Top
Ali Esad Göksel

Ali Esad Göksel

aliesadgoksel@htgazete.com.tr

15/03/2019

Rüzgarlı tepeler...

 

Biliyor musunuz? İstanbul’da içinde bir bina var ki… 

İçinde rüzgarlar esmekte: Suna Kıraç Vakfı Pera Müzesi.

Aman ha! Sakın ola kaçırmayasınız…

An itibari ile nefes kesici bir sergiye evsahipliği yapmada

 

Bakın bu sergi bir şans: İki gününüz kaldı.

Ne yaparsanız yapın. Mutlaka görün…

Önünüze gelmiş sıradışı talihi yakalayın:

“Parajanov” ve de “Sarkis ile Erkmen” .

 

Pera Müzesi Müdürü dostumdur.

Kendisinden ilk kez bir isteğim olacak.

Sevgili Özalp Birol: ”Bu sergiyi uzatmalısınız.

Hiç olmadık bir ay daha, rica ediyorum!”

 

Şayet görmeyen, göremeyen kaldı ise…

Yerli ya da yabancı. Tut ki yüz kişi daha…

Bu “kusursuz fırtınadan” sarsılmadan çıkmak?        

Emin olun bu sergi onların da yaşamına değecek.

 

Sergi’nin ana direği “Parajanov”.

Sinemacı. Eski lisan ile böyle denilmekte.

Sinemaya gönül koymuş.

Ama uçarı, rüzgarlı bir ruh.

 

Zaten kendi anlatıyor:

Sinema yapmama fırsat vermediler…

Eee küstü mü? Hiç olur mu canım?

Kabına sığamıyor ki, köşesine çekile…

 

“Ben de kolaj yaptım!”

Tamam mı? Ya sinema hülyası?

Hele az durun. Nefeslenin.

Muradın okkalısı gelmekte:

 

“Kolaj sıkıştırılmış filmdir!”

Söylenecek çok söz var… Neden mi? 

Çünkü aslında sıkıştırılmış olan bu sergi…

Parajanov ile müsemma sıkışıklık ya…

          

Sarkis’i benzersiz kılan ne? 

Ve elbette Erkmen:

Ne için çok önemli?

Bu sıkıştırılmış yumağı açıyorlar.

 

İpi koparmadan, sabırla çekerek.

Yılmadan, izini sürerek önümüze diziyorlar.

Sanatın hayata tuttuğu bir ışık bu.

Biliyorsunuz: Yumak açmak sürprize tabidir.

 

Kendinizi “olmuş” üzerine “isim babası” olma “yarış pistinde” buluyorsunuz.

Acıların da, sevinçlerin de herkese ait olabildiği ortak bir coğrafya burası.    

Keşke kucaklaşsak, vicdan fukaralığına  mutlak bir set çekebilsek.

Sanatın sebebi mevcudiyeti ne? Kavramakta güçlük çekene haykırmak! 

 

“Parajanov”, “Sarkis” ve “Erkmen”

 İstanbul’da , Pera Müzesi’nde..

 Söz ise  Sarkis’ te...

 

 

 ”Kaftan! Kaftanı bu sergideki işlerin merkeze alınabilecek işareti olarak gördüm.

Alt katta Parajanov’un, üst katta senin kaftanların. Sergiye “duvardan kaftan”ın eteklerinin içinden giriliyor. Belinin iç kısmındaki metinler girenin iki yanını sarıyor ve izleyici tam karşısındaki Parajanov’un kaftanıyla başbaşa kalıyor.

Kaftanı bir “yem” olarak kullanıp, izleyiciyi duvardan kaftanın eteklerinin içinden bir kuyuya çekmek, soktuğum bir mağaranın içinden geçerek bulacağı pırıltılar içindeki bir hazineyle karşı karşıya bırakmak istedim.”

 

”Duvardan Kaftanın iki kolundan görünenler Parajanov’un işlerinden parçalar. İstenirse kolların birinden girilerek ulaşılabilir işlere, istenirse kaftanın başından! Üstlerinde kendinden başka hiç bir şey taşımayan kaftan duvarlarından çıkıldığında mekanın dört bir yanını saran Parajanov’un işleri karşılıyor izleyiciyi.”

 

Parajanov’u sergilemek için buluştuk Bülent. Senden Erivan’daki Parajanov Müzesi’nden gelecek yapıtların sergilenmesi, benden de Parajanov’a dönük yapıtlarının sahnelenmesi istendi. Sen alt kattaydın,  ben üst katta. Parajanov’un adı ve iki kat arasındaki asansör bizi birleştirdi. İki ayrı konseptle kurulmuş “bitişik” bir sergi bu, çok nadirdir!”

 

Aslında bu sergi seninle birlikte olduğumuz ilk sergi! Sen kendi mekanında herşeyi hazırlayıp –sergi kitabı dahil– Zaven’i bekledin. Burada “sergi küratörlüğü” Zaven/Bülent’e ait bence. Olduğum kat, alt katın “kontrpuan”ı oldu. Yerinde doğdu sergi! Konsepti veya partisyonu belleğimde hazırdı, icra yerinde oldu. Geometriyi hep kırarak ilerledim. “Sayat Nova”nın tüm sekanslarını aynı anda yaşatarak, doğumu ve ölümü birlikte yaşatarak! Sabahın, öğlenin, akşamın ışığını davet ederek!”

 

"Kaftan duvarlarını çevreleyen mekanın duvarları, düzeni olmayan bir ritm içinde yanyana, altalta, üstüste yerini alan Parajanov’un hareketsiz işleriyle, hareketli işleriyle, aralardaki yazı parçalarıyla kaplı.”

 

”Hareketsiz işler ağırlıklı olarak film yapmasının yasaklandığı döneme, o onbeş yıla ait. Hareketli işler de beş filminden, “Unutulmuş Ataların Gölgeleri”, “Suram Kalesi Efsanesi”, “Narın Rengi”, “Aşık Garip” ve “Pirosmani Teması Üzerine Arabeskler”den seçtiğim sahneler. Parajanov’un film yaparken resim/kolaj/yerleştirme yaptığını da gösteren sahneler. Her bir ekranda bir tane kareografik sahneleme kendi sesiyle sürekli tekrar ediyor.”

 

"Senin sunuşunda ziyaretçilerin bilmediği bir durum var; Ermenistan-Türkiye sınırı kapalı olduğundan Parajanov’un yapıtlarının gelişinin gecikeceği düşüncesiyle senin “sahne”yi önceden hazırlaman! Nitekim son anda gelen yapıtlar kendileri için hazırlanmış yuvalarına kavuştular. Her zorluk bir dil yaratır, bir şekil doğurur. Herşeyi hazırladıktan, yapıtlar son anda geldikten sonra kendini geri çekip sahneyi Parajanov Müzesi Müdürü Zaven’e bırakman çok güzeldi.”

 

"Hep doğuştan söz ediyorum: benim “ikona” diye adlandırladıklarımın doğuşları şöyle olur çoğunlukla; ilkin bir çerçeve vardır, çerçeveyi yaşamış bir mekan olarak ele alırım, katkım bu mekanın içinde doğar; bu mekan/çerçevelerin geçmişleri vardır: Rum, Ermeni, Osmanlı, Hint…; bu sergi için seçtiğim Rum, Ermeni, Osmanlı çerçevelerinin içinde doğanlar gibi.”

 

"Bir de çerçevelerini yitirmişler var, mekanlarını yitirmişler gibi, onlara bir çerçeve/mekan yaratırım, o çerçevesi pirinç taneleriyle yapılmış olanı gibi.“

 

”Her bir yapıtı saran, kendi içine alan “çerçeve kutu”, içine aldığı yapıta kendi mekanını yaratma imkanı veriyor. Her yapıt bu “çerçeve kutu”yla kendi sınırını çiziyor, bağımsızlaşıyor, daha çok kendi oluyor.”

 

Parajanov yapıtlarının baktıkça “kıpırdıyor” gibi görünme haliyle, ekranlardaki film parçalarının tekrarlayan küçük hareketlerle kıpırtısı ve açıklama metinlerindeki dil değişikliğinin kıpırdanmaları mekan duvarlarının dört bir yüzeyinde birleşsin, kıpırtılar “pırıltı”ya dönüşsün istedim.”

 

 

”Parajanov Müzesi’nden gelen 76 yapıttan biri de Parajanov’un “Perde”si. “Perde”, sergide perdeliğini hatırlayıp birleşik iki mekanın arasını örtüyor! İki katı birleştiren ara boşluktan da senin 11 ekranda oynayan “Sayat Nova” sesleri birleşip üst kattan alt kata sızıyor!”

 

”Zaven o eldivensiz elleriyle(!) evinin oturma odasında çalışıyor gibi okul çocuğu heyecanıyla Parajanov’un yapıtlarını senin hazırladığın yerlere yerleştirdi. Aslında böyle çalışma dili Parajanov’dan geliyor, “kolajla düzenleme” diliyle Parajanov’un yemek yapma şekli birbirleriyle yakındır. Ellerini hissedersin Parajanov’un, ellerinin kokusunu da!”

 

"Çok uzak bir anımı dile getirmek isterim. İlkokul birinci sınıfında Ermenice yazı hocamın kıllı parmaklarını kafama vurur gibi masaya vurmasını, burnumu parmaklarının altındaki kelimelere sürtercesine öğretmesini, o parmak kokusunu hala hatırlarım! Aslında Parajanov’un “Sayat Nova”sı da böyle yapıştı bana, mesafeli olamazsın Parajanov ile!”

 

"İşte, bana verilen mekanın böylesine duygularla dolmasını istedim. Anların, günlerin, yüzyılların beraber yaşadıkları duyguların doğuş yeri gibi. Parajanov ile 30 yıllık yaşanmışlığımı veriyorum ziyaretçilere bu mekanda.”

 

 

”Parajanov’un biyografik bilgileri ve fotoğrafları ayrı bir mekanda yer alıyor.

“Sergey Parajanov: İsyankar” isimli belgesel filmi de bu mekanda.”

“Suram Kalesi Efsanesi”ni seyrederken farkettiğim bir sahnede ise Parajanov oynuyor. Kıvrak el ve bel hareketleriyle hem oynuyor, hem de Azerbaycan Türkçesiyle “Her işim her emelim hile fırıldaktır benim” şarkısını söylüyor, bütün hınzırlığıyla!”

”Bu mekan oldukça loş. Aydınlatma yazıların okunacağı, fotoğrafların görüleceği kadar! Yazıları okuyan, fotoğraflara bakan izleyiciye mekan boyunca nerden geldiği belli olmayan çeşitli kuş sesleri eşlik ediyor.”

  

Ve bu mekanın sonunda bizi kendi kafesinin üstüne oturmuş kuş şapkası, belden yukarısındaki çıplaklığını örten sarı çiçeklerle gözlerini kendisini izleyene dikmiş Parajanov bizi uğurluyor!

Sence Sarkis?”

”İstediğim bir şey olamadı, ziyaret saatlerinin bitiminde yerleştirmemin sesi, görüntüleri, ışıkları kesildi, oysa bir sergi gece gündüz yaşamalı bence!

Müzenin kapalı olduğu gün ve saatlerde sergilerin niçin ışıkları kesilir, sesleri susturulur, yapıtlar karanlıkta konuşamasınlar (!)  diye mi? Mesela benim Paris’teki atelyemde her zaman bir ışık yanar, gece gündüz. Müzelerin hakikaten bunu düşünmeleri lazım: Yapıtlar hep aralarında konuşabilsinler diye doğmuştur.”

”Parajanov’un en hasta, en son halini gösteren siyah beyaz şeffaf bir fotoğraf, kalbinin üzerinde bal sarısı renkte benim bir parmak izim var. Çerçevesinin ışığa ihtiyaç duyduğu bir XIX. asır vitrayı ki bu başlı başına bir “ikona”dır; ancak bu sergi için bu ikonaya ışık versin diye gökkuşağının 7 rengindeki neonla yazılmış Parajanov’un Ermenice imzası yanar.Parajanov değildir asıl adı: Sovyet döneminde Sarkis Paradjanian’ın adı Serguei Parajanov olarak değiştirilmişti.”

"Aslında bu sergi Parajanov için yapıldı, İstanbullular Parajanov’u tanısınlar, sevsinler diye yapıldı.

“Islak bir sergi” bu! “Islak”mı sence Bülent, yoksa “ıslak ve sıcak” mı?”

 

       

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları