Top
10/06/2020

Büyüyen Türkiye'nin büyüyen vizyonu

27 Kasım 2019 tarihinde Türkiye ve Libya arasında imzalanan “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması” antlaşması ile Doğu Akdeniz’deki Türk Kıta Sahanlığı netleşmiş oldu. “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması” antlaşmasının imzalandığı gün aynı zamanda Türkiye-Libya “Askeri ve Güvenlik İş birliği Anlaşması” da imzalandı.

Anlaşma, iki ülke arasında güvenlik, askeri eğitim, savunma sanayi, terörizmle mücadele, askeri planlama, tecrübe aktarımı ve talep olması halinde güvenlik ve savunma iş birliği ofisi kurulmasını kapsamakta. Ayrıca tarafların, karşılıklı askeri hibelerde bulunabilmesine ve askeri teçhizat kullanımına destek vermelerine de imkan tanımaktadır.

Bu iki anlaşmanın Libya tarihinde çok önemli yeri bulunmaktadır. Çünkü bu tarihten itibaren Libya’nın makus kaderi de değişmeye başladı. 2015 yılından beri Libya Ulusal Mutabakat Hükümetini (UMH) hedef alan Hafter güçleri ülkenin yaklaşık yüzde 90’ında kontrolü ele geçirmeyi başardılar.

Trablus şehrinin bazı bölgelerine de giren Hafter güçleri, BM Güvenlik Konseyinin 2259 sayılı kararıyla Libya'nın tek meşru temsilcisi kabul edilen UMH’yi çok zor durumda bırakmışlardı.

Ancak Türkiye ile yaptığı iki önemli anlaşmayı müteakip teknik ve taktik olarak çok yönlü destek almaya başlayan UMH güçleri, önce Trablus’tan daha sonrada Vattiye, Tarhuna ve civar bölgelerden Hafter’e bağlı paralı militanları çıkarmayı başardı.

Özellikle 04 Haziran’da Trablus Havalimanının UMH güçlerinin eline geçmesi bu süreçte önemli bir dönüm noktası oldu.

SAHADA DEĞİŞEN DENGELER DİPLOMASİYE YANSIDI

Ve nihayet UMH güçleri Sirte şehrinin kapısına dayandı. Diğer bir kol da güneydeki Cufra kentine yöneldi. 2015’ten beri geniş bir alana yayılmış olan Hafter’in paralı militanları beklenenden daha hızlı çekilmeye başladılar. Bu çekilmeden Rusya’ya bağlı Wagner şirketinin elemanları da nasibini aldı.

Sahada değişen dengelerin diplomasiye yansıması gecikmedi. Geçtiğimiz hafta UMH Başbakanı Fayez El Serrac Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüştü. Libya’nın kaderinin Ankara’da çizildiği bu görüşme sonrası Türkiye’nin Libya’ya verdiği tam destek teyit edildi. Aynı gün içinde UMH dışişleri bakanı Moskova’da Rusya dışişleri bakanı ile görüştü.

Bu görüşme Hafter’e destek veren Rusya’nın sahada değişen dengeleri zımnen kabul ettiğini göstermesi bakımından son derece önemli. Aynı gün içinde gerçekleşen bir diğer görüşme ise Hafter’in Tobruk Meclis Başkanı ile birlikte Mısır’da Sisi ile görüşmesiydi.

Sözde Kahire deklarasyonu adıyla açıklanan bildiride ateşkes çağrısı yapıldı. Ama burada asıl önemli olan Hafter’in arkasında kimlerin olduğunun su yüzüne çıkmasıydı. Söz konusu deklarasyona Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE, Ürdün ve Fransa'nın yanı sıra Amerika ve Rusya da destek verdiler.

Bundan sonraki süreçte UMH kuvvetlerinin adeta Libya’nın Kuvayi Milliyesi ruhuyla; Sirte-Bingazi ve Cufra-Tobruk istikametlerinden ileri harekata devamla Hafter’in kontrolü altındaki doğu bölgelerine yöneleceklerini öngörmek mümkün. Özellikle Sirte şehri alındıktan sonra Hafter’in fazlaca yaşama şansı kalmayacağını, yerine Tobruk Temsilciler Meclisi Başkanı Agila Salih’in getirilme ihtimalinin olduğunu söyleyebilirim.

BÜYÜYEN TÜRKİYE’NİN AFRİKA’YA YANSIMASI

Bu arada Türkiye’nin neredeyse bin kilometre ötesine sağladığı desteğin gücü ve etkisi de görülmüş oldu. İşte hem sahada hem de dış politikada dengeleri değiştiren bu güç, büyüyen Türkiye’nin Afrika’daki yansıması olarak düşünülebilir.

Ancak Türkiye’nin karşısındaki emperyalist ittifakın da bölgede artan Türkiye etkisini dengelemek ve mümkün olan en kısa zamanda durdurmak için arayış içerisinde olduğunu unutmamalıyız. Bu nedenle küresel güçler ve onların Ortadoğu ile Afrika sahasındaki tetikçi aparatlarının ittifak halinde oluşturdukları Türkiye’ye karşıtlığı nedeniyle, Libya ile Suriye süreçlerindeki gelişmeleri birlikte okumak gerekmektedir.

Bu noktada iki önemli hususun altını çizmek lazım. Birincisi Yunanistan’ın geçen hafta içinde Türkiye’ye yönelik içerisinde savaş çığırtkanlığı da olan akıl dışı söylemlerinin arka planında küresel şer ittifakının kışkırtmaları ve olası provokasyon planlarından Yunanistan’ın cesaretlenmiş olması ihtimal dahilindedir.

Aksi takdirde muharip gücü 50 bin bile olmayan, başta ekonomi ve savunma olmak üzere sıkı şekilde dış yardıma muhtaç 14 milyonluk bir ülkenin savunma ve dış işleri bakanlarının bu tür açıklamalar yapması hiç mantıklı değil.

Özellikle geçtiğimiz hafta Kahire deklarasyonuna ev sahipliği yapan Mısır’la Yunanistan’ın Ege ve Akdeniz’de tetikçi rolüyle sahaya sürülebilme ihtimaline karşı dikkatli olmak gerekir.

Zira artık küresel güçler, tek başına bir aktörün Türkiye’yi sahada durduramaya yetmeyeceğini çok iyi biliyorlar. Bu nedenle bundan sonraki süreçler daha çok Türkiye’nin ittifaklarla mücadelesi şeklinde geçecek gibi görünüyor.

HAFTER VE ESED DENKLEMİ

İkinci husus ise benzer provokatör eylemlerin Suriye’de ve özellikle İdlib’te tezgahlanma ihtimalinin mevcut olduğudur. Özellikle Esed güçleri ile İran desteğindeki silahlı gurupların mütecaviz niyet ve hareketleri bu günlerde daha fazla tehdit üretir hale gelmiştir. Tabii ki burada Rusya’nın Libya’da olduğu gibi Suriye-İdlib sürecinde yapıcı olmayan tavrını göz ardı edemeyiz.

Hafter ve Esed’in denklemden çıkmaları Libya-Suriye hattında bunlara yatırım yapan Rusya’nın stratejik gerilemesi anlamına da gelebilir. Ancak Türkiye ile birlikte hareke etmesi bu eksende gerilemekte olan Rus stratejisini düzeltebilir.

Sonuç olarak Türkiye’nin Birleşmiş Milletlere deklere ettiği Doğu Akdeniz’deki Türk Kıta Sahanlığında egemenliğini koruması ve sürdürmesi sadece ekonomik anlamda değil aynı zamanda ülkemizin kuşatılmasının önlenmesi bakımından da son derece önemlidir.

Bunun için Türkiye gerekirse önümüzdeki dönemde KKTC ve Libya’yla ve hatta Tunus ve Cezayir gibi diğer bazı ülkelerle de politik, ekonomik ve askeri alanlarda daha güçlü iş birlikleri tesis edebilir. Bu bağlamda Doğu Akdeniz’in kalbinde bulunan yavru vatan KKTC’nin daha güçlü hale gelebilmesi için bazı adımlar atılması gerekmektedir.

Özellikle KKTC’nin diğer ülkeler tarafından tanınırlığının arttırılması ve ülke içinde kamu reformu, ekonomi, sağlık ve eğitim reformları gibi yapısal reformlar ile siyasi istikrarı sağlayacak yönetimsel düzenlemelerin bir an önce hayata geçirilmesi önem arz etmektedir.

Dr. Eray GÜÇLÜER

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları