Top
Ali Esad Göksel

Ali Esad Göksel

aliesadgoksel@htgazete.com.tr

28/09/2019

'Simit'i tasarlamak

 

Biliyorum ama haydi usulen sorayım:

“Türkiye’de doğup da, hatta bırakınız doğmayı …

Bir süre yaşayıp da simit yemeyen, yememiş olan olabilir mi?"

 

İddialı oldu farkındayım...

Ama bu böyle.

Böyle olduğuna inanıyorum.

Köylü, kentli fark etmez.

Zengin fakir. O dahi fark etmez.

Dahası nesiller farkını da geçiniz.

Yaşlı ya da genç, orada da fark yok.

 

Hatta çocuk? O daha bile iyi.

Çünkü galiba simit yemenin en iştah açıcı hali, muaşeretten uzak olanı.

Yani görgü kurallarından azade hali.

 

Simit, hele taze ve iyisi, o naif hali ile herkesin göz bebeği değil midir?

On beş yıl kadar oluyor: Simit bir fast-food metaı olmaya yüz tuttu.

O denendi bu denendi sonunda şu noktaya gelindi.

 

Simide bir şeyler eklemek nasıl olur.

Orada bir yerde uzlaştık. Ama bence sona gelmedik.

Henüz söylenecek çok söz olduğu kanısındayım.

Ne yapılmalı? Yaratıcı fikirleri işitmeliyiz.

Aşçılarımızın kafa yorması lazım. Yeni fikirler. Yeni tasarımlar…

 

MECLİS-İ MEBUSAN  RIHTIMI

 

Eminim hatırlayanlar çıkacak.

Eskiden taş simit fırınları vardı.

Her semtte, ayrıca başlıca merkezlerde, şöhretli fırınlar.

İnsanlar, meraklılardan söz ediyorum, oraları bilir, tavafı azaltmazlardı.

Sık sık uğranır, kontrol edilirlerdi.

Aslını isterseniz kontrol karşılıklı gibi idi.

Bir çeşit bağlılık sağlaması. Fırın yerinde midir?

"Kalite tam mıdır"ın cevapları alınır?

Ayrıca müşteri berdevam mı, o da beyan olunurdu.

Çok insan biliyor, hatırlıyorum:

Gece evlerine dönerken geç, ya da tam tamına diyelim, çok erken saatlerde gözde fırınlarına uğrar, simitlerini alırlardı.

Bunlar kim idi? Başta dedi idik ya.

Öyle bunlar “sosyete” idi, ya da “fakru zaruret” simit ile nefis köreltirdi demek zor…

Çünkü aynı fırının çeşit çeşit müşterisi olduğu hiç de nadirattan değildi.

Mesela Tophane Yokuşu’nda, çıkarken soldaki fırın:

Ben orayı Güzel Sanatlar Akademisi günlerimden beri bilirdim.

Biz o sarayın rıhtımında, az mı “sultanlara–mebuslara” layık simitler yedik.

O günler hiç geçmeyecek, bitmeyecek sanmış idik…

 

İKRAM ADABI

 

Bir şey daha.

Aradan o kadar zaman geçti.

Her şey, ama her şey değişti:

“Değişim esastır”.

Öyle deniliyor ya…

Ama simide olan aşkımız değişmedi.

Bugün dahi simide direnemiyorum.

Oluyor ya, acelem varsa, simit alıyor, bir yere gitmekte isem, elimde simit, taksiye biniyorum.

Belki ayıp ama. Acele işte.

Elbette şoförden özür dileyip, soruyorum: “İkram edebilir miyim?”

Bitti mi? Hayır. Zaten esas anlatacağım da şu: Bazen arabaya biniyorum.

Şoförün elinde bir simit.

Belli ki yemek niyetine.

Özür dileyip soruyor: “Alır mıydınız?”.

Bu muadiliyetin kıymetli bir toplumsal zamk olduğunu söylemeye ne hacet?

Peki durduk yerde, nereden çıktı bu simit faslı?  

Bu ezeli sevdamı televizyonda dönen “simit yemekte olan kız çocuğu” filmi ateşledi.

Elbette hemen Artun Ünsal’ın kitabına el attım.

Ünsal şimdi yanmış olan Galatasaray Üniversitesi Sahil Sarayı’nda ders verir idi.

“Susamlı Halkanın Tılsımı” kitabını kaleme aldı. Artırdığı zamanlarda...

Allah selamet versin…

Artun’un şimdilerde emeklilik zamanında neler neler yaptığını pür merak beklemedeyim?

DÖRT KİŞİDEN

 

Ünsal’ın “Halka” kitabından:

“Türkler için simitsiz bir yaşam düşünülemez.

Ülkemizde günde kabaca 2.5 milyon adet simit tüketiliyor.

Toplam simit satışının yüzde 60’ı İstanbul’da gerçekleşiyor, ardından Ankara geliyor.

Doğal, bu iki ilimiz Türkiye’nin en kalabalık nüfusuna sahip.

Günde yaklaşık 1.5 milyon adet simit satılıyor İstanbul’da.

30’e yakın simit fırınının bulunduğu ve lezzetli simidinin tadını başka hiçbir yerde bulamadığınız, bulamayacağınız bu kentte her gün tüketilen simitlerin yaklaşık 1 milyon adedi sokak simitçileri ve açık mekânlarda satılıyor.

Geri kalanı ise pastane ve benzeri kapalı mekânlarda, örneğin Simit Sarayları ve benzerlerinde üretilen ve tüketilen simitler.”

 

KANDİL RAMAZAN SİMİTLERİ

 

“Önce Eyüp, ardından Rami’de fırıncılık yaptıktan sonra, 1936’da Üsküdar’a gelen Necmettin Usta, bu kez sade simit, çatal ve börek yapan bir fırını satın almış.

Dostları ona, “Simidin dört kandili, bir ramazanı var, korkma” demişler.

“Ama tezgâhtan göbeğini çekmeyecen.

Ekmeğin hesabı bellidir de, simidinki bilinmez.

Eğer dükkânda durmazsan, tezgâhtarlar çalar” diye uyarmışlar.

Sonrasında yeniden ekmek fırıncılığına soyunan Necmettin Usta’dan, İstanbul’un geleneksel kazan simidinin tarifini veriyor.

PEKMEZLİ MAHLEPLİ

 

“Kazanın içinde pekmez var; şeker–su kaynar fokur fokur.

Kalfa hamuru yoğurur.

Simit hamuru ekmek hamurundan set olur; ekmek unundan, ama kuvvetli undan yapılır.

O zamanlar ‘Papaz’ marka bir yaş maya vardı; simide, paskalya çöreğine onu kullanırdık.

Kalfa hamuru yoğurur, bekletir, mayasına göre 10–15 dakika.

Hamur gevşeyince tamamdır.

Sonra kalfa yardımcısı hamurdan parçalar koparır, birer simitlik; halka yapar biriktirir.

Kazanın içine 8-9’ar, 10’ar atar. Simit de biraz fokur eder, kaynar suda.

Hamur yumuşayıncaya kadar kazanda 3–5 dakika kalır, sonra sopayla çıkartılır.

Sopaya takılı hamur simitler ıslak ıslak fırının önündeki tezgâhta duran kanaviçe çuvallar üzerine atılır.

Kanaviçe hamurun suyunu çeker.

Sonra, çuvaldan alınan çiğ susama atılan halkalar ince küreğe yerleştirilir, halkalar düzgünleştirilir.

Bir küreğe 15–20 simit konur, fırın tuğlasının üzerine atılır. O zamanlar pişmiş simidin 24 tanesi 1 kilo gelirdi.”

Pekmez deyip geçmeyelim:

Geleneksel İstanbul simidine o altın rengini ve karameli çağrıştıran kendine özgü lezzeti veren odur.

Sade pekmez mi?

Reşad Ekrem Koçu’nun da vurguladığı gibi, simidiyle ünlü Beylerbeyi Fırını'nda, simit hamuruna ‘az

mahlep, az pekmez’ katılırdı.”

 

EVDE SİMİT YAPMAK

 

“Malzeme:

1kg “simitlik un”, 20 gr yaş maya (eğer kuru maya kullanacaksanız 5 gr yeter), 15 gr tuz, su, üzüm pekmezi ve simitlik susam.

Hazırlanışı:

Unu ve tuzu bir hamur yoğurma kabına koyunuz.

Ortasına “havuz” yaptıktan sonra, sıcak suda erittiğiniz mayayı ve yeterince suyu katıp hamuru “kulak memesi kıvamı”na gelene dek yoğurunuz.

Mayalanması için 15 dakika kadar bekleyiniz.

Ardından, elinizle hamurdan parçalar kopartıp tezgahın üzerinde ince uzun çubuk biçiminde yuvarlayınız.

Yaklaşık 20-25 cm uzunluğundaki bu çubukları (fitil) çifter çifter birbirine ekleyip burgulayarak yuvarlayınız.

Sonra iki ucunu birleştiriniz ve elinizle hafif bastırarak eklenti yerlerini de yuvarlayınız.

Bir kapta, pekmez ve suyu karıştırınız.

Yaptığınız halkaları bu pekmezli suyun içine batırınız ve hemen, önceden bir tepsiye döküp yaymış olduğunuz simitlik susam tanelerine her bir yanını bulayıp bir fırın tepsisi üzerine yerleştiriniz.

200 derece ısıdaki fırında 25-30 dakika tutunuz, üzerleri kızarınca dışarı alınız.”

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları