Top
Kadir Kaymakçı

Kadir Kaymakçı

kkaymakci@htgazete.com.tr

11/02/2019

Seyircinin 'Alice'e saygısızlığı!

 

“Yüzümdeki gözyaşları ve donmuş gölcüğün üzerindeki patenler ‘Alice’i heceliyordu…”

Yıllar önce bir kış günü Oxford’da, Chirst Church’te, matematikçi Charles Lutwidge Dodgson ya da bilinen adıyla Lewis Caroll’ın Alice Liddell’i ilk kez gördüğü iddia edilen bahçeye bakarken Tom Waits kulağıma bol hırıltılı bir sesle yukarıdaki satırları fısıldıyordu! 

Önceki akşam Zorlu PSM’deki Alice Müzikali’nin izlemek için metroya doğru yürürken Spotify’da Waits’in, usta tiyatro yönetmeni Robert Wilson’ın 1990’larda Almanya’da sahneye koyduğu ve Alice’i gidebileceği en acayip ‘harikalar diyarı’nda tuhaf bir yolculuğa çıkardığı müzikale yaptığı şarkılardan oluşan, ‘Alice’ albümünü dinliyordum.

Akşam tam akşam olamamış, otomobil farlarının sarı ışıkları yağmurdan kaçmak için hafif kamburlarını çıkarıp hızlı adımlarla yürüyen insanları tuhaf bir gölge oyununun Hacivat-Karagöz silüetleri gibi gösteriyordu. Tam da Tom Waits’in ‘Alice’ şarkısında söylediği gibi “Rüyamsı bir hava”ydı... Korna sesleri, yanıp sönen ışıklar, yanımdan geçen insanların gürültüsüyle başım dönmüş bir şekilde Taksim Gezi Parkı’nın kenarındaki koca delikten içeri girdim...

O koca deliğin sonunda çıktığım dev salonda kocaman bir beyaz tavşan “Geç kaldım geç kaldım...” diye şarkı söyleyip sahnenin üzerinde uçuyordu. Ağzım bir karış açık ona bakarken kulaklarıma, harikalar diyarı için, “Aklına getirebildiğin her şey gerçek...” diye bağıran Tom Waits’in sesini kısıp yerime geçtim...

GÖRKEMLİ BİR GÖSTERİ 

Aylardır konuşulan, haziran ayına kadar biletleri tükenen, 6 başrol oyuncusu, 23 dansçısı, 6 canlı orkestra elemanı, video mapping’den halograma ışık şovları ve dekorlarıyla seyircisini de Alice’le birlikte harikalar diyarına bir yolculuğa davet eden bu görkemli projeye harcanan emeğe saygı duyup şapka çıkarmazsak Allah bizi ‘Mad Hatter’ gibi saat 00.00’a hapseder sonsuza kadar!

Yayınlandığı ilk günden bu yana onlarca tiyatro oyunu ve filme uyarlanan, büyük yazar James Joyce’tan usta aşçı Heston Blumenthal’a kadar farklı farklı alanlarda birçok insana ilham veren Alice’in merakla beklenen bizdeki müzikal ‘yolculuğunu’nun görsel dünyası üzerine harcanan emeğin ‘öyküye’ harcanmamasına üzüldüm doğrusu... Çünkü Alice’e “Deli olmasan buraya gelmezdin, hepimiz deliyiz burada...” diyen Kedi’yi sonunda kadar haklı çıkaran görsel atmosferi ayakta tutması gereken ‘öykü’nün içinin bu kadar doldurulamamış olmasına üzülmemek elde değil...

METİN OYUNA HİZMET ETMİYOR

Alice’i canlandıran Serenay Sarıkaya, kendisi için bu müzikalin cümlesinin ‘Kimsin sen?’ olduğunu söylemiş Milliyet Sanat’tan Asu Moro’ya; bir seyirci olarak oyunun sonunda bu soruya verilmiş bir cevap bulamadığımı söylemeliyim! Oyunun sonunda harikalar diyarının sakinleri çılgınlar gibi dans ederken bu soru havada sallanıp duruyordu.

Lewis Caroll’un, eserin yazıldığı 1800’lerin ortasının İngilteresi’nde, Viktoriya Dönemi’nin baskıcı yönetimine göndermelerle dolu metninin bu tarafı ıskalanıp renkli kostümleri göz alıcı dekoruyla izleyicisini büyüleyen bir çeşit karnaval gibi yorumlanmış. 

Caroll’ın kitabını bire bir uyarlamayıp ‘Harikalar Diyarı’nı Türkçe düşündüklerini, ‘harika saçmalığını’ Türkçeleştirdiklerini, kendi Alice’lerini yaratıklarını ve kendi sözlerini söylediklerini belirten müzikalin yazarları Aylin Alveren ve Murat Uyurkulak’ın metni öyküyü yönlendirmiyor, sahnedeki cümbüşün peşinde oradan oraya sürükleniyor. Sahnedeki oyuncular ve seyirciler gibi metin de kulaklarını ne söylediğine kapatmış bir an önce ‘görsel şovun’ başlamasını bekliyor sanki...

HERKES KENDİ MÜZİKALİNİN PEŞİNDE 

Burada bir parantez açıp Alice Müzikali’nin görselliğinin başarısını anlatmak için şunu söylemem gerek:

Müzikal boyunca, aralarında ünlü isimlerinde olduğu, birçok izleyici cep telefonlarıyla fotoğraf çekip video kaydı yaptı!

Aynı şeyi New York Broadway’de ya da Londra West End’de bir müzikal izlerken akıllarına bile getiremeyecek insanların Alice Müzikali’nin orta yerinde flaş patlatmaya utanmamaları ibretlikti resmen!

Müzikalin başında Enis Arıkan’ın oynadığı ‘Beyaz Tavşan’ın hoş bir espriyle birkaç saniye görüntü alıp telefonların kapatılması uyarısına rağmen Alice Müzikali’nin izlemeye değil, ‘Alice Müzikali’ni izlediğini göstermeye gelen onlarca izleyici Lewis Caroll’un ‘story’siyle değil kendi ‘story’leriyle ilgilendiler!

Bu acayip, saçma saygısızlık ancak bir çeşit ‘harikalar diyarı’ olan ülkemizde yaşanabilirdi zaten... 

SERENAY SARIKAYA'NIN CESARETİ 

Tekrar müzikale dönersek; Tuluğ Tırpan imzalı müzikler ve Nil Karaibrahimgil’in ‘bizim’ Alice için yaptığı iki şarkı daha iyi şarkı söyleyebilen oyuncularla belki bir başka olabilirdi.

Müzikalin en görekemli anlarından biri olabilecek Serenay Sarıkaya ile Şükrü Özyıldız’ın “Gitme sana muhtacım...” düeti de zayıftı maalesef...

Dans bölümleri için söylenebilecek en iyi şey oyuncuların çabasına saygı duyup bir şey söylememek!

Tam da burada bir şey belirtmem gerek. Broadway ya da West End’de böyle görkemli müzikallerin ilk geceleri eleştirmenlere, gazetecilere değil direkt halka yapılıyor. Çünkü aylarca prova yapılsa da seyirci karşısına çıkmak başka. İlk 3-5 gösteride oyuncular rollerine ısınıp, sahnede iyice rahatladıktan sonra oyuncular gazetecilerin karşısına çıkıyor.

Alice Müzikali’nde sahnedeki bazı aksaklıklar bu ilk gösteri heyecanındandır eminim... Birkaç gösteri sonrası oyuncuların daha rahatlayacağını düşünüyorum. Mesela Serenay Sarıkaya’nın gökyüzünde yüzdüğü sahnedeki tedirginliği, kendisini tutacak dansçıları araması, sürekli alnına düşen saçlarını düzeltmeye çalışması tamamen bu heyecandandı bence...

Serenay Sarıkaya’nın bu müzikale ne kadar inandığı ve asıldığını görmemek imkansız... Cesaretine saygı duyuyorum. Ama işte The Favourite filminde “Sevgi dürüstlük gerektirir” deyip rakibesinin aksine Kraliçe’nin yüzüne “Bir porsuğa benziyorsun” diyen Lady Sarah gibi Serenay’a olan sevgimden dans ve şarkı söyleme konusunda daha çok yol alması gerektiğini söylemek istiyorum. (Doğrusu sadece Alice'teki değil bizim tüm oyuncularımızın bu konuda daha çok yol alması gerek…) Bir filmde ya da bir tiyatro oyununda tek bir şarkı söylediğinde kurtarabilir belki ama bir müzikalde başroldeysen ses ve oans olarak daha fazlasını vermen gerek...

'MAD HATTER' ŞÜKRÜ ÖZYILDIZ ROLÜNDE! 

Enis Arıkan ve Ezgi Mola’nın sahnede oldukları her an ışıklarıyla diğer oyuncuları gölgede bırakıyor. İbrahim Selim’in neler oynadığını ve potansiyelini bildiğim için burada biraz hayal kırıklığına uğradım. Geçen sezon ‘Yutmak’taki performansıyla seyirciyi koltuğuna çivileyen Merve Dizdar’ın Alice’deki kara kedisi için sevimliden başka söz bulamadım doğrusu... “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında/ yekpare, geniş bir anın parçalanmaz akışında...” diye havada uçarak şarkı söyleyen kara kediyi görse Ahmet Hamdi Tanpınar ne derdi acaba?

Şükrü Özyıldız belki de tüm Mad Hatter yorumları içinde en az ‘çılgın’ olanını ortaya çıkarmış! O kadar düz oynuyordu ki sahnede ‘çılgın şapkacı’ Şükrü Özyıldız’ı canlandırıyor gibiydi! Bir müzikalde dans etmekle gece kulübünde dans etmek arasında bir parça fark olmalı bence...

Frank Capra, "İlk başladığımda filmde oyuncu ağlayınca dram olduğunu düşünüyordum! Çok yanlış anlamışım oyuncu değil seyirciyi ağlattığımda dram oluyormuş..." demiş. 

Biz de şöyle bir yanlış yapılıyor; oyuncular hep projeye çalışırken, sahnede ne kadar eğlendiklerini anlatıyor. Ama Capra'nın da dediği gibi eğlenmesi gereken biz seyircileriz!

Farkındayım Alice Müzikali’yle ilgili bardağın hep boş tarafını gördüm! Umarım beni, daha iyiye gitmeleri için kendince gördüğü eksikleri söyleyen dürüst bir dostları gibi düşünürler.

"TÜRKİYE ŞARTLARINDA..." 

Oyunun sonunda sohbet ettiğimiz bazı izleyicileri müzikalle ilgili söyledikleri şeyler arasında en çok dikkatimi çeken, cümlelerine “Türkiye şartlarında...” diye başlamaları oldu: "Türkiye şartlarında, bizim ülkemiz için çok başarılı..."

İyi bir şey söylenmiş gibi görünse de aslında ortaya konulan işi aşağılayan bir tavır var bu cümlede.

Alice Müzikali’nin bence en büyük başarısı işte bu, içinde ortaya çıkan işi pek beğenmeme ifadesi barındıran, “Türkiye şartlarında...” diye başlayan cümleleri bitirme yolunda ilk adımı atma cesaretini göstermiş olması.

Bizim, 'Alice' ilerleyen günlerde 'harikalar diyarı'nın hakkını verecektir. Onun girmeye cesaret ettiği yoldan o 'diyara' gitmek için yeni müzikallerin gelmesi en büyük dileğim... Broadway'den, West End'den Türkiye'ye turneye gelen müzikaller gibi bizim müzikallerimizin de bir gün oralara turneye gideceğine eminim...

TEK DÜŞÜNDÜĞÜM ALICE

Işıklar yanıp oyuncular seyircileri selamlarken, kulaklıklarımı takıp Tom Waits’in peşinden kendi harikalar diyarıma doğru yolu çıktım... İnsanın kalbini parçalayan bir dikenli teli andıran sesiyle, “Saçların gelgitte salınan çimen, penceremdeki yağmur damlaları, içkimdeki buz ve benim tek düşündüğüm Alice...” mırıldanıyordu..

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp