debenedetti.
O da kimdir diyeceksiniz şimdi, ama sakin olun şimdi anlatacağım.
Bu konu benim açımdan bir acı da içeriyor.
Eline bir konu geldi mi bekletmeden yazacaksın kardeşim; bu sefer bunu yapmadım olayı başka gazetelerde okumak zorunda kaldım. Oysa hikâyeyi nisan ayından bu yana elimde tutuyorum.
Her şey New Yorker Dergisi’nde yayınlanan bir Talk of the town (Şehrin konuştukları) bölümü yazısıyla başladı. Judith Thurman bu yazısında İtalyan bir gazetecinin ünlü romancı Philip Roth ile yaptığı bir söyleşiden bahsediyor. Söyleşinin sonuna doğru İtalyan gazeteci Roth‘un başka dergide yayınlanmış olan bir başka söyleşide dediklerine dikkat çekiyor. Roth o dergide Tommaso Debenedetti adında bir yazar ile konuştuğunu hatırlamıyor, böyle bir söyleşi olmadı diyor.
Bundan şüphelenen Judith Thurman o gazetecinin imzasıyla yapılmış olan diğer tüm ünlü yazar söyleşilerini araştırıyor. Konuşulduğu söylenen isimleri (Roth dışında John Grisham, Gore Vidal, Gunter Grass gibi isimler de var) arıyor ve hiçbirisinin Tommaso adında bir gazeteciyle söyleşi yapmadıkları ortaya çıkıyor.
Anlayacağınız Tommaso yayınladığı tüm söyleşileri tamamen kafasından uydurmuş.
Bu, adama hayranlık duymamı sağladı ve onunla kanka olmaya karar verdim.
Birkaç nedenim var.
Bu yazar olağanüstü zor bir işe girişmiş. Ünlü yazarlarla söyleşi yapmak kolaydır ama yazı ustalarıyla hayali söyleşi yazmak son derece zordur. Philip Roth da sonradan hayali söyleşisini beğendiğini ve yazarını takdir ettiğini söylemiş.
Şimdi biliyorsunuz ben erkeklerin en favori organı hakkında (hayır beyin değil o ikinci favori organımız) yazılar yazan kişi olarak damgalanırım. Üstelik bir iddia da en favori organımız dışında başka hiçbir konuda yazı yazmadığımdır. Ben bunu söyleyenlere hep şunu söylemişimdir. Ben 20 küsur yıldır her gün yazı yazıyorum. Matematiğim kuvvetli değildir ama yazdığım yazı sayısı herhalde on binleri bulmuştur. Eğer denildiği gibi sadece tek bir malum konu hakkında yazabilmişsem öyleyse ben dünya çapında bir dehayım, olağanüstü bir yazarım anlamına gelir bu. Yani kankam Tommaso gibi hayal gücüm çok kuvvetli benim de.
Bu açıdan ona yakınlık hissediyorum. Diğer bir nedenim de şu:
Bende de çok ciddi bir ortada olmayanı yazma geleneği vardır. (Bu aşamada en favori organımız hakkındaki yazılarımı da ortada olmayan hakkında geleneği içine sokup da espriler yaparsanız sizi anlayışla karşılarım, bu da bilinsin.)
Ortada olmayanı yazmak bana muhabirlik yıllarımdan kalan bir yetenek.
O dönemde bu işin uzmanı olan kişiler ile çalıştım.
Bir defasında o günkü yayın yönetmenim, Ankara istihbarat şefinden (benden) bir askerle mülakat yaptırmamı istedi. Lakin o asker Ankara dışındaydı. Olsundu yayın yönetmeni yine de istiyordu görüşmemizi (şeytan diyor ki atla git İstanbul’a boğ adamı, nitekim dediydi de ama ben üşendim). Ben ne yapacağımı kara kara düşünürken, İstanbul’dan saniyede bir telefon gelirken, salonun arka taraflarında oturmakta olan bir arkadaş bana doğru gelmeye başladı. Adam ya sarhoştu ya da mutat biçimde yengeç gibi yürüyordu. Yanıma geldi bana “Ne haber birader” dedi. Birader lafından zaten hoşlanmam, ayrıca adamın konuşması hiçbir hiyerarşiye uygun değildi ama ben o an hiyerarşi gibi şeylerle uğraşacak halde değildim. Meseleyi anlattım ona, adam hiç sektirmeden yine arkada oturmakta olan ve o anda büyük ihtimalle esrar içmekte olan bir başka adamı gösterdi ve “Şunu gördün mü şunu onu göreve gönder o olmayan askerle görüşmeyi yapıp getirir sana. Ama dikkat et biraz delidir o” dedi. Nitekim bir saat sonra mükemmel bir mülakat geldi önüme. O işte hâlâ anlayamadığım nokta, Ankara’da olmadığı bilinen generalle birlikte çekilmiş fotoğrafının nasıl olabildiğiydi. O günkü aynı kıyafetiyle eski fotoğrafta görüldüğüne göre muhabir arkadaş galiba tüm hayatı boyunca aynı kıyafet ile dolaşıyordu.
Bana onu işaret eden diğer muhabir bir süre sonra harcırah aldığı bir gemi gezisi işini Ankara’dan hiç ayrılmadan mükemmel yazdı. Aynı gelenekten geldiğim için ben haber olmadığı bir günde artık ticaret kanununun değişmesi gerektiğine karar verdim ve çok detaylı mükemmel bir haber yazdım, ertesi gün manşet oldu. O habere tam yalan diyemezsiniz çünkü 30 yıl sonra ticaret kanunu gerçekten değişti.
Evet, benim kankam da Tommaso Debenedetti, bilmem anlatabiliyor muyum?

KİTABIN ZAMANLAMASI HARİKA
Bugünlerimiz Karl Marx‘ı özellikle de onun Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’ini okumak için çok uygun. Çalkantılı dönemlerde sınıfsal davranışların nasıl analiz edilebileceğini görmek istiyorsak bu kitap bir klasik şaheser. Sadece şu aşağıdaki bölüm için bile okumaya değer. Marx‘ın kaleminin şiirselliğine bir bakar mısınız?
“İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar. Tüm göçüp gitmiş kuşakların oluşturduğu gelenek, yaşayanların beyinlerine kâbus gibi çöker. Kendilerini ve bir şeyleri altüst etmekle, şimdiye dek hiç olamamışı var etmekle uğraşıyor göründükleri esnada, tam da böylesi devrimci kriz dönemlerinde, endişe içinde geçmişten ruhları yardıma çağırır, onların adlarına, sloganlarına, kıyafetlerine sarılır, dünya tarihinin yeni sahnesinde bu eskilerde hürmet edilen kılıklara bürünür ve bu ödünç dille oynamaya çalışırlar.”
Marx
‘tan sonra bir yazıyı sürdürme aslında bir hata ama göçüp gitmiş kuşakların oluşturduğu geleneğin bizim beynimize bir kâbus gibi çöktüğü bugünlerde, biz ödünç dille oynamaya çalışırken, dünya tarihinin yeni sahnesi bizden yeni tavırlar beklerken bu klasiği okumak gerekiyor. İletişim Yayınları ve çeviriyi yapan Tanıl Bora mükemmel bir iş daha yaptılar.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp