Top
03/06/2020

Besle terörü oysun gözünü

1923 yılında Almanya’da antisemitizme karşı ortaya çıkan Marksist kökenli ekollerden biri de ANTIFA denen ideolojik harekettir. Daha sonra ABD ve dünyanın çeşitli yerlerinde taraftar bulan bu ekol dünyada neredeyse bütün aşırı sol çizgideki terör hareketlerinin bir parçası olmuştur.

En son Suriye ve Irak’ta PYD/PKK içinde sözde bir tabur olarak yer alan ANTIFA, ABD tarafından uzun yıllardan beri desteklenmektedir. Örneğin, 2017 yılı mayıs ayında ABD Başkanı Donald Trump’ın imzaladığı hükümet dışı silahlı gruplara yardımı içeren 1209 sayılı kararname ile PYD/PKK’ya o tarihten beri resmi ve gayri resmi olarak büyük miktarlarda silah ve savaş malzemeleri veriliyor.

Ancak özellikle Suriye’de bu silah ve teçhizatın bir kısmı ANTIFA’ya da gidiyor. Aynı ANTIFA, Minneopolis eyaletindeki olayları organize şekilde başlatan ve ABD’nin diğer pek çok eyaletine yayılmasını sağlayan marjinal grup olarak sahneye çıkıyor.

ABD şimdilerde kendi yarattığı canavarla mücadele etmek zorunda. ABD yönetimince ANTIFA, nihayet terör örgütleri listesine alındı. “Terör bumerang gibi bir gün gelir, kendisini var edenleri de vurur” sözünün gerçekleştiğini görmekteyiz.

ABD’deki bu olaylar esnasında ilginç bir durum daha ortaya çıktı. Beyaz Saray sosyal medyayı ve özellikle “Twitter”ı kontrol altına alacak birtakım önlemleri hayata geçirmeye başladı.

Bugüne kadar Orta Doğu’da isyanların çıkmasını, kuzeyimizdeki ülkelerde renkli devrimlerin oluşmasını sağlayan sosyal medya araçları, ABD’deki olayların da baş aktörü durumunda. Bu çerçevede ABD’deki ırkçı temelli şiddet olaylarının arka planındaki Küreselci-Ulusalcı kavgasını görmek gerekir.

Sonucu ne olur şimdiden bilinmez ama bu olaylar bize ABD’yi aslında bütünüyle Amerikalıların yönetmediğini göstermesi bakımından da oldukça önemli.

DEVLETİMİZİN KAPASİTESİ EMPERYALİZM GÜCÜNÜ AŞMIŞTIR

Bugün başta Orta Doğu olmak üzere dünyanın pek çok yerinde yönetimleri ele geçirilmiş devletlerin aslında emperyalist güçler tarafından dışarıdan nasıl yönetildiklerini daha iyi anlayabiliyoruz.

Bu süreçlerde demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi hümanist kavramlar ile sosyal medya araçlarının ülkeleri zayıflatmak, hatta onları yok etmek için nasıl kullanıldığını da belki daha iyi anlama zamanı gelmiştir.

Zira bugüne kadar bu yöntemler Türkiye’ye karşı da acımasızca kullanıldı. Bakınız son günlerde Van’da Diyarbakır’da hareketlendirilmeye çalışılan PKK terörünü, bir kiliseye ve Ermeni kökenli bir gruba saldırı ve tehdit hareketleri izledi.

İzmir’de ortak yayın sistemine sızılarak bazı camilerde ezan yerine İtalya Partizan marşı çalınması da diğer bir provakatif olay olarak kayda geçti. Özellikle covid-19’la mücadelede edilirken mücadeleyi zedeleyecek yalan haberler ve görsellerle algı operasyonları yapılması da bu sürecin bir parçası olarak hafızalarda yer aldı.

Bundan sonra da benzer olaylar ülkemizde yaşanabilir ancak devletimizin mücadele kapasitesi artık emperyalizmin gücünü aşmıştır. Hangi ortamda olursa olsun, bu tür provokatörlere karşı gereken yapılmaktadır.

TÜRKİYE’NİN SAHADAKİ GÜCÜ KÜRESEL DENKLEMİ DEĞİŞTİRDİ

Küreselcilik adı altında dünyayı ayrıştırmaya çalışan karanlık zihniyetin panzehri ulus devlet bilincidir. Binlerce yıllık kadim bir medeniyetin günümüzdeki temsilcisi olan milletimiz, ulus bilincine erişmiş dünyadaki ender toplumlardan biridir. Birlik ve beraberliğimiz en büyük gücümüzdür.

İki kutuplu dünya düzendeki blokların sona ermesinden sonra “yumuşak kuşatma” araçları diye bileceğimiz; terör örgütleri, içimizdeki ihanet şebekeleri, sosyal medya unsurları gibi çeşitli vasıtalarla ülkemizin sürekli kabuğuna çekilmek zorunda bırakıldığı günler geride kaldı.

Somali’de bir İtalyan vatandaşının terör örgütünün elinden kurtarılmasından sonra geçtiğimiz hafta Tunus’ta yapılmak istenen darbe girişimi Türk istihbaratı sayesinde başarısız oldu.

Tunus’la sınır komşusu olan Libya’da 6 Nisan 2019 tarihinde beri darbeci Hafter’in elinde bulunan Trablus havaalanı, Türkiye’nin desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) güçlerince geri alındı.

Güneydeki Vatiyye üssü Hafter milislerinden temizlendi. Tarhuna şehrinin büyük bölümü UMH tarafından kontrol altına alınmaya başlandı. UMH şimdi Sirte’ye yönelmiş durumda.

Rusya’nın Hafter’e savaş uçağı vermesi, askeri yardımda bulunması UMH’nin ilerleyişini durduramadı. Buna karşı Türkiye, Libya’ya hava savunma sistemleri ve SİHA’lar göndererek bölgedeki güç dengesinin UMH lehine dönmesini sağladı.

Ayrıca Libya ile Türkiye arasında geçtiğimiz kasım ayında imzalanan “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması” antlaşmasının kapsadığı yaklaşık 1000 km uzunluğundaki bölgede Hava Kuvvetleri desteğindeki 4 firkateyn ile yakıt ve lojistik gemilerinden oluşan “Türk Deniz Görev Gurubu” hava savunma harbi, su üstü harbi ve denizaltı harbi gibi temel harp nevilerine yönelik eğitimler ve tatbikatlar yapmaya başladı.

Büyük devlet işte budur. Anlaşmasını yapar ve yaptığı antlaşmayı da gerektiği şekilde korur. Rusya’nın Libya’daki faaliyetlerine karşı ABD ve Batılı devletlerin seslerini yükselttiklerini görüyoruz. Ancak Rusya’nın gerek Suriye’de gerekse Libya’da kaybeden oyunculara yatırım yaptığını, bu nedenle de Suriye-Libya hattında stratejik bir gerilemeye doğru itildiğine şahit oluyoruz.

TÜRK DOKTORLARININ KORONAVİRÜS BAŞARISI

Koronavirüsle mücadelede peşi peşine hastaneler açılıyor, her gün heyecanla izlediğimiz rakamlar bizlere umut vermeye devam ediyor. Ancak tam da bu noktada önemli bir ayrıntı olduğunu anlıyoruz.

Dikkat edilirse günlük hastalanan sayısına rağmen son dönemde yoğun bakım hasta sayısı ve yoğun bakımdaki entübe hasta sayısı oldukça azalmakta. Yani hastalanan olsa bile hem yoğun bakıma girmeden iyileşme hem de yoğun bakımdayken iyileşme oranı oldukça yüksek.

Hatta bazı hastanelerde önümüzdeki 20 gün içerisinde yoğun bakım hastalarının da iyileşerek taburcu edileceği bilgisini aldım. Bunu bir tıp doktoru dostumla konuştum. Aldığım cevap hem ilginç hem de gurur vericiydi.

Bizim doktorlar dünyada uygulanan tedavi yöntemleri arasından bizim hastalarımız için en uygun olabilecek tedavi yöntemlerini geliştirmişler. Yani ilk günlere göre hastalığın nasıl tedavi edilebileceği konusunda edindikleri bilgi ve tecrübeyle Türkiye’deki hastalar için hastalığı en kısa sürede yenebilecek tedavi yöntemleri geliştirmişler.

O yüzden geçmişe göre iyileşme sayısında artış olmuş. Bu da etkili iletişim ve koordinasyon sayesinde gerçekleşiyor. Helal olsun size…

Sağlık ordumuzun kahraman personelini saygıyla selamlıyorum.

Dr. Eray Güçlüer

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları