Top
04/03/2020

Kabahatliyim, özür diliyorum!

1989 kışında Sivas’a kısa dönem askerlik yapmak üzere gittiğimde, taksite aldığım “Ana Britannica” ansiklopedisinin taksitleri bitmemişti henüz. Askerdeyken yarısını aldığım maaşımın bir kısmını bir arkadaşım taksite yatırıyor, geri kalanını bana gönderiyordu.

Yoksulluk diz boyuydu.

O ansiklopediler hala duruyor bende.

Zaten bir sene sonra gazeteler kupon karşılığı vermeye başladı, her eve neredeyse bedava girdi ama ben o günkü parayla kendi çapımda bir servet yatırmıştım ona.

O günkü yoksulluğun hatırasını kapağında bir damga gibi taşıyan o ansiklopedi, bilgiye olan açlığımı hatırlatıyor bana; o yüzden saklıyorum onu hala.

 * 

Şimdi ise bilgiye ulaşmak çok kolay ve neredeyse bedava. Elinizin altında klavyenin tuşlarına dokunmak yeterli. İstemediğiniz kadar bilgi yığılacak önünüze.

Peki önünüze yığılan bilgi gerçekten de bilgi mi, yoksa bir çöp yığını mı?

Hepimiz biliyoruz ki çoğu çöp... Ona hiç güvenmemek lazım. Öyle olmasaydı şu anda hepimizin birer allame-i cihan olması lazımdı, zira her şeyi birkaç saniyede öğrenme imkanına sahibiz şimdi.

Ama hala bir televizyon kanalında yayınlanan milyoner olma hayali kurduran programda, “salatalığın diğer adı nedir?” sorusunu seyircilere sordurup “hıyar” cevabında öyle karar kılanlar gırla bu memlekette.

 * 

O çöp yığını bir hafta önce bana hayatımın en büyük hatasını yaptırdı. “Çay” üzerine bir yazı yazmaya kalkıştım. Yazıya, sevgili ağabeyim Mehdi Eker’le sohbet ederken karar vermiştim. Çay içiyorduk ve her konuda olduğu gibi çay konusunda da derin bilgisi olan şiir sevdalısı Mehdi Eker, bana ezberinden Sezai Karakoç’un “Çay” şiirini okudu.

Ben de bu şiiri yazımda kullanmak istedim. O yüzden önce, internette, o çöp yığınının içinde altın aramaya giriştim büyük bir hata yaparak. Sahiden de şiiri buldum. Ama şiirde bir sorun vardı, aksaktı, ritmi bozuktu. Benim bildiğim bu kadar kudretli bir şair bu aksaklığa izin vermezdi. O yüzden bir arkadaşımın bütün kitaplarını bir arada ciltleyip bana hediye ettiği “toplu şiirlerine” baktım üstadın ve “Çay” şiirini buldum. Kitaptaki özgün şiirle, internetteki şiir arasında dağlar kadar fark vardı. Kim onu oraya yazmışsa, yanlış ve eksik yazmıştı. Doğrusunu kitaptan aldım ama şiir iştahı bu, yeter demiyor. “Çay” diye yazdığım için bilgisayara, başka şiirler de çıktı karşıma o çöplükte.

Yazımda kullandığım;

“Günün aydın, akşamın iyi olsun” diyen biri olmalı.Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.Yoksa, zor değil, hiç zor değil,Demli çayı bardakta karıştırıp,Bir başına yudumlamak doyasıya.Ama; “Çaya kaç şeker alırsın?”Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra…

şiiri de vardı orada ve altında Can Yücel yazıyordu.

Can Yücel iyi bildiğim bir şair, ama o sırada basiretim bağlandı galiba. Yine de bendeki kitaplarında şiiri aramaya başladım. İş Bankası Yayınlarından çıkan bütün kitapları, biri hariç bende var. Hepsini didik didik ettim, bu şiiri bulamadım, demek bende olmayan kitaptandır dedim ve biraz tereddütle yazıma aldım.

Kuşkuluydum, zira sesi çok Can Yücel’in sesine benzemiyordu.

Düşünmeliydim, koca şairin “çaya kaç şeker alırsın” diye soran “sidikli kontesi” hep yanındaydı, ama dedim ya basiretim bağandı.

Oysa biliyordum. İnternette, o çöp yığınında özellikle Can Yücel ve Cemal Süreya’ya atfedilen onlarca sahte şiir vardı. Hatta bir Whatsapp grubunda o şiirlerden birisini Can Yücel şiiri diye paylaşan bir tanıdığımla bir hayli dalga geçmiştim.

İşte aynı şey benim de başıma geldi.

Mahcubum, utanç içindeyim!

 *

Beni utandıran haberi yeni aldım. Daha önce de söyledim, hiçbir sosyal medya hesabım yok, orada olup bitenleri pek takip etmiyor, o yüzden bir yığın şeyden geç haberdar oluyorum.

Bir arkadaşım hafta sonu bana bir Twitter mesajı gönderdi.

Elif Şebnem Akal adında bir hanımefendi şöyle bir twit atmış:

“Yardım lütfen, ACİL... bugünkü yazısında şiirimi Can Yücel’in şiiri olarak alıntılayan yazar Muhsin Kızılkaya’ya nasıl ulaşırım ve sağır sultanın bile duyduğu bildiği bu durumu nasıl aktarabilirim?”

Meğerse bu şiirin o hanımefendiye ait olduğunu bir ben bilmiyormuşum, tekrar utandım.

Ayrıca Sağır Sultan’ın Allah belasını versin, oysa hiç yanımdan ayrılmıyor; uyarmadı beni hain herif!

Neyse...

Ben kabahatliyim. İki kişiye karşı kabahat işledim. Hem, Twitter hesabının altında “Şair, yazar, yaşam koçu ve NLP uzmanı” diye yazan şiirin gerçek müellifi Elif Şebnem Akal’a, hem de adı geçince sadece “şair” diye anılan Can Yücel’e karşı suç işledim, mahcubum!

O Can Yücel ki;

“Resimde değil sade, şiirde de

Hat-tı müdafaa yok

Sath-ı müdafaa vardır.

Müdafa ettiğimiz satıhsa

Resimde topyekun mekan

Şiirdeyse topyekun kelamdır.”

demiş bir şairdir.

Öncelikle şiirini Can Yücel’e mal ettiğim (keşke benim gibi cühela takımından birisi bir denememi mesela Montaigne’ye mal etse, ne havam olurdu be!) Elif Şebnem Akal’dan özür diliyorum. Kabahat Sağır Sultan’da galiba, ben de bu vesileyle adınızı öğrenmiş bulundum.

Bu şiirin size ait olduğunu, burada ulaşabildiğim herkese duyuruyor ve kendimi Can Yücel’in bütün külliyatını tekrar, sil baştan sindire sindire okuma cezasına çarptırıyorum.

Ben tufaya geldim siz gelmeyin ey ahali!

 *

İkinci özrüm rahmetli Can Yücel’e.

Affet beni pasaklı Şair!

Hatırlar mısınız, 1986 güzü falan olmalı, Bostancı’daki Hatay Lokantası’nda Cemal Süreya’nın, Vedat Günyol’un da bulunduğu bir muhabbette ben de vardım, Vedat Hoca getirmişti beni oraya. Paris dönüşü gemide Vehbi Koç’la tanışmanızla başlamıştınız sohbete, oradan “geç kalırsam eğer Güler beni eve almaz”a atlayıp Vedat Günyol’a, “Vedat seni neden seviyorum biliyor musun, çünkü sevdiklerimiz ortak” demiş, bir bir Fransız Devrimi’nin kahramanlarında anlaşmış, siz “Lenin” deyince Vedat Hoca “onu boş ver” demiş, siz ona kızmış, sonra hep birlikte gülünmüş, ardından nedense laf gelip Peyami Safa’ya dayanınca, o günlerde meşhur “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” romanını okuyup çok etkilendiğimden, siz de muharrire verip veriştirdiğinizden boş bulunmuş, lafınızı keserek, “Peyami Safa’yı yabana atmamak lazım” demiştim. Demiştim de masaya kısa bir sessizlik çökmüş, siz de gözlerimin içine bakarak, “Haklısın delikanlı onu aslanlara atmak lazım” demiştiniz, herkes gülmüş, ben yerin dibine girmiştim.

Şimdi, bu hanımefendinin şiirini size mal ettiğim için ele geçirseniz eğer beni, tutup kolumdan cehalet kuyusunun oralarda bulunan inin cinin top oynadığı bir “yabana” atmazsanız ben şair demem artık size!

Böyle bir suçun, böyle bir cezası olmalı!

Affet beni şair!

Hadi, o şiirin Elif Şebnem Akal’a ait olduğunu bilmiyordum, size ait olmadığını nasıl bilemedim?

Mahcubum size karşı, utançtan kızarmış bir yüzle, özür diliyorum sizden de.

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp