Top
30/10/2019

Peki ya Trump 24 Nisan’da ne diyecek?

Amerikan Temsilciler Meclisi’nin Ermeni Soykırımı tanıma kararının yasal bir bağlayıcılığı yok, ama simgesel önemi büyük. Avrupa’daki ülkelerin aksine bunca sene soykırım iddialarını kabul etmemek için direnmişti ABD. Bu direncin ana nedeni NATO müttefiki Türkiye’yle ilişkileri bozmamaktı. Pek çok Amerikan başkanı soykırım iddialarını tanıyacağını seçim vaadi olarak sunmasına rağmen 24 Nisan geldiğinde “Meds yeghern” (büyük katliam) tabirini kullandı bu yüzden. Özellikle Ermeni nüfusunun yoğun olduğu California kökenli pek çok Meclis üyesinin üzerinde soykırımı tanıma baskısı vardı. Kim Kardashian ve Cher gibi gibi isimler bu baskının kamuoyunun önündeki yüzleri oldu. Temsilciler Meclisi’nin kararından sonra önümüzdeki aylarda Donald Trump’ın da “soykırım” ifadesini kullanması için ciddi bir baskı oluşacağı ortada. Özellikle yakın dostu Kardashian (ikili hapis sistemi reformu hakkında sık sık konuşuyor) bu konuda da devreye girebilir.

TRUMP VE TÜRKİYE CEZALANDIRILDI

Tahminim Trump’ın soykırım sözcüğünü kullanmayacağı yönünde. Çünkü Washington’da Türkiye’nin tek dostu o kaldı, “iş bitirici” kişiliğiyle bir şekilde işbirliği yapıyor gözüktüğü Ankara’yı daha da fazla kızdırmaya niyetli olacağını zannetmiyorum. Ama Trump tabii bu, ertesi gün uyandığında kararını değiştirebilir ve Nisan ayı geldiğinde soykırım tabirini pazarlık unsuru olarak da kullanabilir. Öte yandan, Amerika’daki diğer kurumlarda giderek yükselen Türkiye karşıtlığının er geç böyle bir sonuca varacağı belliydi. Kimi üyeler bile Meclis’in başka işi gücü yok mu, neden bu konuyla uğraşıyor diye merak ediyordu. Son haftalarda kamuoyunda oluşan “Kürtlere karşı etnik soykırım, katliam, insanlık suçu” çarpıtmalarının etkisi olduğu, hem Trump’ı hem de Türkiye’yi cezalandırmak için bu kararın tam da 29 Ekim’e denk gelecek şekilde alındığı ortada. Bu kararın öncülerinden Adam Schiff’in aynı zamanda Trump’ın azil sürecini yöneten vekil olduğunu eklemeliyim.Önemli bir ayrıntı 'soykırım' konusunda hem Cumhuriyetçilerin hem de çoğunluğu elinde bulunduran Demokratların birleştiği. ABD’yi ilgilendiren hayati konularda (sağlık sigortası, silah kontrolü) hemen hemen hiçbir zaman birleşmeyen bu kutuplaşmış Meclis aniden Türkiye karşıtlığında birleşti. Suriye’den ABD’nin çekilmesine nasıl ortak şekilde karşı çıktılarsa şimdi de 'soykırımı' tanıma kararını ortak çoğunlukla geçirdiler. Türk Dışişleri devlet politikası gereği Meclis’in bu kararını tanımadığını, Türkiye Cumhuriyeti için bir anlam ifade etmediğini açıklıyor. Ama bu kararın görmezden gelinemeyecek kadar simgesel bir değeri olduğu da tartışılmaz. Meclis bu kararı geçirdi, yıllar sonra geçirebildi çünkü Türkiye’nin algıda en zayıf olduğu anı kolladı. Özellikle California kökenli vekiller doğru zamanı kolladı ve Türkiye’nin en zayıf olduğu noktada hamleyi yaptı.

TÜRKİYE ÇOK YALNIZ

Türkiye kuşkusuz kararı tanımayacak, ama ülkemizin neden Batı’da özellikle de bugüne kadar çok etkili olduğu, Ermeni diasporası'nın çabaları bile engelleyecek konumdayken bu duruma geldiğinin sorgulamasını yapmamız gerekiyor. Bu karar Türkiye yalnız bırakıldığı, lobicilik gücünü kaybettiği, işbirliği ve ittifak yapacağı aktörler kalmadığı için çıktı. Ama bu yalnızlığı da kendi kendimize başardık.Ermeni soykırımı iddiaları karşısında Türkiye’nin tezlerini destekleyen bulgulara ulaşan önemli entelektüeller vardı Batı’da. Stanford Shaw ya da Bernard Lewis gibi isimler soykırıma dair delil olmadığını söyleyerek kendi meslektaşlarının bile tepkisini çekti, hatta bu uğurda bedel ödedikleri bile oldu. Ancak son yıllarda uluslararası alanda Türkiye’yi savunmak birçok konuda epey zorlaştığından nesnel entelektüeller de kalmadı, hatta pek çok kişi Türkiye konusuna bulaşmak bile istemiyor. Bırakın Ermeni soykırımı tezlerini, basın özgürlüğü konusunda yaşanan ihlaller, uluslararası ilişkilerdeki zig-zaglar, özellikle de İsrail’le ilişkilerin bozulması Türkiye’nin entelektüel açıdan yalnız bırakılmasına neden oldu.Paranın sözünün geçtiği New York’ta bugün Ahmet Ertegün gibi bir figürün eksikliği bile Türkiye’nin yalnızlaştırılmasında etkili. Bugün ABD’nin en sevilen işadamlarından biri Hamdi Ulukaya ama onun başarı öyküsü de Türk büyükelçisinin oğlu Ertegün’den epey farklı. Türk devletiyle başı belaya girmiş, Türkiye’den kaçmış bir Kürt’ün başarısı olarak anılıyor Chobani mucizesi. Yaygın kanının “Kürtlere katliam yapan ülke” olduğu bir ortamda Türkiye için lobicilik yapmasını mı bekleyeceğiz Ulukaya’dan?Korkum o ki Suriye’ye müdahaleyle hızlanan süreçte Batı inatla Türkiye’yi koparmayı hızlandıracak. O yüzden önümüzdeki Nisan ayına kadar lobi faaliyetlerinin hızlandırılması, belli bir sistematik içinde resmi söylem propaganda dilinin ötesinde yeniden düzenlenmesi şart gözüküyor.

*

ARŞİVDEN CANLI:

Ahmet Ertegün için bir not

Ölümünden sonra Türk basınında Ahmet Ertegün’ün “Ne kadar Türk” ya da “Ne kadar Türk dostu olduğu” tartışılmıştı. 2006 yılında ben de Ermeni diasporasının Ertegün’ün 'soykırımı' tanıdığı iddiasını yazmıştım bu tartışmalar vesilesiyle. Konuya bugün de köşe komşum olan Serdar Turgut da dahil olmuştu. Bugünden bakınca alıntıladığım yazıyla ilgili derin gazetecilik kuşkuları oluşuyor içimde. Bir kere, doğrulatılması imkansız bir diyaloğa yer veriyor gazeteci. Çünkü konuşmanın taraflarından biri yaşamıyor. Dahası, bunu da bilerek öldükten sonra yapıyor ki doğrulatılması imkansız olsun.Serdar Turgut’un yazısının sonundaki önerisi ise Türkiye’nin bu konuyla nasıl bir yol çizebileceğine dair fikir veriyor. İki yazıyı da özetle bugün hatırlatmak istiyorum.

BENİM YAZDIKLARIM

“Ahmet Ertegün, Türkiye için neyin iyi olduğunu biliyordu,” diye yazıyor Harut Sassounian.Soykırımı tanımak.” Sassounian, Ermeni diasporasının önde gelen, etkisi büyük ve ciddiye alınan kalemlerinden biri. California Courier’da sık sık Türkiye ve Ermeni Soykırımı meselesi üzerine yazılar kaleme alıyor, daha sonra bunlar başka diaspora yayınlarınca da alıntılanıyor. Sassounian bu konularda kalem oynatıyor ama Ermeni Soykırımı’nı tanımayan Türkler’le görüşmediğini söylüyor. Ertegün kendisini New York’tan buluşmak için aradığında da bu şartını sürüyor, o da ‘soykırımı tanıdığını’ söylüyor. Gerisini Sassounian’ın kaleminden okuyalım: “Ertegün’le birkaç gün sonra Beverly Hills’deki Peninsula Hotel’de buluştuk. İki saatten daha fazla Ermeni-Türk meselelerini konuştuk. Türk yetkililerin neden soykırımı inkâr ettiğini anlayamadığını söyledi– bütün dünyanın bildiği bir gerçek. Her şeyden önce, soykırımı tanımak Türkiye’nin çıkarlarınaydı. Böylece Ankara’nın Avrupa Birliği’ne girişi kolaylaşabilirdi… “Ertegün pek çok Batılı kaynakla bu konuyu konuşmuş, ama güvenilir hiçbir kaynakta varlığının reddedildiğini okumamıştı. (…) Beraber Türk hükümetini bu konuyu tanımaya nasıl ikna edeceğimizi konuştuk. Benimle Ankara’ya özel uçakla gitmeyi ve bazı yüksek kademeli Türk hükümet yetkilileriyle buluşmayı önerdi. Türk yetkililerin soykırımı tanımaya hazır olmadığını söyleyerek bu önerisini reddettim. “İlerleyen yaşı ve hastalığı yüzünden bir daha buluşamadık, ama birkaç kez telefonda konuştuk. “Bu köşeyi o yaşarken yazamazdım çünkü onu Türk aşırı uçların tehditlerinin hedefi haline getirmek istemiyordum. Onun 'Ermeni Soykırımı’nı tanıdığını kamuoyu önünde açıklama ihtimali olduğundan söz edemezdim. Ahmet Ertegün, Türkler’in 'Soykırım’ı tanıyarak pek politik kazanç sağlayabileceğini ama neredeyse hiçbir şey kaybetmeyeceğini biliyordu.” Bunlar, Sassounian’ın yazdıkları. Ama işin bir de diğer tarafı var. Şu da biliniyor ki, Ahmet Ertegün Türk siyaseti ve ekonomi dünyası için Amerika’da büyük bir lobiciydi. Türk-Amerikan ilişkilerinde önemli bir figürdü ve Amerika’da sözü geçen insanlardandı. Türkiye’nin tanıtımı için çeşitli organizasyonlarda aktif rol aldığı, davetlere katıldığı da biliniyor. Daha da ötesi, Amerika’daki Yahudi lobisiyle olan kuvvetli bağlarından dolayı Ahmet Ertegün’ün 'Ermeni Soykırımı’na karşı çalıştığı da biliniyor. O halde gerçek Ertegün kim? İşte her kaynağı, her söyleneni değerlendirerek sonuca ulaşacağız. Bilgileri, yazılanları gizleyerek değil; tartışarak.

*

SERDAR TURGUT’UN YAZISI

Bazı insanların tanımlanamayacağını hatırlatmak istiyorum. Tanımlanmak basit insanlar söz konusu olduğunda kolay ve nettir. Halbuki Ahmet Ertegün bir vizyoner ve komplike bir insandı. Onu bir şekilde tanımlarsanız başka birçok yanını eksik bırakmış olursunuz mutlaka. O, zamanında Türklere çok da yabancı olan bir kültürü içinden fetheden bir insandı. Amerikalılar taptıkları, kendi bağırlarından çıkmış olarak bildikleri birçok sanatçının Ahmet adındaki bir Türk tarafından yaratıldığını öğrenince emin olun şaşırıyorlar. Bu açıdan Ertegün bir devrimciydi. Büyük ve zengin yaşadı, tabii ki kolay tanımlanamayacak bir insan da oldu doğal olarak. Aslında Ahmet Ertegün kendisinin ne olduğunu gayet net biliyordu ve arkadaşların son tartışmasına en iyi cevabı bir Hollywood filminde de net verilmişti zaten. ‘O Türk mü değil mi’ diye düşünenlerin o filmi tekrar seyretmelerini tavsiye ediyorum. Filmde beni duygulandıran ve arkadaşların da konuya girmeden önce mutlaka seyretmelerini istediğim sahne şöyle geçiyordu: Bir gün Ray çalışmasını yarıda keser ve kendisini dinlemekte olan New Yorkluya “Adın Ahmet ne anlama geliyor, adın neden böyle?” diye sorar. Ertegün de “Ben Türk’üm. Ondan dolayı adım Ahmet,” diye cevap verir. Şimdi şu basit soruyu sorarak konuyu bitirmek istiyorum: Bir Türk’ün o yıllarda Amerika’nın güneylerinde bir kasabada bir zenciyi keşfedip onu süper star yapması bir mucize değil midir? İşte Ahmet Ertegün böyle mucizelerle hayatını geçirmiş bir Türk’tür. Onun hakkında ‘Türk mü değil mi’ veya ‘Nasıl Türk’tü’ diye düşüncelerin etrafta dolaşması beni üzüyor açıkçası. Oray’a da bir konuyu hatırlatmak istiyorum; Türkiye soykırımı kabul edip tarihle yüzleşmesini yaparak yoluna devam etseydi, kendi özeleştirisini yapabilseydi bu çok daha iyi olacaktı diye düşünen ülkesini seven birçok insan vardı. Ermenilerin “Ertegün soykırımı tanıyordu,” demesi Ahmet Ertegün’ün Türkiye için daha iyi olabilecek bir yol bulma çabasından doğan bir düşünce jimnastiği olamaz mıydı acaba? Bunu da ayrıca düşünmek gerekmez mi?..

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp