Top
Murat Bardakçı

Murat Bardakçı

mbardakci@htgazete.com.tr

15/06/2022

Cami değil, sanki köyün dilberi Kezban’ın fistanı!

Aşağıda iki fotoğraf görüyorsunuz: Harabe haline gelmiş eski bir binanın ve aynı mekânın beyazlara büründürülmüş son hâlinin fotoğraflarını...

Burası mönüsünde tekila ile beraber taconun, burritonun ve zehir gibi acı quasadillanın bulunduğu Meksika’daki bir esnaf lokantası; Yunan adalarından birindeki Ortodoks kilisesi yahut İran’daki bir Zerdüşt tapınağı falan değil, güya cami! Datça’da restore edilen iki asırlık Çeşmeköy Camii!

Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün camiin restorasyon öncesi ve sonrası fotoğraflarını Twitter hesabından yayınlayınca bir tartışmadır başladı. Bir-iki kişi dışında hemen herkes şimdi “Böyle restorasyon mu olur?” diyor...

Yeni bir “Sünger Bob” hadisesi, bir zevksizlik, kültürsüzlük, estetik fukaralığı ve “restorasyon” adı altında tarihin perişan edilmesinin örneği ile karşı karşıyayız!

İşin tuhaf yanı, adına “restorasyon” denen bu garabetin yeni değil, beş sene önce tamamlanmış olması; o zamandan buyana çok şükür dikkat çekmemesi ama Belediye Başkanı’nın kör göze parmak sokarcasına şimdi gündeme getirmesidir. Hadise budur! Bir tarafta “restorasyon” adı altında mimarî bir cinayet, diğer tarafta da Başkan’ın kendi kalesine attığı mükemmel bir gol vardır.

“Restorasyon” olduğu iddia edilen mimarî sefaletlerde üzerinde asıl durulması gereken husus bu işleri kimlerin yaptırttığı değil kimlerin yaptığı; yani restorasyon projesini hazırlayıp uygulayan mimarların zevkleri, görgüleri ve ilmî donanımlarıdır.

Bir bakanlık, belediye, vakıf veya başka bir kuruluş mülkiyetindeki tarihî eseri restore ettirmek istediği takdirde bakkala, kasaba veya köfteciye müraacat edecek değil ya, mimarlara müracaat eder ve işte netice!

Türkiye’de bugün yana-yakıla şikâyet ettiğimiz mimarî çirkinliğin ve kirliliğin tek sebebi, maalesef mimarlarımızdır! Sayıları maalesef çok az olan birkaç hakiki mimarı tenzih ederek söyleyeyim: Memleketin dört bir tarafında senelerdir pıtarak gibi dikilen sakil, ruhsuz ve apartmanlar ile birbirlerinden beter diğer binalar doktorların, manavların, kimyagerlerin yahut jeologların falan değil, diploma sahibi olmuş ama estetikten nasibini alamamış zevksiz mimarların eseridir, bütün projelerin altında mimarın imzası vardır; iyi, faydalı ve gerekli olan herşeyi engellemeyi şiar edinen Mimarlar Odası’ndan ise “İstemezük!” haricinde bir ses işitilmemektedir!

Senelerdir devam eden bu zevksizlikten artık tarihî eserler de nasibini alıyor, asırlar öncesinden kalma camiler, medreseler, hamamlar, konaklar, vesaireler perişan ediliyor.

Güzel Sanatlar eğitimi veren fakültelere öğrenci alınırken yeteneğe, estetik duygusuna ve görgüye değil de üniversite sınavlarındaki puana bakılırsa netice bu olur, kesin kayıttan hemen önce yapılan yetenek sınavları da formaliteden ibaret ve lâf olarak kalır.

Bu garabet sadece mimarlık okullarında değil, güzel sanatlar eğitimi veren hemen bütün eğitim kurumlarında mevcut...

Birkaç sene önce, İstanbul’daki Mimar Sinan Üniversitesi’nde yaşanan Joan Miro rezaletini hatırlayın:

1893 ile 1993 arasında yaşamış olan Joan Miro, 20. yüzyılın en önemli ressamlarından idi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin resim hocaları Ankara’daki bir sanat galerisinde bulunan ve Miro’ya ait olduğu iddia edilen 60 küsur tabloyu sanat galerisi ile bir protokol imzalayıp önce İzmir’de, ardından Gaziantep’te ve nihayet İstanbul’daki Tophane-i Âmire binasında sergilemişler ama hemen ardından utanç verici bir skandal yaşanmıştı: Tabloların sahte olduğu yolunda yapılan bir ihbar üzerine başlayan tartışmaya İspanya’daki Miro Vakfı ile Miro uzmanı İspanyollar da müdahil olmuşlar ve tabloların tamamı sahte çıkmıştı! Sergi açılışından bir ay sonra apar-topar kapatıldı, rezalet mahkemeye taşındı, sahte tabloları gerçekmiş gibi ortaya süren galeri sahibi dört buçuk sene hapse mahkûm oldu, sergiyi düzenleyen rektör yardımcısı da istifa etti.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde yaşanan bu rezaletin boyutları bir sanat eseri sahtekârlığından çok daha önemli idi; zira ressam, mimar, heykeltraş, vesaire gibi alanlarda talebe yetiştiren bir üniversitenin resim hocaları, Miro misâli dünyanın en önemli ressamlarından birine ait olduğu iddia edilen altmış küsur eserin sahte olduğunu anlamaktan âciz kalmışlardı!

BOZACININ ŞAHİDİ ŞIRACI...

Muğla Belediyesi eleştirilerin ardından bir açıklama yaptı ve Çeşmeköy Camii’nin restorasyonunda herşeyin onaylı restorasyon projesine uygun olarak restorasyon ilkeleri ile kurallarına göre tamamlandığını ve projenin 2015’te Tarihi Kentler Birliği tarafından başarı ödülüne lâyık görüldüğünü duyurdu.

Hiş şaşılacak birşey değil; mimarlık fakültesi mezunu estetik fukaralarının projesini “bozacının şahidi şıracı” misali aynı fakülteden mezun diğer estetik fukaraları onaylıyor, sonra da siyasî görüş doğrultusunda ödül dağıtılıyor!

Önümüzdeki sene, Cumhuriyet ilân edileli yüz sene olacak. Ama, Türkiye kendini dünyaya tanıtabilmek için hâlâ asırlar öncesinin saraylarından, hamamlarından, Peribacaları’ndan ve hattâ Bizans yapılarından medet umuyor ise, yüz sene boyunca övünebileceğimiz tek bir mimarî eser bile verememiş ve “Cumhuriyet Mimarisi”nin sembolü olacak bir bina bile dikememişiz demektir.

Yolunuz Sirkeci tarafına düşecek olursa bir-iki dakikalığına durun ve gar binasına dikkatlice bakın: Sahil tarafında gayet zevkli, süslü ve güzel ama yıllardır kapalı tutulan büyük ve tantanalı bir kapı; caddenin üzerinde de beton bir blok görürsünüz.

Sahildeki kapı imparatorluk, caddedeki tatsız beton yığını ise cumhuriyet mimarîsinin eseridir ve bu yığın, çağdaş mimarîmizin estetik fukarası oluşunun mükemmel bir örneğidir.

Mimar Sinan’ın mezarından çıkıp mimarlık fakültelerine gitmesine ve “Bre siz mimar mısınız, kabzımal mı? Memleketi bu hâle getirmeyi nasıl becerdiniz? Lügatinizde ‘sıkılma’ yok mu?” diyerek elindeki budaklı odunu önce hocaların kafalarına indirmesine sonra da o fakültelerden mezun olan mimarların bürolarına dalıp Allah yarattı demeden hepsine birden girişmesine az kaldı!

Hani eskiden üzerleri şekli bozuk beneklerle bezeli açık renkteki eski Sümerbank basmaları vardı ya, Çeşmeköy Camii maalesef işte o benekli basmalara benzetilmiş! Karşınızda sanki iki asırlık taş bir yapı değil, basma fistan giyip çeşme başına gitmiş köyün dilberi Kezban duruyor!

Datça’da güya restore edilen iki asırlık Çeşmeköy Camii böyle idi ve bu hâle getirildi!

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp