Top
Nihal Bengisu Karaca

Nihal Bengisu Karaca

nbkaraca@htgazete.com.tr

16/09/2020

Savunma hak arama özgürlüğünün aracıdır ve herkesi ilgilendirir!

Önce Ankara Barosu’nun Diyanet İşleri Başkanlığını hedef alan çirkin demeci mazeret edilerek çoklu baro uygulamasına geçildi. İlgili karar “Ayasofya cami oluyor yupiiee” atmosferinde duygular şelale olur akarken meclis toplanarak gece yarısı oturumunda alındı. Ancak istenen olmadı.

Çoklu baro düzenlemesine göre en az 5 bin avukatın kayıtlı olduğu illerde 2 bin avukatın imzasıyla yeni barolar kurulabilecekti. Fakat 50 bin avukatın olduğu İstanbul’da ikinci baro kurmak için bin 280, 20 bin avukatın olduğu Ankara’da ise sadece 250 avukat ikinci baro için imza verdi. Bu durum İstanbul ve Ankara’da yeterli imzaya ulaşamayan avukatların, kuracakları barolar için ekim ayında seçim yapamamaları ve dolayısıyla TBB’de de temsil edilememeleri sonucunu doğuruyor. Durum çoklu baro fikrini ortaya atanların hoşuna gidecek türden değildi.

Gelgelelim “ol dedi oldu” rejimlerinde çareler parlak fikirler tükenmiyor.

Mevcut yapıların o fırsatı ferah feza sunma konusunda çok velud olduklarını da belirtelim. "Sarayda yapılıyor" denilerek geçen yıl yapılan adli yıl açılış törenine katılmama kararı alan baroların durumu gibi. Sonra bir de Ebru Timtik olayı var. Timtik’i, DHKP-C örgütü talimatıyla tuttuğu ölüm orucunu bırakma yolunda ikna etmeye çalışmayan İstanbul Barosu’nun Timtik’in tahliyesi için fena halde gayretkeş görünmesindeki sakaletin dönüp dolaşıp avukatları vuracağı öngörülemez miydi sahi? Öngörülebilirdi.

Nitekim bu yıl da adli yıl açılışı için seçilen tören yeri Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ydi ve bu yıl baro başkanları davet edilmedi! Maalesef devamı da vardı. Mesela bazı baroların "terörün arka bahçesi" olarak nitelendirilmesi türünde ağır ve kabul edilmesi güç mesajlar… Mesela "Terör örgütleriyle içli-dışlı olan avukatlar da meslekten men edilebilmeli” gibi talepler…

Talimatı pardon talebi alanlar hemen çalışmaya başladı. AK Parti de yapılan ilk toplantıda, Avukatlık Kanunu’nda "disiplin cezaları" bölümüne "Terör örgütleriyle irtibatlı ve iltisaklı olanlar meslekten ihraç edilir" hükmünün eklenmesi kararlaştırıldı. Ancak Avukatlık Kanunu’nda baro başkanlarının suça karışan avukatları meslekten men edebileceğine dair düzenleme zaten vardı. Suç işlediği kesinleşen avukatlar "baroların denetiminde" cezalandırılabiliyor ve ağır durumlarda "meslekten men ve levhadan silme" cezasıyla karşı karşıya kalabiliyor.

Hükümetin bunu bilmeme ihtimali yok.

Dolayısıyla barolar şu an, hükümetin baro denetimini kaldıracak, yani avukatı cezalandırma işini barodan koparıp kendi uhdesine almasını sağlayacak bir düzenleme tasarlıyor olmasından endişe ediyor.

AVUKATLIK MESLEĞİ TEHDİT OLARAK MI GÖRÜLÜYOR?

Ki haksız ve önemsiz bir endişe değil. Zira bu gerçekleşirse çok enteresan bir yere gidecek ülke.

Şöyle ki, avukatlık; hakimlik ve savcılıkla beraber yargının olmazsa olmaz üç unsurundan biridir.

Hakimler ve Savcılar tek tek tayinlerinin birden bire Kağızman’a, Pötürge’ye çıkması gibi yollarla terbiye edilebildiler, devlet memuru oldukları için konuşma demeç verme yasakları da vardı.

Devlet memuru olmayan, mevcut örgütlü yapıları gereği (barolar) sivil direnç ortaya koyabilen, katıldıkları davalarda zaman zaman da olsa hakimleri yasalara uygun davranmaya zorlayabilen, akıllı davrandıklarında kamuoyu oluşturabilen avukatlar ise "Yargı bağımsız olmalı" direnişini sürdürüyor ve kolayca kontrol altına alınamıyorlar. Eğer, avukatların meslekten men edilmesi yetkisi barolardan alınıp hükümete ya da hükümet kontrolündeki bir kuruma devredilirse, yargıya getirilen siyasallaşma eleştirilerinin, hukukun üstünlüğü hatırlatmalarının ve "hukuk devleti" talebinin yükselebildiği tek ses haline gelmiş tek yargı unsuru da susturulmuş olacak. Şimdilik komplo teorisi gibi görünebilir ama tamamen yersiz bir korku değil. Çünkü bu ihtimalin gerçekleşmesi, özellikle siyasi davalarda yargılanan sanıklar açısından ufkun cehennemî kara bulutlar tarafından kapanmasına eş değerdir.

Üstelik bazı emareler de belirmiştir.

47 AVUKAT GÖZALTINA ALINDI, 13’Ü İSE ARANIYOR

12 Eylül tarihli Cumhuriyet Gazetesi şöyle bir haber yayımladı: “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ'nün avukatlık yapılanmasında oldukları iddiasıyla 47 avukat gözaltına alındı, 13 avukat aranıyor.”

Gözaltıya kaynak teşkil eden iddia, avukatların avukatlık görüntüsü altında örgütsel faaliyet yürüttükleri iddiası. Hukukçular ve bazı baro başkanları asıl nedenin FETÖ üyeliğiyle suçlanan sanıkların avukatlığını almaları olduğu yönünde görüş beyan ettiler.

Mersin Barosu Başkanı Bilgin Yeşilboğaz gözaltına alınan avukatlara “Stajı nerede yaptınız? FETÖ/PDY davalarına girdiniz mi? Dosyalarınız kaçı FETÖ/PDY dosyası? Şu kişi ile bağlantınız nedir? Müvekkilinizin ifadesini neden değiştirmek istediniz? Öğrenin hayatınız boyunca hangi dershanelere gitti? Eşiniz ve çocuklarınız hangi dershanelere gitti?” gibi soruların sorulduğunu tespit ettiklerini aktarıyor.

Bu ne anlama geliyor?

Avukatla müvekkilin özdeşleştirilmesi, müvekkilin işlediği ya da işlediği iddia edilen suçtan adeta avukatın sorumlu tutulması.

Oysa, uyuşturucu baronlarını savunan avukat da, seri halde cinayet işleyeni savunan avukat da, FETÖ'cüyü, PKK'lıyı savunan avukat da suça iştirak etmiş olmaz, sadece sanığı kanunun kutsal saydığı savunma hakkından faydalandırmış olurlar, hepsi bu.

BM havana Kuralları Avrupa Konseyi 9 no’lu tavsiye kararına göre “Avukatlar müvekkil seçimleri nedeniyle suçlanamaz ve bu nedenle aleyhlerinde soruşturma yapılamaz” der. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu da avukatların hangi müvekkili savunup savunmayacakları konusunda hür olduğunu ilan eder.

Diyeceğim o ki, eğer örgüt talimatlarına uygun hareket eden yahut FETÖ talimatlarını müvekkillere ileten ve bu suçu işlediği sabit olan, yani bir şekilde müvekkille değil örgütle çalıştığı ortaya çıkmış avukatlar söz konusu ise gözaltılar yerindendir. Ancak bunlar olmadığı halde avukatlar gözaltına alınmış ise ve bu gözaltına almalar sahiden "Bazı barolar terörün arka bahçesi" vb açıklamasıyla ilintili ise, avukat ile müvekkil arasındaki profesyonel yetkilendirme ilişkisinden bir suç icat ediliyor ise, müvekkilin yargılandığı suçtan avukatı sorumlu tutma anlayışı getirilmek isteniyorsa gidişat mahv-ı perişanımızın resmidir.

AVUKATI MÜVEKKİLİN DOSYASINDAN SORUMLU TUTMANIN SONU VAHAMETTİR

Zira elbette avukat ile müvekkil arasında bağ ya da temas olacak! Avukat zaten suçluya ya da suçlu olduğu iddia edilen kişiye lazım. Yeter ki avukatın suç ile bağlantısı olmasın!

Avukatları müvekkillerinin dosyaları üzerinden suçlamanın sonu ne olur biliyor musunuz?

Avukatlık mesleği biter. Adil yargılanma hakkı diye bir şey kalmaz. Savunmanın kuyusunu kazmaktır bu.

Böyle işler avukatları kendilerini korumak için müvekkil seçmeye zorlar. Bu durumun sonucu da, bazı kişilerin devlet ya da başkaca ‘güçlü’ bir aktör tarafından itham edildiklerinde kendi lehlerine bir avukatın çıkıp "Durun o iş öyle değil" diyememesi olur, itham edilenlere boyunlarını büküp cezaya razı olmak dışında bir şans bırakılmaması olur bunun sonu. Avukatlık mesleğinin yani savunma makamının zayıflatılması, yargının savcı ile hakim; adaletin suçlama ve infaza indirgenmesi sonucunu doğurur, zalim bir döngü yaratır.

Kim zelil olur? Sıradan, güçsüz, zayıf siviller.

Kim muzaffer olur? Devlet ve bazen parayı bastırıp hüküm satın alabildiğini bile duyduğumuz güçlü zengin aktörler.

Kimse, hele bu satırların yazarı Kemalist baro heveslisi değil. Ama akıl, izan, adalet duygusu diye bir şey var. Hukuk devletinin defterini dürecek girişimlerin karşısında olmamız gerek.

Muktedirlerin kontrol merakı yüzünden yargılamanın olmazsa olmazı ‘savunma’ zayıflatılırsa, Mursi’yi yargılarken adama bir bardak su vermeyen Mısır mahkemelerinden ne farkımız kalır? Böyle olmasını ister miyiz? Hayır, gazla ve aldığı sosyal yardımlarla değil beyinle çalışan hiçbir bünye istemez.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp