Top
15/08/2022

New York’tan arkadaşım Salman Rushdie

Salman Rushdie’nin dev külliyatında başyapıt sayılabilecek olağanüstü bir romanı var. Bir de o kadar kusursuz olmayan bir romanı daha var. Asıl şöhreti ne yazık ki en iyilerin bile iyisi anlamındaki “Booker of Bookers” ödüllü “Geceyarısı Çocukları” yerine “Şeytan Ayetleri”nden geliyor. Aslında şöhrettense adı çıkmış demek daha doğru, çünkü Rushdie’yi sadece edebiyatın sınırları içinde değerlendirmek mümkün değil. İran’da 1989 yılında Hümeyni’nin başına koyduğu fetvadan beri o nereden baktığınıza bağlı olarak ya bir İslam düşmanı, ya ifade özgürlüğü sembolü, ya bir kahraman ya da hain. Bu toz bulutu altında gözden kaçan onun İngilizce dilinin en usta yazarlarından biri olduğu.

Her yıl 14 Şubat’ta İran’da fetva yenileniyor, faize inanmayan bir ülkede değeri her sene katlanıyor. En son üç milyon dolara yaklaşmıştı. 89 yılında fetvayı çıkaran Hümeyni’nin emrini yerine getirip Rushdie’yi öldürene hem para verilecek, hem de cennete gitmesi garanti altına alınacaktı. Rushdie bu saçmalık yüzünden uzun yıllar İngiliz polisinin korumasıyla “Joseph Anton” ismiyle yarı-gizli bir hayat yaşadı, sonradan New York’a taşındı ve gizlenmeyi bıraktı. Ben de Salman Rushdie’yle bir gece böyle tanıştım, elimi kolumu sallayarak yanına gidip sohbet ettim. Cuma akşamı New York eyaletindeki bir konferansta onu bıçaklayan saldırgan da böyle elini kolunu sallayarak, korumanın veya güvenliğin olmadığı bir panelde yanına yaklaştı. Rushdie kritik eşiği atlattı, suni solunum cihazından çıktı, ajansının açıkladığına göre bir-iki kelime etmiş ama bir gözünü kaybedebilme ihtimali varmış. Dünyaysa çok uzun zaman önce Rushie hakkında rasyonel düşünme yetisini kaybetmişti.

ROMANI TÜRKÇEYE ÇEVRİLSİN İSTİYORDU

Salman Rushdie yeraltından çıkıp New York’ta açık bir hayat yaşadığında lokantalar onu başlarına bir şey geleceği için almak istemiyordu. Müşteriler her an saldırıya uğrayabilecekleri endişesiyle onunla aynı yerde bulunmaktan korkuyordu. Yıllarca polis gözetiminde yaşadıktan sonra özgürlükler şehrine özgürlüğü tatmak için taşınmıştı. Uluslararası bir şöhretti, kötü bir şöhreti vardı belki, ama artık pek umursamıyor gibiydi. Hemen dünyanın en güzel kadınlarından Padma Lakshmi’yle aşk yaşamaya başladı. Fetva zamanla unutuldu, Rushdie tam da New Yorkluların “man about town” dedikleri partilerin siması, kadınların gözdesi birine dönüştü.

Geoffrey Zakarian’ın lokantasında Salman Rushdie’yi gördüğümde de yine yanında güzel iki kadın vardı. En fazla 10 sene olmuştur herhalde. Birileri tam da o günlerde “Şeytan Ayetleri” romanını Türkçede korsan yayımlamayı düşünüyordu. Pakistan’da yakılan, Hindistan’da yasaklanan bu roman daha Türkçede yayımlanmadı. Ama Aziz Nesin’in gazetesinde bu romanı tefrika etmesi ucu Sivas katliamına kadar varan olaylar zincirini tetikledi. Başka bir ülkede Rushdie’nin çevirmeni öldürülmüş, roman adeta bombaya dönüşmüştü. Türkiye’de de korkulması normaldi.

Ama işte 10 sene önce birileri o korku duvarını korsanla da olsa yıkmaya karar vermişti. Rushdie’ye bu konuda ne düşündüğünü sordum. “Korsana her şartta karşıyım,” dedi. “Ama bütün romanlarım Türkçede yayımlandı, bunun da artık yayımlanması gerekir.”

Aslında yayımlansa Salman Rushdie ve “Şeytan Ayetleri” üzerine üretilen efsaneler de son bulacak. Molla okumuyor, okumaz, okumak işine gelmez. Okumadan 33 yıldır bir yazar ve roman İslam düşmanı diye hedef gösteriliyor. Halbuki “Şeytan Ayetleri” din düşmanı değil, aksine İslam’ı çok iyi bilen biri tarafından yazılan büyülü, gerçeküstü bir roman. Yabancılaşma, göçmenlik, aşk gibi temalarının yanında Rushdie’nin kendi iç çatışmasından yola çıkan bir yere ait olmama durumunu da irdeliyor. İslam’la dalga geçmiyor, aksine peygamberi koruyor.

Dalga geçtiği biri var ama. O da Hümeyni’den yola çıkarak yazılmış bir karakter. Mollanın romana yönelik verdiği tepki kitapta tam da Müslümanlığı yozlaştıranlara gösterilen tepkinin sağlaması. Bütün bu kıyametin 89 yaşında bir mollanın kendisiyle bu kitapta dalga geçilmesini hazmedememesi için çıktığını düşünmek komik aslında.

Son yıllarda Rushdie de kendisiyle dalga geçmeye başlamıştı. Birkaç sene önce “Curb Your Enthusiasm”de konuk oyuncu olup fetva sayesinde kadınların ona nasıl ilgi gösterdiğini bile söyleyip Larry David’e tavsiyelerde bulundu. Bu şakaya gülmek mümkündü, Cuma gününe kadar.

SUÇUN BİREYSELLEŞMESİ

New York’taki saldırganın amacı belli değil. Bir örgütün maşası olsa Amerikan istihbaratının onu tespit etmesi, motivasyonunu önceden kestirmesi gerekirdi. İstihbaratın yanıldığı anlar da oldu, 11 Eylül’de olduğu gibi. Ama o günden bugüne böylesi nefret suçlarını tespit etmek de zorlaştı. Suçun örgütlü değil, bireyselleştiği bir çağa girdik.

Salman Rushdie saldırısı birkaç sene önce Washington, D.C.’deki bir pizzacı saldırısını andırıyor. Ailelerin yemek yediği lokantanın bodrum katında çocuk seks zinciri operasyonu işletildiğini düşünen bir sapkın tüfekle burayı taramak için kendi kendine uzun yol kat ederek gelmişti. Beyni İnternet’ten okuduğu saçmalıklarla yıkanmıştı.

Ya da birkaç ay önce New York’ta üç saat araba kullanarak siyahların alışveriş yaptığı bir marketi tarayan sapık da İnternet’te beyazların sayısının azaldığını, siyahların dünyayı ele geçirdiği yalanını okuyunca gözü dönmüştü.

Pizzacının bodrum katı yok oysa. Siyahlar dünyayı ele geçirmiyor, istatiksel olarak bile mümkün değil. “Şeytan Ayetleri” de İslam’a hakaret etmiyor. Kitap okunsa anlaşılacak. Cehalet en büyük tehlikedir ve hepimiz tehlike altındayız.

Belki bir hayal ama Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı keşke Salman Rushdie’ye bir geçmiş olsun mesajı yollasa. Sadece iki kelimelik bir mesaj bile olsa. Çok daha güzel bir Türkiye, çok daha güzel bir dünya, çok daha güzel bir İslam olurdu.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp