Top
05/11/2019

Bir denek olarak Ayşe Arman

Mesleğe yeni başlayan gazeteciler yanılgıya kapılıp kariyerlerinin Ayşe Arman’ınki gibi olacağını zannetmemeli. Pek az insana onun kadar görkemlisi nasip oldu, ama başarısı ya da şöhreti tesadüf değildi. Ayşe Arman’ın bir marka olmasının altında sadece şans ve yetenek değil, çok çalışmak, azimle çalışmak yatıyor. O yüzden de bugün kolaylıkla bir Ayşe Arman gazeteciliğinden de söz edilebilir. Zaten basında birçok taklidinin çıkması, her gazetenin bir dönem kendi beyhude Ayşe Arman’ını yaratma çabasından da anlaşılabilir.Ancak Ayşe Arman da çoktandır eski Ayşe Arman değil. Öyle birkaç aylık bir durgunluktan da bahsetmiyorum. Son 10 yılda aklımızda kalan bir tane Ayşe Arman söyleşisi var mı?Evlenmek, Türkiye’den taşınmak, çocuk büyütmek gibi öncelikler gazeteciliğinin önüne geçmiş olabilir. Gerçi bu meslek bunların hiçbirini kaldırmaz ve insanın son damlasını temsil edeceği kadar yoğun bir sadakat ister, ama hayat bu işte. PR’CILARA TESLİM OLDU

Arman’ın en büyük handikapı son yıllarında mesleğini yapma motivasyonunu sadece para kazanmaya indirgemesi oldu. Servet yapılacak son meslek olan gazetecilikte bu yola sapınca da ister istemez içeriğin kalitesi düştü, bilezikler ön plana çıktı ve Türk basının en önemli markalarından biri PR’cıların elinde neredeyse oyuncak oldu. Epey bir zamandır Hürriyet’te paralı söyleşi ve haberlerin yapıldığı biliniyordu, Ayşe Arman da gazeteyle “işbirliği” projelerinin en önemli yüzü oldu. Gazete ve gazeteci kolay parayı yıllardır kırışıyordu, kısacası.Ayşe Arman ise bir süredir kendi kendisine gazeteyi dahil etmeden bu PR yazarlığının nasıl olabileceğini düşünüyor, pastanın tamamını kendisine saklamanın hesabını yapıyordu. Hatta sosyal medyada da birkaç post’la bunu denedi, daha sonra bu paylaşımlar silindi. Bugüne kadar adımlarını hep doğru atan biri olarak da sonunda tek başına bir “influencer” olarak daha fazla para kazanabileceğini gördü.Hürriyet’te yaşanan fırtına, sendikalı çalışanların yayın yönetmeninden bile habersiz işten atılmaları da Ayşe Arman’a bu geçiş için mükemmel fırsat oldu. Kendi imajını koruma hesapçılığının bir numaralı ismi Gülse Birsel kadar çabuk hareket edemedi, ama bu istifayla birlikte kahramanca gitmiş gibi algılandı.Öyle ya da böyle, en azından bir bakıma heyecanlı bir serüven Ayşe Arman’ınki. Epeydir bir sosyal medya balonu var, birkaç post atıp kolay para kazanan ünlüler, Kim Kardashian seviyesinde yapılan servet, YouTube’da milyonlarca kişi tarafından izlenen video’lar, Şeyma falan gibi lüzumsuz karakterlerin şöhret macerası gazetecilerin de gözünü kamaştırıyor belli ki. İşsiz gazeteciler YouTube kanalları açıyor mesela. Eskiden bedava gezilerde köşe yazarlarını ağırlayan PR şirketleri ise şimdi bütçelerini YouTuber’lar ya da influencer’lara harcıyor. Apple lansmanına iki kör cahil gönderiliyor, The Rock’la birebir film söyleşisini gazetecilikle hiç ilgisi olmayan bir tip yapıyor mesela. Türk Hava Yolları bile yeni business class kabin tanıtımı için uluslararası bir YouTuber’ı Dubai’dan İstanbul’a yeni koltuklarda uçuruyor, kabinde video’lar çekilyor falan.Bir yandan da sosyal medyadan çok para kazanıldığına dair mitolojiler üretiliyor, influencer’ların dünyayı gezdiği, evlerini kapattığı, muazzam otellerde kaldıkları, perdenin önünde uçtuklarına dair masallar anlatılıyor. Oysa sosyal medya bire bin katmaya çok elverişli, bütün bu kuşak da yaşadığından daha fazla gösterme yeteneğine sahip. Hayaller Nobu Ryokan, gerçekler Bağcılar’da bodrum katı ne yazık ki.

SOSYAL MEDYA BALONU PATLAR MI

Bütün “tech bubble”lar gibi bu iş de patlamak üzere. Bir kere dünyada mantar gibi biten influencer’ları besleyecek kadar bol bütçe yok. İkincisi, bir süre sonra insanlar sıkılacak bu saçmalıktan. Zira eskiden “uzman” gibi görkemli hayattan izler aktaran gazeteciler daha erişilmez ve havalı dururdu (Tyler Brûle ve Japon battaniyeleri), bir süre sonra bu balonu şişiren vasat insan bile kendisinden pek farklı olamayan zırtapozların sözünü ciddiye alamayacak. Ama en önemlisi de İnternet’le büyüyen ve bedavaya alışan kuşağın hiçbir şeye para ödememe arzusu. Netflix şifrelerini paylaşıyorlar, okuma yazmaları olmadığından gazetelere abone olmuyorlar, bağış ve destek kampanyalarına jest olsun diye bile para verme alışkanlıkları yok. Zaten pek azı gerçekten yaşayabilecek kadar para kazanıyor.Ayşe Arman işte böyle bir dönemde mükemmel bir denek. Ondan daha iyisi bulunamazdı bu işin nereye varacağını anlamak için. Ya gazetecilerin tek başına, kurumlarından bağımsız birer marka olabileceklerini kanıtlayıp alıp başını gidecek ya da ölü haldeki Hürriyet bile olmadan kendi markasının hiçbir anlam ifade etmeyeceğini anlayacak bir süre sonra ve bu macera son bulacak. Elbette her zaman yazılı basına dönebilir, kendini yeniden yaratabilir. Sadece şunu söyleyebilirim… Yönleri ve tarzları farklı olmakla birlikte tek başlarına marka olup kurumlarından ayrılaran yeni maceralara sürüklenen kimi Amerikalı gazeteciler eski güçlerini bir türlü bulamadı.

*

 

Murdoch işgali

Chicago Sun-Times, Amerika’nın “ikinci şehri” Chicago’nun tamamen mavi yakalılara hitap eden, tabloid boyutundaki ikinci gazetesi. Gazetenin asıl şöhreti ise ülkenin bir ara en önemli film eleştirmeni olan Roger Ebert’tan geliyor. Akıcı kalemiyle Ebert bütün tekliflere, aldığı Pulitzer’a rağmen bu gazeteden bir gün bile ayrılmadı. Çünkü derdi anlaşılır yazmak, geniş halk kitlelerine hitap etmekti. Sinemanın bir halk eğlencesi olduğunu bildiğinden bir halk gazetesinde yazmayı doğru biliyordu. Bu açıdan kendisiyle gazetesi de özdeşleşti.

Ölmeden önce çenesini (yemek yeme ve konuşma özelliğini de) kaybeden Ebert dünyayla sadece yazıyla iletişim kuruyor, yaşamının son yıllarında yemek yazacak kadar üretken bir döneme giriyordu.

İşte o aralar Sun-Times’a olan bağını anlatmak için nasıl gazetenin en çalkantılı yıllarında bile kaldığını, mücadele ettiğini yazmıştı. Gazete şehrin simgelerinden biriydi ve bir kurum olarak korunması gerekiyordu. Bir ara gazeteyi satın alan yeni patron “Murdoch işgaline” rağmen, Ebert’ın tabiriyle. Sonuçta gazeteciler galip geldi, Murdoch gitti.

Bugünlerde Hürriyet’te çalışanlara sosyal medyadan istifa çağrısı yapılıyor. Bu bir seçim tabii. Bir de Ebert’ın yolu var ama. 

*

Ahmet Hakan nasıl başarılı olur

Ve Hürriyet’in başına Ahmet Hakan geçti, geçiyor. Kendisi zaten yıllardır bu göreve hevesliydi. Gazetenin mevcut kadrosuna bakıldığında da içeriden bir denenmemiş, bir o kaldı gibi gözüküyordu. Uçağa alınması, son zamanlarda devlet dilini sahiplenmesi, yazı ve programlarının yönü de arzusunu belli ediyordu. Yeni patronlarını kaç defa övdü köşesinden zaten.

Ta Hürriyet ilk satıldığında Ahmet Hakan yayın yönetmeni olur, diye yazmıştım burada. Ama başarılı olur mu, ondan o kadar emin değilim. Çünkü Hürriyet hala Türkiye’deki algıda bir yer teşkil ediyor. Özellikle İslamcı mahallede hala ele geçirilmesi gerekli bir kale olarak bakılıyor. Bir gazeteyi bu kadar çok önemsemek olduğundan daha büyük gösteriyor.  

Ahmet Hakan’ın da bilinçaltını şekillendiren geçmişinden dolayı Hürriyet’in altında ezilmesi muhtemel. Yazılarındaki rengi, kıvraklığı gazetenin geneline yansıtması çok zor. Zaten Kanal D’nin haberlerini sunarken de gördük, kurumun ciddiyetine kaptırdı kendisini ve fark yaratamadı. Kanal D Haber markası, ondan önce o koltuktan oturan Mehmet Ali Birand markasının ağırlığı altında kaldı, öne çıkamadı. Halbuki medyada başarılı olmak kuruma benzemek değil, kurumu kendine benzetmekten geçiyor. Bakınız: Reha Muhtar ve Show Haber; Tina Brown ve New Yorker; Ertuğrul Özkök ve Hürriyet. 

Hürriyet’in tek bir garantili seçeneği var aslında. Beğenin beğenmeyin, Ertuğrul Özkök başa geçse en azından bir-iki sene gemi karaya sağlam yanaşır. Ahmet Hakan en azından küstürdüğü Özkök’ün gönlünü alıp beyninden faydalanmayı deneyebilir.

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp