Top
Muharrem Sarıkaya

Muharrem Sarıkaya

msarikaya@htgazete.com.tr

23/01/2020

Seçim neden olmaz...

Erken genel seçimin bu yıl içinde olması ihtimalini görmediğimi dün yazınca, çok soruyla muhatap oldum.

Ağırlıklı bölümü neden böyle düşündüğümü sorguluyor, siyasi partilerin tavırlarında bir netleşme oldu da bunu mu aktardığımı anlamaya çalışıyordu.

Hemen belirteyim, siyasi partilerin tutumları ve oradan edindiğim veriler de bunu söylememdeki bir etken.

Ancak, bütün bunların ötesinde, sakin ve sağlıklı durum değerlendirmesi yapılırsa, neden olmayacağını anlamak da zor değil…

2019’UN TEMİZLİK YILI

Sıralamam gerekirse…

Geçen iki sene bütün siyasi partiler açısından oldukça zor geçti.

Çünkü 2018 Haziran’ında Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimi, 2019 Mart ve Haziran’ında yerel genel seçim ve tekrarlanan İstanbul seçimi yapıldı.

Her üç seçim de hem teşkilat hem de yönetim erkleri açısından gözlemleme, kimin ne denli çalıştığını ve fayda sağladığını görme olanağı verdi.

Yani 2018-2019 yılı siyasi partiler açısından hem iç hem de dış sınama yılıydı.

Sonunda kantara çıkıldı ve herkes ürününün ne çektiğini gördü.

Şimdi bunun muhasebesi yapılacak…

KONGREYLE DEĞİŞİM DÖNEMİ

Yerel seçim bu açıdan muhalefet için fayda getirdi denilebilir.

Ancak muhalefet de elde ettiği bu olumlu dalgayı kendi iç çekişmesinde harcama beceriksizliği gösterdi.

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne çıkan CHP Genel Başkan adayı tartışması bunun en iyi örneği…

Bir diğer neden ise bu yıl 6 partinin de büyük kongresinin veya büyük kurultayının olması…

Özellikle AK Parti, CHP, İYİ Parti ve HDP için 2019’da karşılaştığı sorunları da göz önüne alarak kadrolarını yenileme yılı olacak.

Hatta CHP bunu biraz daha öne çekti daha önce Mayıs gibi planladığı büyük kurultayını Mart sonuna aldı.

AK Parti de bu yıl sonunda muhtemelen gerçekleştirecek ve o da hem kabine hem de parti yönetim erklerini yeniden yapılandıracak.

Her bir kurultay sonrası kadroların yerli yerine oturması için de zamana ihtiyaç var…

Yeni kurulan ve kurulacak olan iki parti de yine benzer şekilde ilk kongrelerini yapmak yükümlülüğünde.

Siyasal nedenler açısından bakıldığında bunlar erken genel seçiminin olmama nedenleri olarak sıralanabilir.

EKONOMİDEKİ DURUM SANDIK GETİRMEZ…

Sosyal ve ekonomik açıdan da benzer bir durum var.

Ekonomideki gidişat belki iktidar açısından çok parlak değil ama muhalefet açısından da o denli kötü gözükmüyor; en azından kontrol altında tutuluyor.

Sosyal açıdan bakıldığında muhalefet henüz, AK Parti’den kaçan seçmeni kalıcı olarak alabilmiş değil.

Seçmen yerel seçimde olduğu gibi bir defaya mahsus geliyor ama sonrasında yuvasına tekrar dönüyor.

Dönmese bile ittifak içindeki diğerinde kalmayı tercih ediyor; ötekine gitmekte hâlâ zorlanıyor.

Lider odaklı oy verme alışkanlığı da en önemli faktör olmayı sürdürüyor.

CHP’NİN MUHAFAZAKAR AÇILIMI

Muhalefet de bir süre önce CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği gibi liberal ve muhafazakar seçmeni getirebilmenin politik açılımıyla uğraşıyor ancak iç dinamikleri henüz çözemediği için zorlanıyor.

Ancak Millet İttifakı olarak muhalefet cephesinin bir şansı var, HDP eski eş Başkanı Demirtaş’ın yazdığı kitap okuma tiyatrosuna eşlerin gitmesinde ayrışmakla birlikte, Kanal İstanbul ve Suriye’den gelen ve gelecek olanlar konusunda benzeştiği için sorunu çabuk aşıyor.

Ancak bunu kalıcı kılıp sahada daha etkin uygulamakta da zorlanıyor.

Konu ve söylemdeki birliğini, henüz ortak icrada uygulama yetisine ulaşmış değil...

PARLAMENTER SİSTEME DÖNÜŞ

Bunun için, son dönem İYİ Parti lideri Akşener’in açıklamalarından yola çıkılırsa, parlamenter sisteme yeni dönüş zemini.

AK Parti’nin teşkilat politikacıları ve milletvekilleri statü kaybından, bürokratik erkleri ise icraat açısından yakındığı bir dönemde muhalefet açılmış kaşa çalışıyor.

Bütün bunlar bir araya toplandığında ise bu yıl içinde kim erken genel seçim beklerse yanılır.

Ama bu demek değil ki 2023’ten önce de olmaz…

*

Önce Kahire açılımı

Libya konusunda ön alan Türkiye, bunu kalıcı bir hale getirip, Doğu Akdeniz’de herkes için adil çözümü sağlayabilir mi?

Aslında, Doğu Akdeniz’deki ülkeler açısından bakıldığında bunun çok zor olmaması gerekiyor.

Hatta bu konuda ilk adımı atan Türkiye’ye karşı bazı ülkeler pozisyon alıyor görünse de aslında kendi bindikleri dalı kestiklerinin de ne yazık ki farkındalar.

Böyle bir durumda Türkiye Doğu Akdeniz’deki önceliğini nereye verir; İsrail ile benzer bir anlaşmayı yapmak için mi güçlü mesajlar yollar...

Yoksa Libya sahasında da ayrı kamplara düştüğü, uzun süredir de arasının bozuk olduğu Kahire’ye mi?

Konuyu dün SBF’de düzenlenen Doğu Akdeniz konulu panelin bir bölümünde tartıştık.

HAKÇALIK İLKESİ

Önce Dışişleri Bakanlığı Deniz Havacılık Genel Müdürü Büyükelçi Çağatay Erciyes herkesi etkileyen önemli bir sunum yaptı.

Türkiye’nin geçmişte Karadeniz’den, Ege’ye uzanan, bugün ise Akdeniz’e inen sorun karşısında adil ve çözüm odaklı tavrını net koydu.

Libya ile yapılan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına (DYAS) ilişkin aklımızda ne varsa yanıtını verdi.

Dikkat çeken cümlesi, yetki alanları belirlenirken Türkiye’nin, ortay hattan daha fazla, “hakçalık ilkesine” göre hareket ettiğinin vurgulanmasıydı.

Yani, bir ülkenin arada küçük bir adası varsa ve mutabakat imzalanacak diğer ülkenin de sınırı oldukça büyükse bu durumda ortay hattın adaya bakarak alınmasının yanlışlığına dikkat çekti.

Mısır ile kendisine Girit’in kendisine bakan tarafındaki boyutunu ortaya koydu.

65 KM UZUNLUK, 1062 KM’YE EŞ Mİ?

Konuya bu açıdan bakınca, bilgi yükü ile panelde hepimizi aydınlatan Prof. Dr. Sertaç Başeren’in de vurguladığı gibi Doğu Akdeniz’in iki başat ülkesi var; biri 1792 km kıyı uzunluğu ile Türkiye, diğeri de 1062 km uzunluğuyla Mısır…

Oysa Mısır, DYAS Mutabakatını Yunanistan ile yapmaya kalksa, esas alacağı yer kendisine bakan tarafındaki 65 km sınırıyla Girit olacak.

Bunun adil bir yanı yok.

Benzer durum Libya için de geçerli.

Libya’nın Akdeniz’e kıyı uzunluğu 1800 km’yi buluyor; oysa aynı mutabakatı Yunanistan ile yapmaya kalktığında, karşısına yine ölçü olarak Girit’in kendine bakan yakası çıkacak.

İkisinin birbirine eş olmasının olanağı yok.

Bu da Libya’nın ciddi kaybı anlamına geliyor; oysa Türkiye ile yaptığı DYAS Mutabakatı ile 39 bin 83.25 kilometrekarelik büyüklükteki deniz kazanımını ülkesine eklemiş bulunuyor.

KAHİRE İLE TEMAS

Benzer durum Mısır için de söz konusu, hesaplamalara göre tam 40.000 kilometrekareyi aşkın denizalanı kazanacak.

Bu alanda ortaklaşacağı muhtemel gaz miktarı ise 220 milyar metreküp.

Mısır böyle bir miktarı sırf bir kişinin siyasi ikbali uğruna yok sayabilir mi?

Bugün yok saysa bile bu coğrafyada bunun siyasi hesaplaşması kendi içinde mutlaka yapılır.

Ancak hemen belirtmeliyim ki bir süredir alt kademeler arasında Kahire ile bu konuda önemli görüşmeler yapılmış.

Aktarıldığına göre Kahire’deki alt kademeler de Ankara ile benzer bakışa sahip...

Peki, Doğu Akdeniz’in iki başat ülkesi mutabakat imzalayıp, Libya sahasında da çözümün önünü açabilir mi?

SURİYE ÖRNEĞİ

Örnek olarak Suriye gösterildi…

Türkiye her ne kadar Esad dolayısıyla Şam yönetimi ile birlikte hareket etmiyor ama bugün bakıldığında Rusya’nın aracılığıyla birçok alanda ortaklığına tanık olundu.

Hatta o denli ki bugün İdlib sahasında M-4 ve M-5 otobanları arasındaki alanın boşaltılmasında ayrı düşmüş olsalar da karşıt tarafta değiller.

Benzer durum Kahire ile neden olmasın?

Çünkü “hakçalık ilkesi” gereği Türkiye kendisine 40 bin kilometrekare daha büyük alan sunuyor.

YUNANİSTAN’IN ADA AÇMAZI

Peki, Yunanistan bunun önüne geçmek için bir adım atıp Mısır ile anlaşma imzalayabilir mi?

Hiç ihtimal dahilinde görünmüyor; çünkü böyle bir durumda Kahire’nin kaybını önlemek için Yunanistan ana kıtasını baz alan bir anlaşmaya imza atması gerekir ki bu durumda Ege’deki adalar konusunda bugüne kadar ileri sürdüğü tüm iddialarını çöpe atması anlamına gelir.

Neden İsrail değil de Mısır derseniz, Doğu Akdeniz’in iki yakasında iki büyük kıyıya sahip devletin DYAS Mutabakatı imzalaması halinde diğerleri buna göre hizalanıyor da ondan…

Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin bu nedenle önünde iki yol duruyor.

Ya kendi ikbali ya da ülkesinin çıkarı...

Devlet adamları ikincisini tercih eder... 

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp