Top
28/07/2020

Akdeniz hidropolitiği

Hidropolitik ülkeler arasında su kaynaklarının kullanımı nedeniyle ortaya çıkan çıkar ilişkilerini değerlendiren, sudan yararlanmaya dönük sosyoekonomik, politik ve hukuki içerikli politikaları inceleyen bilim dalıdır. Diğer bir ifadeyle ülkeler arası su kaynaklarının paylaşımı ve kullanımı çerçevesinde ortaya çıkan politik ilişkiler ve olayları ifade eden bir terimdir.

Günümüzde son derece karmaşıklaşan bölgedeki güç mücadelesinde Türkiye’nin Akdeniz Hidropolitiği, bize dayatılmak istenen emperyalist planların sebebini de açıklayabilir. Üç safhada inceleyebileceğimiz Hidropolitik sürecin yakın geçmişine bakacak olursak birinci safhanın fiilen 2003 yılında başladığını söyleyebiliriz.

GKRY’nin 2003’te Mısırla, daha sonra 2010 yılında İsrail ile yaptığı Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmalarının Doğu Akdeniz’de tek taraflı paylaşım için atılan somut adımlar olduğu görülür. Zaten Yunanistan’ın 1950’li yıllardan itibaren Ege Adalarının kıta sahanlığı olduğu iddiasıyla Girit-Kıbrıs hattını birleştirerek Doğu Akdeniz’in tamamında egemenlik kurma çabalarının olduğunu biliyoruz.

Ancak bunun fiiliyata dökülmesi 2003 yılına rastlar, zira bu yıldan itibaren Yunan-Rum ikilisinin sahada egemenliğini arttırma çabasının merkezini enerjiye sahip olma düşüncesi almıştır.

Daha sonra Kıbrıs adasının güneyindeki alanlar GKRY tarafından parsellenerek uluslararası petrol şirketlerine ihale edildi, tabii ki gelen petrol şirketleri arkalarında kendi ülkelerinin devasa askeri güçleriyle, savaş gemileriyle, uçaklarıyla geldiler. Doğu Akdeniz bir anda barut fıçısına dönüştü.

Peki, bu arada Türkiye ne yaptı dersiniz, PKK’sıyla, FETÖ’süyle, IŞİD’iyle, PYD-YPG/PKK’sıyla, darbeci vesayetçilerle, bunların destekçileri olan dışarıdaki şer güçlerin yerli işbirlikçileriyle boğuştu durdu. 

Arap yangınının da etkisiyle dağılan, adeta tarumar olan Irak-Suriye ve Ortadoğu’daki pek çok ülkeden kaynaklanan travmatik riskler, büyüyen iç sorunları daha da arttırdı.

DOĞU AKDENİZ'İN HİDROPOLİTİĞİNİN ÖNEMİ

15 Temmuz hain darbe girişimi ve TSK’nın Suriye’deki IŞİD-PKK/PYD kamplarına girmesi, yaşanan toparlanmayla birlikte 2018 yılında Akdeniz’de sismik araştırmalar başladı ve 31 Ekim 2018 tarihinde de ilk sondaj gerçekleştirildi. Devamında 27 Kasım 2019’da Türkiye-Libya “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması” anlaşmasıyla Türkiye açısından Doğu Akdeniz Hidropolitiğinin birinci safhası tamamlanmış oldu.

27 Kasım 2019 bize sadece bir anlaşmanın yapıldığı tarihi göstermez aynı zamanda Türkiye’nin terörü etkisiz kıldığı ve başta FETÖ olmak üzere içerideki hainleri büyük oranda enterne etmeyi başarabildiğine de işaret eder.

Eğer içerideki işbirlikçi emperyalistleri ve bunların tetikçilerini etkisiz kılmayı başaramasaydık, Akdeniz’e ayağımızı sokmamız bile hayal olabilirdi.

Türkiye 2018 yılında Doğu Akdeniz ağırlıklı olarak, 2019 yılında ise orta Akdeniz’i de içine alan bir genişlikte hidropolitiğini geliştirmeyi başardı. Sonuç olarak bu tarihten itibaren Türkiye’nin Akdeniz Hidropolitiğinde ikinci safhaya geçmiş olduk.

İkinci safhanın merkezinde ENERJİ ekopolitiği olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır. Bu safhada artık terör aparatı örgütlerin çok da fazla konuşulmadığı, özellikle ittifak şeklinde kurumsal devletlerden kaynaklanan risk ve tehlikeleri göğüslemek zorunda olduğumuz yeni bir ortamın oluştuğunu da görmeliyiz.

TÜRKİYE'NİN DİPLOMATİK BAŞARISI

S-400 sistemlerinin alınması ve geliştirilen savunma sanayi-savunma teknolojileri sayesinde şu an bölgede stratejik bir dengenin oluştuğunu söyleyebiliriz. Özellikle Rusya ile geçtiğimiz hafta imzalanan dört maddelik Libya mutabakatı, bölgedeki dengede Türkiye’nin elini oldukça güçlendirdi.

Bu da Türkiye’nin diplomatik başarısıdır. Zira ABD ve Fransa’nın GKRY üzerinden Rusya’ya verdikleri mesaj, artan Türk-Rus iş birliği ile birleştirildiğinde bölgede Rusya için Türkiye’yi tek seçenek haline getirmektedir.

Şartlar gelişirse Libya ile yapılan Deniz Yetki Alanlarının sınırlandırılması anlaşmasının benzerlerinin kıyıdaş diğer ülkelerle de yapılmasının önü açık görünüyor. Bu dönemde özellikle uluslararası sularda Mısır-Yunanistan ikilisinin Türkiye’ye yönelik provokatif hareketlerine karşı dikkatli olunmalıdır.

Adeta küresel sıkışma alanı haline gelen Orta ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin enerji çıkarmaya başlaması ve başta Libya olmak üzere Kuzey Afrika ülkeleriyle iş birliğini geliştirmesi uluslararası politikada çok önemli ve çok yönlü değişimlere sebep olacaktır.

Türkiye’nin Akdeniz Hidropolitiği’nde üçüncü safhaya geçeceği bu dönemde ülkemizin Bölgeler Ötesi Güç (Trans-Regional Power) durumuna yükselme ihtimali mevcuttur.

Bu safhada, terör örgütlerinden sonra Türkiye’ye yönelik şer ittifaklarının da aşılabildiği, konu ve bölge odaklı olarak küresel güçlerle doğrudan masaya oturulabildiği bir pozisyon elde edilebilir.

Bu nedenle 31 Ekim 2018 tarihinde başlayan sondaj çalışmalarında ileri aşamaya geçilebilmesi için gayretler arttırılarak devam edilmelidir. Bu arada yeni dönemin risk ve fırsatlarına yönelik Hidropolitik projeksiyonlara şimdiden başlamak proaktif açıdan faydalı olacaktır.

Dr. D. Eray GÜÇLÜER

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp