Top
Ayşe Özek Karasu

Ayşe Özek Karasu

akarasu@htgazete.com.tr

27/07/2020

NSU 2.0’ın ölüm tehditlerindeki kadın düşmanlığı

Almanya’da Nasyonal Sosyalist Yeraltı terör örgütü NSU “2.0” sürümü ve ölüm tehditleriyle yeniden sahnede. Fakat örgütün dirilmesinden daha büyük problem, hedef aldığı siyasetçi, avukat, sanatçı ve gazetecilere ait kişisel bilgilerin Hessen eyaletinde polis bilgisayarlarından araştırılmış olması. Federal savcılık emniyette aşırı sağ örgütlenme şüphesiyle soruşturma başlattı.

Daha da büyük problem ise “NSU 2.0”ın bir aşırı sağ terör hücresi olarak, sol siyasete mensup yüksek profilli kadınları hedef alması ve ölüm tehditlerinde ırkçı ambalaj içinde cinsiyetçi hakaretlere varan kadın düşmanı bir dilin kullanılması. Aynı, 77 kişiyi katleden Norveçli cani Andres Breivik’in 1500 sayfalık deli saçması manifestosunda gördüğümüz kadın nefreti gibi. Veya geçen yıl Yeni Zelanda’daki cami saldırısında 51 can alan Brenton Tarrant’ın sapkın zihnindeki “doğurgan Müslüman kadın” düşmanlığı gibi.

TECAVÜZ, İŞKENCE VE ÖLÜM TEHDİTLERİ

Almanya’da sekiz ayrı eyalette 27 kişi ve kuruluşa NSU 2.0 imzalı 69 ırkçı nefret içeren mektup gönderildiği belirlendi.

Ölüm tehdidi alan kadınlar arasında Sol Parti’nin Hessen ve Berlin meclis grup başkanları Janine Wissler ve Anne Helm; Sol Parti milletvekilleri Helin Evrim Sommer ve Martina Renner ile avukat Seda Başay Yıldız ve stand-up’çı İdil Baydar da var. Mektup içeriklerini direkt bilmiyoruz ama Anne Helm’in anlatımıyla “Tecavüz ve kadın bedenine yönelik aşırı güç kullanımına dair tehditler” savruluyor; “Tehdit eden kişilerin, kadınları toplumun hizmetkarı gibi gören faşist bir dünya görüşüne sahip oldukları anlaşılıyor” diyor Helm.

NSU 2.0'ın hedefindeki kadınlar: (sol üstten) İdil Baydar, Seda Başay Yıldız, Helin Evrim Sommer, Anne Helm, Martina Renner, Janine Wissler.

Kürt Alevi bir aileden gelen Helin Evrim Sommer daha önce de hem Türk milliyetçilerden hem de Alman aşırı sağından tehditler almıştı. Şimdi de NSU 2.0 imzalı mektupta “kadın bedenini aşağılayan, cinsiyetçi ve galiz hakaretlere” uğruyor; “Senin de sonun Walter Lübcke gibi olacak” diye tehdit savruluyor. Hıristiyan Demokrat Birliği’ne (CDU) mensup eski Kassel Belediye Başkanı Lübcke geçen yıl bir Neo-Nazi tarafından, Merkel’in göç politikasını desteklediği gerekçesiyle öldürülmüştü.

Kadın kimliği vurgulanarak ölüm tehdidi alan Seda Başay Yıldız ise NSU davasında örgütün katlettiği Türklerin aileleri adına müdahil avukat olarak boy gösterdiği için hedef tahtasında. 2000-2007 yılları arasında sekizi Türk, biri Alman, biri de Yunanlı on kişinin öldürülmesi ve bombalı saldırılar ile banka soygunları suçlamalarıyla görülen davada baş sanık Beate Zschaepe müebbet almış, dört sanık da yardım ve yataklıktan 10 yıla kadar hapis cezalarına mahkum olmuştu. Asıl failler Uwe Böhnhard ve Uwe Mundlos ise soygun sonrası intihar ettiği için yargılanamamıştı.

Alman siyaset bilimciler, ırkçı terörün kadınlara yönelik tehditlerini “aşırı sağ ideolojinin önemli bir bileşimini oluşturan kadın nefreti ve anti-feminizmin dışavurumu” olarak değerlendiriyor. Giessen Üniversitesi’nden Alexandra Kurth, “Bu kamuoyunda açıkça gündeme gelen bir mesele değil. Ancak şu son tehdit dalgasında hedef alınan kadınların politik duruşu, aşırı sağın düşman algısıyla örtüşüyor. Failler belli ki, bu kadınların aşırı sağa karşı aldığı tavır nedeniyle özellikle ajite oluyor. Aşırı sağ dünya görüşüne göre kadının asli görevi anneliktir. Bu anne modeline uymayan kadınları aşağılıyorlar” diyor.

Aşırı sağ eril zihniyetin kadınları tahakküm altına alarak egemenliği tesis hıncı da cabası. Irkçılığa karşı toplumun yükselen sesi olmaları besbelli hastalıklı zihinleri iyice tetikliyor. Topluma hitap eden o sesler sadece sol siyasetten de yükselmiyor. Örneğin “Jilet Ayşe” tiplemesiyle bilinen komedyen İdil Baydar ırkçılık ve ayrımcılığı eleştirip toplumun önyargıları hicvediyor.

Kadın kimliği ve bedenini aşağılayan, kadınlara bedensel bütünlükleri üzerinden gelen bu tehditlerin ciddiye alınması gerekiyor. Sol Partili Sommer, “Onların algısına göre modern, liberal ve mücadeleci kadınların ya hizaya gelmesi ya da cezalandırılması gerekiyor. Bu kadar tehlikeli olmasalar, zavallı yaratıklar der geçerdim” diyor.

ÖLÜMCÜL BİR İDEOLOJİ OLARAK KADIN NEFRETİ

Almanya’da bugüne kadar Neo-Nazi terör saldırılarında ölenlerin büyük çoğunluğu erkek. Ancak aşırı sağın şiddet eylemlerinde ölen kadınların sayısı 2000’lerin başından bu yana yüzde 20 oranında artmış. Aşırı sağ terörün global çehresi, manifesto ve videolarda kadın düşmanı içerikle kendini gösteriyor.

Geçen yıl ekim ayında Almanya’nın doğusundaki Halle kentinde sinagog basmaya çalışıp sokaktaki iki kişiyi öldüren saldırgan Stephan Balliet, eylemini şu sözlerle canlı yayınlamıştı: “Batı’da doğum oranlarındaki düşüş ve göçmen akınının nedeni feminizmdir. Bu problemin kökeninde de Yahudiler vardır…” Sonra da 2018’de Toronto’da sekizi kadın on kişiyi öldüren Alek Minassian’ın anısına (!) bir şarkı çalmıştı.

Anders Breivik, Nazi selamıyla mahkemede.

2011’de Oslo ve Utoya Adası’nda, çoğu sosyal demokrat bir gençlik örgütünden olmak üzere 77 kişiyi katleden Breivik de 1500 sayfalık manifestosunda, “Feminizmi, geleneksel cinsiyet rolleri ve ataerkil düzeni bozmakla” suçluyor, toplumsal ve kültürel değerlerde Karl Marx’la başlayan erozyonun Betty Friedan gibi feministlerin teorileriyle en ileri aşamaya geldiğini yazıyordu. Bu patolojik zihniyete göre “Batı Avrupa’ya egemen olan güç artık feminist ideoloji ve bunun sorumlusu da modern kadındı.”

Aynı Breivik gibi, Yeni Zelanda Christchurch’te camide katliam yapan Brenton Tarrant’a göre de bazı karanlık güçler Batılı beyaz kadını feminist ideolojiyle özgürleştirip doğum oranını düşürmek için komplo peşindeydi. Tarrant bahsinde özellikle de İslamcıların hedefi Batı’nın demografik yapısını değiştirmekti. Manifestosuna şöyle başlıyordu Tarrant: “Bu doğum oranlarının mutlaka değişmesi gerekiyor. Avrupalı olmayanları hemen yarın buralardan sürmediğimiz takdirde, Avrupalılar ölüp yok olacaktır. Batılı erkeklerin radikalleşmesi kaçınılmazdır…”

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp