Top
Murat Bardakçı

Murat Bardakçı

mbardakci@htgazete.com.tr

02/05/2022

Ayyaşlar bayramı

Bir ramazanı daha eskilerin söylediği gibi “hayırlısıyla idrak ettik” ve bayram geldi. Bayramınız kutlu olsun!

Her ramazanda görür ve şaşırırım: Ellerinden kadehi, önlerinden şişeyi eksik etmeyen bazı tanıdıklarım, ramazanda ağızlarına içkinin damlasını almazlar. “Hayırdır, imana mı geldin?” diye sorduğumda da “Eeee, ramazandayız. Günaha girmeyelim” derler.

İçki sanki ramazan dışındaki aylarda helâl imiş gibi...

Bu mantık, bana 1908’e kadar asırlar boyu hiç aksamadan devam etmiş bir âdeti hatırlatır: Ramazan ayının sonunda herkes “ramazan”, “şeker” yahut “şükür” bayramını kutlarken, İstanbul’daki ufak bir grubun o gün bir başka bayramı, kendi aralarındaki ismi ile “ayyaşlar bayramı”nı kutlamasını...

Ramazanda şimdikiler gibi ağızlarına içki koymayan yahut esrar vesaire topaklarına el uzatmayan alkoliklerle esrarkeşler bayramın gelmesini dört gözle bekler, o gün büyük bir coşkuyla kendilerine mahsus bir başka bayramı kutlarlardı. Ama öyle büyüklere ziyarete gidilip el falan öpülmez, ayyaşların neredeyse evliya mertebesine çıkarttıkları iki kişinin mezarına gidilir ve mezarların başında vur patlasın çal oynasın eğlenilirdi.

İşte, 1908’de ilân edilen İkinci Meşrutiyet’e kadar İstanbul’da devam edegelmiş olan ve “Ayyaşlar Bayramı” denen bu tuhaf âdetin ayrıntıları:

İstanbullular bayramını kutlamaya başlarken Edirnekapı tarafında tuhaf bir kafile toplanır, sur kapılarından dışarıya sessizce süzülüp yürümeye başlarlardı.

Bunlar şehrin en iflâh olmaz esrarkeşleri ve serhoşlarıydı.

Ramazan boyunca mübarek aya hürmeten ağızlarına içkinin damlasını koymamış, esrar çekmemişlerdi ama artık ramazan geçmişti ve dolayısıyla hürmetten kaynaklanan perhizlerinin de sonu gelmiş demekti.

Otakçılar’a vardıklarında sayıları daha da artar, ellerinde “dem”leri yani içkileri ile sur kapısının hemen sağındaki salaş kahvede durur, daha başka yoldaşlarının gelmesini bekler ve beklerken de yanlarında getirdikleri şişeleri kafalarına dikerlerdi. Kalabalık arttıkça artar, yeni gelenler de Otakçılar tarafına ilerler ve şimdinin Fethi Çelebi Caddesi’ne sapıp yolun sol tarafındaki mezarlığa dalarlardı.

İstanbul’un tarih boyunca gördüğü en namlı içicisiyle esrarkeşinin kabirleri buradaydı: Bekri Mustafa ile Urfalı Hacı Ahmed Ağa’nın mezarları...

Bayram, işte burada kutlanırdı...

MEZAR BAŞINDA İÇKİLİ VE ESRARLI KUTLAMA

Bekri Mustafa’nın kim olduğu malûm... Dördüncü Murad zamanında yaşadığı ve padişahın en yakınlarından olduğu söylenen; içkisiyle, fıkralarıyla ve hikâyeleriyle efsaneleşmiş meşhur serhoşumuz... Urfalı Hacı Ahmed Ağa ise, oldukça uzun bir hayat süren ve dünyadan 1801 senesinde 134 yaşında ayrılan İstanbul’un en namlı esrarkeşi...

Ayyaşlar, birbirine yakın olan işte bu iki mezarın başına böyle bir hay-huy içerisinde gider, ceplerinde taşıdıkları şişeleri çıkartır, asıl bayramlaşmayı mezarların başında yaparlardı.

“Bayramlaşma” dediğim iş öyle birbirleriyle kucaklaşma falan değil, tam kendilerine lâyık biçimdeydi: Artık iyice keyiflenmiş olan serhoşlar ellerindeki şişeleri nefes bile almadan kafalarına diktikten sonra, şişelerin dibinde kalanları gülsuyu serper gibi mezarların üzerine serperler, böyle yaparak mezarları kutsadıklarını düşünür, sonra “bayram ikramı”na başlarlardı. İkram, serhoşların ikişer ikişer karşı karşıya gelip ceplerinden çıkarttıkları diğer şişeleri birbirlerinin ağzına götürmeleri demekti.

Bu ikili gruplara katılmayan ayyaşlar da tek başlarına bir kenarda içer ve oracıkta sızarlardı.

Bayram merasimi bu kadarla kalmazdı, sırada şimdi serhoşların ve esrarkeşlerin kendilerine “pîr” kabul ettikleri Bekri Mustafa ile Hacı Ahmed Ağa’nın mezarlarını süslemeleri vardı. Bayram yaza tesadüf etti ise mezarlar gelinciklerle ve papatyalarla, ama sert kış günlerine denk gelmişse defne ve taflan dalları ile donatır, serhoş aklınca güzelleştirilirdi.

Meşrutiyet öncesi senelerde gür sesli bir serhoşun içki üzerine yazılmış bir gazeli nağme ile okumaya başlaması âdet olmuştı. Gazel “Ben şehid-i bâdeyim dostlar demim yâd eyleyin” yani “Dostlar, ben şarap şehidiyim; yaşadığım ânı yâdedin” diye başlar, “Neyle, meyle bir alay mahbûp ile her dem gelin / Bezm-i cem âyinini kabrimde mu’tad eyleyin” (Neyle, şarapla be dostlarla her an gelin ve içki meclisini kabrimde kurun) mısraları ile devam ederdi. Kafileye zaman zaman meraklıların da katıldığı olur, bu garip kutlamayı derin bir hayret içerisinde takip ederlerdi.

Esrarkeşlerin bayramlaşması, serhoşların bayramlaşmasından farklıydı: Hacı Ahmed Ağa’nın mezarının etrafına halka halinde oturur, kalın sarılmış ve elden ele gezen esrarlı sigaradan nefeslenip dururlardı. Tören mekânı bazı bayramlarda daha ötelere taşınır, Silivrikapı dışındaki Kozlu Meydanı’ndaki kır kahvesinde devam ederdi. Polisler resmi kıyafetleriyle dem çekenlerin arasına karışır, esrar resmen yasak olduğu halde hiç müdahale etmeden olup biteni seyrederlerdi.

Bu tuhaf bayram kutlaması, Edirnekapı’daki sur kapısında son bulurdu. Mezarlıktan buraya kadar neş’e içinde, şarkılar söyleyerek gelen kafilenin sesi kapıdan içeri girildiği anda kesilir, bir sene sonraki bayrama kadar bir daha duyulmaz ve herkes bir tarafa dağılırdı.

Ayyaşlar bayramı hakkındaki yazdıklarımı, güya bayram kutlaması olan bu hay-huya katılmış olan Ahmet Hamdi Tanyeli’nin 1950’li senelerde yayınladığı bir makaleden naklettim.

Bayramınızı tekrar tebrik ederim...

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp