Top
Mehmet Açar

Mehmet Açar

macar@htgazete.com.tr

20/09/2020

‘Evde tek başına’ zombilere karşı

2016 yılında ‘Zombi Ekspresi’ (Busanhaeng) ile zombi filmleri külliyatına kayda değer bir katkı yapan Güney Kore sineması şimdi de ‘#Alive’ (#Saraitda) ile geliyor karşımıza…

Pandeminin ardından zombilerin dünyaya yayıldığı filmler, başlangıçta korku gerilimin bir alt türüydü… Yıllar içinde neredeyse belli başlı bir film türüne dönüştü. Öyle ki, zaman içinde kendi alt türleri dahi oluşmaya başladı.

Senaryosunu filmin yönetmeni Cho Il-hyung’un Amerikalı sinemacı Matt Naylor ile birlikte yazdığı ‘#Alive’ın hangi alt türe ait olduğunu tespit etmek kolay değil. İlk yarısı itibarıyla bir insanın zombilere karşı tek başına mücadele ettiği filmleri andırıyor… Öte yandan, ‘#Alive’ın ana karakteri Oh Joon-wo’nun (Ah-In Yoo) becerikli bir kahraman olduğunu söylemek zor. Türün erken dönem klasiklerinden 1971 yapımı ‘The Omega Men’de, New York’taki dairesinde tek başına yaşayan Neville, salgına karşı verdiği çok yönlü mücadeleyle hayranlığımızı kazanan bir kahramandır mesela... Oh Joon-wo’ya hayran olmak ise kolay değil. Olup bitenler karşısında çoğu zaman şaşkın ve çaresiz kalıyor.

Kaldı ki, filmin hem öyküsü hem alt metinleri Oh Joon-wo’nun beceriksizlikleri üzerinden şekilleniyor. Açılış sahnesinde Oh Joon-wo’yu odasında dijital cihazlarla çevrilmiş bir halde uyurken görüyoruz. Günümüzdeki birçok genç gibi kendine yeten çevrimiçi sanal bir dünyada yaşadığı belli... Odasından hiç çıkmadan büyük maceralar ‘yaşayan’ online bir video oyuncusu Oh Joon-wo… Kurmaca dünyalarda gösterdiği sanal kahramanlıklarda belki çok becerikli ve usta bir oyuncu... Buna karşılık, gerçek hayatta, video oyunlarında gördüğümüz türden bir krizle karşılaştığında ne beceri kalıyor ne ustalık…

İnsanları birkaç dakika içinde zombi benzeri şuursuz yamyamlara çeviren salgının ilk dakikalarında, Oh Joon-wo’nun çevrimiçindeki oyuncu arkadaşlarından biri, canlı televizyon görüntülerinin video oyun grafiği olup olmadığından kuşkulanıyor... Odasından hiç çıkmadan oyun oynayan birinin sanal gerçeklikle fiziksel gerçekliği ayırt edemeyecek noktaya gelmesi çok şaşırtıcı değil aslında.

Dolayısıyla, zombi pandemisi Oh Joon-wo’nun gerçek anlamda yaşadığı ilk büyük macerası değil sadece. Aynı zamanda, yıllarca kendini hapsettiği dünyanın sınırlarını da keşfettiği bir süreç… Özellikle internetin ve sosyal medyanın çökmesiyle, yaşadığı apartman dairesinin fiziksel sınırlarının anlamını belki ilk kez fark ediyor.

Öte yandan, gerçek dünyadaki bir zombi savaşçısı olarak fiziksel becerilerinin sınırlarının da farkına varıyor. Oh Joon-wo’nun evindeki işe yarar nesnelerin golf sopası, drone ve selfie çubuğundan ibaret olması kayda değer bir nokta... Diğer işe yarar nesneler başka evlerden geliyor. Doğa sporlarıyla ilgilenen, evinin dışında bir hayatı olan insanların, krizle baş etme konusunda Oh Joon-wo’ya oranla daha başarılı oldukları kesin.

Oh Joon-wo’nun ailesine yapılan vurgular tesadüfi değil. Aile fotoğrafını simgeleştirmesi ve annesine kavuşma hayali, sadece ailesine olan duygusal bağlılığını göstermiyor. Oh Joon-wo, hâlâ büyümemiş, ergenlikte takılı kalmış genç bir yetişkin. Açılış sahnesinde ne yiyeceğini bile hâlâ annesinin düşündüğünü hatırlarsak ‘evde tek başına’ kalan bir çocuktan çok da farklı olmadığını söyleyebiliriz.

Filmin ikinci yarısında hikâyeye dahil olan Kim Yoo-bin (Shin-Hye Park) ise yaşamını tek başına sürdürme konusunda çok daha yetkin... Dağcılıkla ilgilenen Kim Yoo-bin’in krize karşı daha hazırlıklı olduğu da kesin. Bir doğa sporcusu olarak hayatta kalma, zombilerle savaşma ve strateji geliştirme konusunda, video oyuncusu Oh Joon-wo’ya oranla çok daha becerikli…

Onun filme girişiyle bir kahramanla tanıştığımızı hissediyoruz. Oh Joon-wo’ya onun gözünden bakmak, filme belirli bir ironi duygusu da getiriyor. Oh Joon-wo da onunla birlikte kafası daha iyi çalışmaya başlayan, krizle daha iyi baş eden, daha çok sevdiğimiz bir karaktere dönüşüyor. İkisi arasındaki ilişkide vurgu aşktan veya cinsel çekimden ziyade karşılıklı etkileşim ve dayanışmaya yapılıyor. Özveri her ikisine de iyi geliyor…

Yönetmen Cho Il-hyung, ilk uzun metrajlı filminde seyirlik anlamda gayet iyi iş çıkarıyor. Uzun süre zombilere karşı tek kişinin öyküsünü izlememize rağmen tempoyu hiç düşürmüyor. Apartman dairesindeki hayatta kalma mücadelesiyle zombilerin yarattığı gerilimi yer yer hızlanan bir kurgu eşliğinde sunuyor. İkinci karakterin gelişiyle filmi daha da hızlandırıyor ve aksiyon duygusunu artırıyor. Filmdeki zombilerin metamorfoz anlarının iyi tasarlandığı söylenebilir. Ama genel olarak baktığınızda, ‘#Alive’ın zombi filmlerine kayda değer, ciddiye alınır bir yenilik getirdiğini söylemek mümkün değil.

Çekimleri Covid-19 pandemisi başlamadan hemen önce tamamlanan ‘#Alive’ı baştan sona hiç sıkılmadan seyrettim. Sinema duygusu güçlü bir film olduğunu inkâr edemem ama hiçbir anında çok etkilendiğimi söylemem mümkün değil. Türün gereklerini yerine getirse de dramatik derinlik açısından çok şey vadetmiyor. Finalden sonra üzerinde düşündüğünüzde inandırıcılık açısından da sanki bazı sorunları var. Sonuçta çok gerçekçi bir tür olmaması itibarıyla ‘idare edilebilir’ şeyler bunlar ama elektrikler gittikten günler sonra dahi asansörlerin çalışmasının biraz tuhaf olduğunu söyleyebilirim.

Son olarak, ‘#Alive’ın Güney Kore’deki sinema salonlarında 24 Haziran’da gösterime girdiğini ve ilk gününde topladığı 200 bini aşkın seyirciyle sadece ülkesinde değil, tüm dünyada sinema sektörüne moral verdiğini belirtelim. Ayrıca, 8 Eylül’den bu yana Netflix’in birçok ülkede en çok ilgi gören filmlerinden biri…

6/10

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp